Başbakan Erdoğan ile bazı köşe yazarları arasında polemik konusu olan demiryolları tartışmasının içinden, olgulara dayanarak yaklaşmazsak çıkamayız. Biri çıkıyor, Osmanlı tek bir metre demiryolu bırakmadı diyor, öbürü hepsini yabancılar yapmıştı zaten manşetini atabiliyor. “Osmanlı yönetimi işbirlikçiydi, Cumhuriyet ne yaptıysa öz kaynaklarıyla yaptı” söyleminin pansumana değil, ameliyata ihtiyacı olduğu çok açık.
Bir kere şunu belirtmek gerek: “Ana yurdu demir ağlarla örme projesi” bir “Made in Ottoman”dır.
Osmanlı Devleti 1856 yılının 11 Eylül günü İzmir-Aydın arasında ilk demiryolunun yapım ve işletme imtiyazını bir İngiliz şirketine vermiş ve topraklarını “örecek” inşa programı o günden itibaren yürürlüğe girmişti.
Yıl 1893, Bağdat hattının Ankara’ya varış töreni. Güzelce süslenmiş olan takın üzerinde “Angora” yazısı okunuyor.
Abdülaziz devrinde Rumeli demiryollarıyla devam etmiş inşa programı asıl büyük patlamasını II. Abdülhamid’le yaşamıştı. Bugün bir kısmı sınırlarımız dışında kalmış olan Bağdat ve Hicaz demiryollarına ait hatlar hariç, Osmanlı Devleti, şöyle ya da böyle Türkiye Cumhuriyeti’ne 4 bin 138 kilometrelik bir demiryolu hattı miras bırakmıştır.
Bu hatların bir kısmını devlet yapıp işletirken diğer kısımları yabancı şirketlerce yapılmıştı ve süreleri dolana kadar sahiplik ve işletme ayrıcalığı onlarındı. Zamanı gelince devredilecekti. İşte Cumhuriyet döneminde millileştirilen hatlar bunlardı. 1924’ten itibaren yapılan yeni hatların uzunluğu 21 yılda 3 bin 360 km’yi bulmuştu.
Bizim “Osmanlı’nın borcunu 1950’lere kadar ödemeye devam ettik” diye dilimize doladığımız mesele sanıldığından daha karmaşıktır. Zira bu borcun bir kısmı, millileştirdiğimiz demiryollarını da kapsar. Zaten kendi haline bırakılsa bir süre sonra bize geçecek olan demiryollarını parayla satın almışızdır. Bunların bir kısmının verimsiz olduğu için yabancı şirketler tarafından gönüllü olarak satıldığı, hatta bir bakıma yabancı şirketlerin yükten “kurtarıldığı” da bir başka gerçektir.
Asıl önemlisi, Cumhuriyet döneminde demiryollarını kimin yaptığıdır. “Osmanlı demiryollarını hep yabancılar yaptı” suçlamasına mukabil bizzat Atatürk zamanındaki demiryollarının da Alman, İsveçli ve Amerikalı şirketlere yaptırıldığı gerçeğini bilmezsek mesafe alamayız. İşte Tezel’in kitabından “ana yurdu demir ağlarla örme projesi”nin o meçhul boyutu:
“1927’de yapılan büyük ihalelerde, İsveçli (Nidquist Holm) ve Alman (Julius Berger) şirketleri 1.300 kilometrelik demiryolu yapımını üstlendi. 1827 yılına ait hesaplamalara göre 148 milyon TL’na mal olacağı sanılan bu işler, bu iki yabancı şirketin hükümete açtığı orta vadeli kredilerle yürütüldü. Demiryollarıyla ilgili istasyon binaları ve yan işlerin yapımını da bir Amerikan müteahhit firması aldı.”
Tekrarlayalım: 1) 1927’de demiryolu ihaleleri açılmış; 2) İsveçli ve Alman firmalar yapım ihalesini kazanmışlar; 3) Bu arada bir ABD taahhüt şirketi de yan işlerin ihalesini kazanmış.
Yoksa siz de o devirde demiryollarını kendi sermayemizle yapabileceğimizi mi sanıyordunuz? (Beğenmedikleri Osmanlı bunu Hicaz demiryolunda başarmış, yabancı sermayeye muhtaç olmadan çöllerin içinden trenlerini Medine’ye ulaştırmayı başarmıştı.) Ülke yabancı sermayeye de, dış borca da muhtaçtı.
Gerek Tezel’in araştırması, gerekse Korkut Boratav’ın “Türkiye’de Devletçilik”i dikkatle okunduğunda 1930’ların başına kadar “devletçilik” diye bir ekonomik programın söz konusu olmadığını, hele yabancı sermaye düşmanlığının hiçbir zaman yapılmadığını fark edersiniz.
