• Home
  • Genel
  • Atatürk 1922’de “siyaseti bırakacağım” demiş miydi?

Atatürk 1922’de “siyaseti bırakacağım” demiş miydi?

Atatürk 1922’de “siyaseti bırakacağım” demiş miydi?
Sen deyince “Sulhten sonra isterim Herkes gibi bir fert olmak, hür olmak” Hepimizde doğdu büyük bir vehim Gerçekten mi bu kıyamet kopacak?
O sakin tabiatlı Ziya Gökalp, Diyarbakır’da çıkan “Küçük Mecmua”da peş peşe neşrettiği şiirlerle Gazi Mustafa Kemal’e ‘Sakın çekilme’ mesajını vermek ihtiyacını neden duymuştu? Yoksa gerçekten de Yunanlıları yenilgiye uğratmış bir ordunun Başkomutanı sine-i millete dönmek üzere midir? Nedir bu telaş ve kıyamet neden kopacaktır?
TBMM zabıtlarını açıp okuduğunuzda bu endişenin, hatta korkunun gerçek sebebini bulmakta zorlanmıyorsunuz. İşte 20 Temmuz 1922 günü Başkomutanlığının TBMM tarafından süresiz kaydıyla uzatılması üzerine yaptığı teşekkür konuşmasında Mustafa Kemal Paşa’nın söyledikleri:
“İkinci saadetimi temin edecek olan husus, benim bundan üç sene evvel mukaddes davamıza başladığımız gün bulunduğum mevkie dönebilmekliğim imkânı olacaktır. (Alkışlar.) Hakikaten milletin sinesinde serbest bir millet ferdi olmak kadar dünyada bahtiyarlık yoktur. Hakikatlere vakıf olan, kalp ve vicdanında manevi ve mukaddes hazlardan başka zevk taşımayan insanlar için ne kadar yüksek olursa olsun, maddi makamların hiçbir kıymeti yoktur.”
Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Taarruz’dan önce hem de Meclis huzurunda verdiği bu “söz”, muhtemelen kendisine tanınan olağanüstü ve süresiz yetkilerin kurtuluştan sonra da kullanıldığında bir diktatörlüğe gidilebileceğine ilişkin bazı vekillerin zihninde oluşan kuşkuların dağıtılmasına yönelikti. Mustafa Kemal Paşa için Sakarya zaferinden sonra üç rütbe birden atlatılarak mareşal yapılması, dahası Gazilik gibi en son 1897 Teselya savaşının kazanılmasından sonra Sultan II. Abdülhamid’e verilen benzersiz bir unvana layık görülmesi yeterli olmamış gibidir. O şimdi hedef büyütmüş ve bazı demeçleri Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi Milli Mücadele’nin önder kadrosunu kaygılandırmıştır. Bunlara göre Mustafa Kemal Paşa’nın gözü şimdi de padişahlık ve halifelikteydi!
Karabekir Paşa ve Rauf Bey gibi asker kökenliler ile Halide Edip gibi aydınlar onun 20 Temmuz konuşmasında verdiği söze bağlı kalmasını, yani yeni bir makam mevki istemek şöyle dursun, mevcut makamları da elinin tersiyle bir kenara itmesini ve söz verdiği gibi sine-i millete dönmesini ısrarla istemekteydiler kendisinden.
İşte Uğur Mumcu’nun yayınladığı hatıralarında Karabekir Paşa’nın sözlerinden özetlediklerim:
