Başörtülü first lady’ler: Latife, Mevhibe, Reşide
“Örnek istiyorsanız, Atatürk’ün annesinin ve eşi Latife Hanım’ın kıyafetine bakın, bu size ders olsun.” Başbakanın bu beyanatı Latife Hanım’ı bir kere daha gündeme taşımış oldu. Hatta medyamız Latife Hanım’ın kıyafeti konusunda ihtilafa düşüp ikiye bölündü.
Kimisi kıyafet devriminden önceki fotoğraflarını, kimisi de devrimden sonrakileri yayınladılar. Aklıevvelin biri de kalkıp şu çürük ipliğe bağlamış ümidini: “Yalnız bir küçük fark var. Atatürk kıyafet devrimini yaptığında Latife Hanım’dan boşanmıştı. Yani o artık bir first lady değildi.”
Neresini düzeltelim ki bunun?
Atatürk kadınlar için herhangi bir kıyafet ‘devrimi’ yapmış değildir. Açılmayı teşvik etmiş, arzulamıştır, ama konuyu zamana yaymayı tercih etmiştir; bu bir.
İkincisi, eğer bir kıyafet ‘devrimi’nden söz edilecekse bu, erkekler ve özellikle de devlet memurları için geçerlidir. 2596 No’lu kılık kıyafet kanununda esasen din adamlarının ibadethaneleri dışında ‘ruhani kisveleri’ giymeleri yasaklanmış ve memurların uluslararası geçerli âdetlere göre giyinmeleri istenmişti.
Üç: Erkekler için çıkan bu kanunun kadınlar için de emsal teşkil ettiğini farzedelim, o takdirde dahi uygun olmaz; çünkü Gazi’nin Latife Hanım’dan boşanması 5 Ağustos 1925’tedir, kılık kıyafet kanunu olarak bilinen kanunu ise 3 Aralık 1934’te çıkmıştır. Aralarında neredeyse 10 yıl varken kalkıp da ‘Atatürk kıyafet devrimini yaptığında Latife Hanım’dan boşanmıştı’ sözüne gülmek için kargaları beklemeye gerek var mı?
Gelelim Latife Hanım’ın resimlerine. Bir kere bu resimlerin çoğu Cumhuriyet’in ilanından sonraya aittir. 1923 Ekim’inden kocasıyla aralarının bozulduğu 1925 yazına kadar yaklaşık 2 yıl süreyle Çankaya’nın first lady’si olmuştu Latife Hanım. Bunun öncesinde ise yaklaşık 1 yıllık bir evlilikleri vardı ki, Cumhuriyet’in tam temellerinin atıldığı döneme aittir resimler. Bu yüzden Latife Hanım’ın tam da kamusal alanda başını örtmüş olmasını ciddiye almazlık edemeyiz. Onun başının aslında açık olduğunu söyleyenlerin gösterdikleri resimler ya aile resimleri yahut da boşandıktan sonra çekilen dul olduğu döneme ait resimlerdi. Bize bu ilk first lady’nin asıl kamusal alanda çekilmiş başı açık fotoğraflarını göstermeleri ikna edici olurdu. Ama olmadı.
Nedeni basit. Çünkü gerçekte Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadronun hanımlarının başlarını açmaları akşamdan sabaha olmamış, zaman almıştı. Mesela İsmet İnönü’nün eşi Mevhibe Hanım’ın başını açmasının 1927 yılbaşı gecesinde gerçekleştiğini torunu Gülsün Bilgehan “Mevhibe” adlı kitabında anlatır. Kocasıyla birlikte Lozan’a giden Mevhibe Hanım, orada Avrupaî tarzda ama başını açmadan, şapkayla dolaşmış, Türkiye’ye, İsmet Beyin bütün ısrarlarına rağmen Avrupalı bir kadın gibi dönmeyi reddetmişti. Trenden kolları saçaklı pardesüsüyle inmiş, başını ‘sıkmabaş’ denilen tarzda şifon bir eşarpla örtmüştü.
