Atatürk’ün başörtülü milletvekili
Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi tartışılırken genellikle sanki bir ihsan-ı şahane gibi anlatılır. Oysa gerçek bunun tam tersidir. Olayların seyrini inceleyince Türk Kadınlar Birliği’nin zorlamaları olmasaydı muhtemelen Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi işi, Fransa ve İtalya’da olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı’nın sonundaki demokrasiye geçiş dönemine kadar sarkacaktı.
Kadınlara genel seçimlerde oy kullanma ve seçilme hakkının tanındığı 1934 yılı öncesinde Kadınlar Birliği mensupları değişik vesilelerle Atatürk’e isteklerini bildirmişler, ancak her seferinde de ‘Siz erkekler gibi askerlik görevini yapmadığınız için bu haklardan da yararlanamazsınız’ cevabını almışlardır. Nitekim 1930’ların ateşli kadın hatibi İffet Halim Oruz, hatıralarında Atatürk’ü ziyaretlerinden birini şöyle anlatır:
“Atamız, her zamanki nezaketi ile bizleri karşıladı, kendisine dileklerimizi bildirdik. Türk kadınına tüm siyasi hakların verilmesini istedik. Gazi bizlere bazı sorunlar üzerinde durmamızı işaret etti. Başlıca uyarısı da köylü kadınlarımızı eğitmek için yetiştirici çalışmaların yapılması gerekli olduğunu işaret etmekti. O sırada genç ve ateşli bir dava savunucusu olarak kendisine dedim ki:
“Gazi Hazretleri, erkekler, köylü, kentli seçme ve seçilme hakkına sahip değil midir, kadınlarımızı neden ayırt edeceğiz, niçin onlar bu haklara sahip olmasın?”
Kendisinin bize verdiği cevabın özeti şöyledir: “Erkekler asker ocağında vazife görüyor, orada talim ve terbiyeden geçiyor, kadınlarımızı yetiştirmemiz lâzımdır.”
… Bu realist ve mantıklı cevaba verecek söz kalmamıştı. “Emredersiniz, köylü ninelerimizi yetiştirmek için Türk Kadınlar Birliği teşkilâtı vazifesini yapacaktır Paşa hazretleri.” dedim.”
Oruz bunları anlatadursun, nihayet 1934’te kadınlar sıkıştıra sıkıştıra seçme ve seçilme haklarını almışlardır. Yani zannedildiği gibi gökten düşen elmalar gibi masalsı bir hak söz konusu değildir.
Peki ilk 18 kadın milletvekilimiz nasıl seçilmişlerdir? Mesela Atatürk tarafından Bursa milletvekili olarak seçilen Fakihe Öymen bir öğretmendir. İçlerinde avukatlık yapan da vardır, doktor olan da. Hatta Satı Kadın diye bilinen bir milletvekili vardır ki, onun hikâyesi büsbütün ilginçtir.
1934 yılında Ankara’dan İstanbul’a giderken Halkavun bucağında kendisine ayran sunan bir kadın Atatürk’ün dikkatini çeker. Medeni cesareti, erbaplığı, doğallığı hoşuna gider. Kadınla biraz konuştuktan sonra hakkında bilgi alıp yollarına devam ederler.
Sonra seçimler yapılacağı zaman köye bir siyah otomobil gelir, Satı Kadın’ın evini sorar. O sırada muhtarlık yapmakta olan Satı Kadın’ı Ankara Valisi Nevzat Tandoğan çağırmaktadır. Arabaya binip giderler. Vali, Satı Kadın’a Atatürk’ün kendisini milletvekili seçmeyi düşündüğünü söyler. Gariptir, o buna da şaşmaz. Kabul eder.
Milletvekili seçilmiştir. Fakat şehirli gibi giyinmesini ister partisi (CHP). Köylü kıyafetiyle Meclis’e girmemelidir. Başını açmalıdır. Satı Kadın sadece başını açmayı kabul eder, oldukça mazbut bir kravatlı elbiseyle TBMM’ye gelip yeminini eder. Anlaşılan diğer zamanlar köylü kıyafetini, hele meşhur bindallısını bırakmamıştır. Hatta Atatürk’e bu durumu şikâyet ettiklerini yazıyor kendisiyle görüşen Nezihe Araz. Atatürk’ün kıyafet konusundaki ısrar karşısındaki cevabı şaşırtıcıdır: “O yapacağını bilir. Ne isterse öyle yapsın, hiçbir şeye zorlamayın.”
İşte Atatürk’ün bir kadın milletvekilinin kıyafetiyle ilgili çarpıcı tavrı. Bir de bugünküleri düşünün. Kadın özgürlüğü diye ortalıkta dolaşanlar ellerinden gelse böyle bir ‘kapalı’ tipin saçını başını yolarlardı herhalde.
Neyse biz ilk kadın milletvekillerimizden Satı Kadın’a dönelim yine.
Satı Kadın bir dönem milletvekilliği yapar, sonra bir daha seçilmez ve o da dosdoğru köyüne döner. Çiftine çubuğuna sarılır dört elle. Sanki hayatına hiçbir Ankara parantezi girmemiş gibi tam bir Anadolu köylüsü gibi yaşar ve bir Anadolu köylüsü gibi ölür.
Nezihe Araz, 13 Nisan 1956’da, yani ölümünden yaklaşık bir ay sonra Hayat dergisine yazdığı bir yazıda o tarihte sağ olan kız kardeşiyle konuştuklarını da anlatır. Araz’ın naklettiğine göre Satı Kadın, ecel saatinin yaklaştığını anlayınca köyün hocasını çağırmış yanına. Öleceğinden korktuğunu sanmış hoca, teselli etmeye kalkmış. O gayet kendinden emin, şöyle konuşmuş: “Yoo, demiş, koç gibi, Allah’ımın kurbanıyım. Ölümden korkmam, çok yaşadım, çok gördüm. Allah imandan ayırmasın.”
İşte Atatürk’ün bu başörtülü milletvekili, 18 Mart 1956’da ölmüş ve köyüne tıpkı bir köylü gibi defnedilmişti. Resmi törensiz, bandosuz… Halkavun’un Kazan köyündeki mezarı hâlâ duruyor mudur, bilmem.
Bildiğim bir şey varsa 1934’ün Türkiye’si ile 2000’lerin Türkiye’si arasındaki anlayış farkını görmek için Satı Kadın’ın şu son resmine yeniden, gözlerimizi oğuşturarak bakmamızda fayda olduğu.
İnanabiliyor musunuz: O bir milletvekiliydi; hem de Atatürk’ün seçtiği bir milletvekili. m.armagan@zaman.com.tr
18 Mart 2007, Pazar