Nitekim Mustafa Kemal Paşa, 1930’da ülkemizi ziyaret eden ABD Ticaret Bakanlığı Müsteşarı Klein’ı kabul ederken “Tercihan Amerikan sermayesinin” Türkiye’de çalışmasını “çok arzu ettiğini” söyleyecektir. Dahası, 1931 yılında ABD ve Fransa’ya borç para bulmak için giden şahıs da yabancımız değil: Maliye Bakanı (sözümona “Efe”) Şükrü Saracoğlu kapı kapı dolaşıp kredi bulmak için çırpınır ama havasını alır.
İtiraf edelim: 1929 ekonomik bunalımında dış borç bulamayıp yabancı yatırımcıları ülkeye çekemeyince mecburen “devletçi” olmuştuk.
1927’de Türkiye’de çalışan yabancı şirket sayısı kaçtı biliyor musunuz? Tam 113. Bu sayı, bunalımdan sonra 71’e inmişti (biz kovmadık, kendileri gitti).
Peki devletçiliğin başladığı 1932’den sonra nasıl bir manzara vardı? Tezel’e göre 1934-38 döneminde tam 32 yeni yabancı şirket kuruldu. Demiryollarını yapan Alman, İsveçli ve ABD’li şirketler haricinde 1934’te yeni bir Alman şirketi 5 milyon dolarlık bir ihale kapmıştı. Devlet eliyle kurulan fabrikaların da kendi şirketlerimizce yapıldığını sanıyorsanız aldanıyorsunuz. Mesela Kayseri uçak fabrikasını bir Amerikan şirketi yapmıştı, Karabük demir çelik fabrikasını ise İngiliz firması.
Millileştirmenin de epeyce sınırlı kaldığını öğrenmek şaşırtıcı oluyor doğrusu. 1923-50 döneminde sadece 24 şirket devletçe satın alınmıştı. Bunlardan 21’inin 1933-45 döneminde alınması da ilginçtir. Demek ki bazılarınca “altın çağ” denilen ilk 10 yılda sadece 3 imtiyazlı yabancı şirket millileştirilmişti!
Bunların çoğu da demiryolu veya belediye hizmetleri (elektrik, havagazı, su vb.) veren şirketlerdi ve büyük ölçüde verimsiz şirketler olup paramızı verseler de çıkıp gitsek havasındaydılar. Pazarlıklarda hiçbir anlaşmazlık emaresi görülmemesi de bunu gösterir. İmalat ve ticaret kesimlerindeki (2 istisna hariç) hiçbir şirketin millileştirilmeyişi de önemlidir. Ergani ve Zonguldak maden şirketleri millileştirilmekle birlikte birçok yabancı sermayeli maden şirketine dokunulmayışına ne demeli?
Sonra “Hiç dış borç almadık” cakalanışı da boştur. Cumhuriyet’in ilk konsolide dış borçlanmasının 1930’da bir Amerikan şirketine kibrit tekeli verilmesi sırasında yapılması önemli değil mi? Demek ki ilk dış borcu Amerikalılardan almıştık. 1936’da İngiliz hükümeti, Karabük demir-çelik fabrikası ihalesini kendi şirketinin kazanması üzerine 3 milyon sterlin kredi açmıştı. 1938’de İngiltere’den toplam 100 milyon liralık kredi almıştık (ironi şurada ki, bunların ödemesini beğenmedikleri DP hükümeti yapmıştı). Keza Nazi Almanya’sı da Türkiye’ye kredi verecekti ama biz İngiliz ve Fransızlardan kredi alınca iptal oldu.
Özetle Cumhuriyet yönetimi kesinlikle yabancı düşmanlığı da, yabancı sermaye düşmanlığı da yapmamıştır. En acı örnek ise hakkında özel kanun çıkardığımız Chester projesidir. ABD’li şirkete binlerce km’lik demiryolu güzergahının 40 km çevresindeki bütün maden ve petrol kaynaklarının işletme hakkını devreden projeyi TBMM’de alkışlarla kanunlaştırmıştık. Ancak bizzat Amerikalılar “Teşekkürler, almayalım” diye geri çevirmişlerdi.
Bu hikâye burada bitmez sevgili okur. Haftaya Chester projesi 32 kısım tekmili birden huzurlarında…
02 Eylül 2012, Pazar
9 Comments
fatih
2 Eylül 2012 at 20:07Mustafa Hocam Allah sizden razı olsun tarihimizin gerçeklerini objektif olarak gün yüzüne çıkardığınız için. Çalışmalarınızın devamını diler ve Allah’ın yar ve yardımcınız olmasını dilerim.