Onun başı açık ilk gecesini ise şöyle anlatıyor torunu: “[Gazi’nin gözleri] Genç kadının üzerindeydi. Belli belirsiz bir hayranlıkla arkadaşının eşini süzdü. Mevhibe… İsmet Paşa’nın yanında zarif, mahcup ve çok güzel görünüyordu. Gazi, ev sahibesinin karşısında hafif tebessüm ederek eğildi, sonra genç kadının çekinerek uzattığı elini dudaklarına hafifçe dokundurdu… Gazi, başbakanın eşine kalabalığın önüne başı açık çıkma cesaretini gösterdiğinden dolayı nazik bir şekilde teşekkür ediyordu… O geceden sonra bir daha başını örtmedi.”
Yani inkılabın önder kadrosunun eşleri bir anda yeni rejime adapte olamamışlardı. Üst yapıda hızla reformlar yapılıyordu; ama bunun şahsî ve ailevî hayatlarına intikali zaman alıyordu. Mesela Atatürk’ün geceleri yatarken pijama yerine Osmanlı usulü entari giymesi, bunun en çarpıcı misaliydi. Ayrıca Gazi, Latife Hanım’ı boşarken Medeni Kanun çıkmamıştı henüz; bu yüzden sadece ‘boş ol’ demesi yeterli olmuştu. Dahasını söyleyeyim: Medeni Kanun’u çıkaran Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt’un eşi Ferda Hanım’ın, kanun çıktıktan sonra dahi bırakın çarşafını çıkarmayı, ‘hasır peçe’ takmaya devam ettiği “Mevhibe” kitabından öğrendiklerimiz arasında.
Celal Bayar’ın eşi Reşide Hanım ise kocası başbakanken de, cumhurbaşkanı iken de beş vakit namazını hiç bırakmamıştır. Kararlı ve hatta inatçı bir portre çizmiş bulunan Reşide Hanım, Yunan işgalinde ailece zulümlerine maruz kaldığı Yunanlıların devlet başkanı Türkiye’yi ziyarete geldiğinde Celal Bayar’ın yanındaki koltuğu boş bırakır, bütün ısrarlarına rağmen kocasına eşlik etmez.
Nihayet 25 Aralık 1962’de ömür boyu hapse mahkûm edilen kocasını yalnız bırakmamak için trenle Kayseri’ye giderken yolda kalp krizinden ölür ve cenaze namazı, 27 Mayıs’a muazzam bir tepki hareketine dönüşür. Cumhuriyet tarihinin en geniş katılımlı cenaze törenlerinden birisine sahne olan Ankara’da, halk darbecilere tepkisini bu vesileyle yansıtmak fırsatını bulmuştur. Torunu Prof. Emine Gürsoy’un deyişiyle, Cumhuriyet tarihinde bir devlet başkanının hanımına düzenlenen en kalabalık cenaze törenidir bu.
Atatürk’ün kadın giyimine kanunla müdahale etmekten kaçınmış olması ve bunu zamana yayarak halletmeye çalışması, işin nezaketini kavradığının en bariz göstergesi. Nitekim Reşide Hanım, İnönüler’in verdiği bir davette (muhtemelen yukarıda geçen 1927 yılbaşı davetinde) Atatürk’ün masasına başı kapalı kıyafetiyle oturmuştur. Sofrada Atatürk’ün “Başınızı açmayacak mısınız hanımefendi?” sorusuna muhatap olan Reşide Hanım cevap vermez. Masada cisimleşen sessizliği, kocasının “Müsaade edin Paşam, açacaktır.” sözleri bozar. Muhtemelen Celal Bayar’ın sözünü yere düşürmemek için o gece değilse bile, bir sonraki davete başı açık katılacaktır 3. first lady’miz.
Demek ki önder kadronun eşleri arasında başörtüsünün kırılma noktasını Cumhuriyet’in 4. yılı olan 1927 olarak tespit etmeliyiz, 1923 değil. m.armagan@zaman.com.tr
19 Ağustos 2007, Pazar