Başlangıçta Mustafa Kemal Paşa, Vahdettin’in kalmasını istiyor, suçlu olduğundan sözümüzden çıkmayacağını söylüyordu. Ben karşı çıktım ve yeni bir halife seçmemiz gerektiğini kabul ettirdim. Kararımız, padişahlığın kaldırılması ve hilafetin Osmanlı hanedanında kalması, Abdülmecid’in de halifeliğe getirilmesiydi. 30 Ekim 1922’de Mecliste sert tartışmalar cereyan ederken Rıza Nur’a harekete geçme zamanının geldiğini söyledim ve Gazi’nin isteği üzerine saltanatın kaldırılması lehine bir konuşma yaptım. Fakat Rıza Nur ve arkadaşlarının imzaladıkları kanun taslağının son şeklini okuduğumda gördüm ki, iş başlangıçta konuştuğumuz noktadan tamamen sapmış. Taslakta “Osmanlı hanedanı yoktur ve tarihe karışmıştır” ifadesi yer almaktaydı. Bunun üzerine Mustafa Kemal’e dönerek, “Paşam, kararımız bu muydu? Hilafetin Osmanlı hanedanında kalması gerektiği noktasında anlaşmamış mıydık? Bu cümleyi okuyan herkes sizden şüphelenecektir” diye uyardım. Nitekim Rauf Bey de aynı cümleye takıldı ve “Ne oluyoruz, nereye gidiyoruz?” diye bağırdı. Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa “Endişenize hak verdim. Durun o cümleyi düzelteyim” diyerek “Osmanlı hanedanı” kaydını silip “İstanbul’daki padişahlık yoktur (madumdur)” diye yazdı. Sonra önerge meclise sunuldu.
Ancak ilk oylamada yeterli milletvekili bulunamaz. Bu anlamlı bir mesajdır Karabekir için. Gider Mustafa Kemal Paşa’nın yanına ve yüzüne karşı mecliste oluşan kaygıyı dile getirir: Bu önergeyle sizin hilafet ve saltanatı almak niyetinde olduğunuz kanaati belirmiştir. Düzeltmezsek iş vahim bir sonuca varabilir.
Bu noktada Karabekir’in bir ara teklifi olur. Hem Atatürk’ün verdiği sözü yere düşürmeyecek, hem de onu onurlandıracak bir çözümdür bu. Saltanat kaldırılacak, hilafet Osmanlı hanedanında kalacak, barış antlaşması imzalandıktan sonra Cumhuriyet’in ilanını müteakip Cumhurbaşkanlığına “sırf tarihî bir nam almak suretiyle” Mustafa Kemal Paşa seçilecek, ancak hemen arkasından istifa edecek ve ölünceye kadar Cumhurbaşkanlarının maddi imkânlarından yararlandırılacaktı. Bundan sonraki adım, boşalan Cumhurbaşkanlığı için halk oyuyla serbest bir seçim yapılmasıydı.
Evet, Cumhurbaşkanının halkın oyuyla seçilmesi yolunda ilginç bir tekliftir bu. Ancak aradan 85 yıl geçmesine rağmen hâlâ uygulanamamıştır. Çünkü bazı kimseler, Karabekir’in, Atatürk’ün ayağını kaydırıp kendisinin Cumhurbaşkanı olmak istediği yolundaki haberleri Gazi’ye yetiştirmişlerdir bile. Bunun üzerine projesinden vazgeçtiği anlaşılan Karabekir Paşa, en azından saltanatın kaldırılması ama hilafetin hanedanda kalması noktasında ısrarcı olur ve 1 Kasım 1922’de kanunlaşan tasarı böylece ortaya çıkar.
Ancak kamuoyu yine de tatmin olmuş sayılmaz. Değil mi ki Gazi vaktiyle bir söz vermiştir, öyleyse gereğini yapmalıdır. Mesela 1923 Şubat’ında yanında Kâzım Karabekir Paşa olduğu halde İzmir’den Ankara’ya dönerken çocukluk arkadaşı olup o sırada TBMM ikinci başkanı bulunan Ali Fuat Cebesoy’dan sürpriz bir telgraf almıştır. Telgrafta, bazı vekillerin Gazi Paşa’nın bir tarafa çekilmesi şartıyla kendisine bir saray ve ayda 10 bin lira ödenek verilmesi için Meclis başkanlığına bir önerge verdikleri bildiriliyordu. İşte Ziya Gökalp bu ateşli günlerin öncesinde Diyarbakır’dan yazmaya devam ediyordu:
Gazi Paşa! Gerçi fazla yoruldun
İhtimal ki rahata da muhtaçsın
Lakin Türk’ün tılsımını sen buldun
İksir gibi bu millete ilaçsın.
m.armagan@zaman.com.tr

12 Ağustos 2007, Pazar

Bir yanıt yazın