Ömer Faruk emarizoğlu
5 Eylül 2012 at 08:34Hocam yazılarınızda neden hiç kaynak kullanmıyorsunuz?
Yasar Beyaz
17 Eylül 2012 at 03:40Chester sirketi madenlerimize mi ilgi gostermedi, yoksa demiryolunun maliyeti madenleri gectigi icin mi yanasmadi. Amerikalilar normal kosullarda boyle bir firsati kacirmazdi, bu isin arkasinda yatan nedenin ekonomik olmadigi ortada, acaba gercek neden neydi
Yasar Beyaz
17 Eylül 2012 at 03:43Kibrit tekeli verilmesi karsiliginda borc alinmasi manidar, zira bir kuruma tekel devri demek o kuruma butun gelirlerin devri anlamina gelir, diger bir deyisle gelecekte elde edeceginiz gelirin bugunden satilmasidir ki, burada yapilan borclanma degil gelirin iskonto edilmesidir. Anlasmanin sartlarini gorebilseydik ifadenin dogrulugunu anlardik
Yasar Beyaz
17 Eylül 2012 at 03:46Demiryolu, elektrik,, havagazi sirketlerinin verimsiz olmasi da ayrica manidar, o donemdeki tek tasima aracinin tren, tek enerji kaynaklarinin havagazi oldugunu dusundugumuzde ki bunlar tekel niteligindedir, tekellerde karlilik orani maksimumdur, verimsizlik bir arguman olmaktan otomatikman cikar, arkasindaki gercek nedenin soylenmesi gereklidir
Yasar Beyaz
17 Eylül 2012 at 03:49Sizin de ifade ettiginiz gibi borcun bir kismi millilestirmelerden kaynaklanmaktadir, yani millilestirme bedelsiz degil karsiligi odenerek yapilmistir. Cumhuriyetin yeni kuruldugu ve gelirlerinin yok derecesinde oldugunu dikkate aldigimizda ilk donemlerde millilestirme yapilamamasinin dogalligi ortaya cikar, ancak bunu bir kabahatmis gibi sunmak, gercekleri gozardi etmek ayrica degerlendirilmelidir
Yasar Beyaz
17 Eylül 2012 at 03:58Yarin birileri guneydogu meselelerini yazacak olsa sizce hangisinin dedigi dogru olacak, birinin ak dedigine oburu kara derken dogruyu nasil bulacagiz, yoksa dogru bizim gormek istedigimiz mi olacak. 100 yil once olanlari bu sekilde tartismak icinde bulundugumuz problemlere yanit degil, icinde bulundugumuz durumun ne oldugunu anladigimizi saniyorum, bunun icin calismak ve cok calismak gerektigini de, onun yerine tarihin tozlu raflarini eseleyerek, bulduklarimizla insanimizin enerjisini hicbir isimize yaramayacak seylere yonlendirdigimizde gecen zamani nasil telafi edecegiz. Bugun butun tarih kitaplarini yeniden yazsak o isler oyle degildi boyleydi desek, bunlar ne kadar anlamli ve dogru olacak, bunlar yapmamiz gerekenleri degistirecek mi, birakin insanlari bu bir isimize yaramayacak seylerle ugrastirmayi, gelecege vizyon cizin. Eger gelecek vizyonunuz varsa.
karahan
15 Ekim 2012 at 06:29yaşar beyaz…inkılapçılık tarihinin subjektif bi halde anlatıldığına, artık her camianın aklı selim insanları mutabık durumda..ve bu örtme saklama subjektiflik içerisinde aktarma sayesinde elli yılda, kör cahil ekonomiden anlamayan siyasetten bi haber ideolojisi sigortalı bi iş olmaktan öte gidemeyen buna ihtiyacı olmayanlarında zevk eğlence plaj balo dan ibaret sandığı bi hayat yaşama kaygısında olan bir nesil zuhur etti.. işin garip tarafı bunların alayı atatürkçü laik inkılap savunucusu…ne garip değilmi… yalanlarla inşa edilen beyinlerin akıbeti eğer bu kısacık zamanda koca bi kültürü asimile etti ise ben inanıyorumki ‘doğru’nun hakikatin kuvveti ‘yalan’dan sahtekarlıktan daha eşeddir. ve kısa zamanda bu türk nesli doğru aktarılan öğretilen tarihinden ibret ve örnek alarak kendisini ve toplumu alakadar eden tüm mevzularda ufakta olsa fikir sahibi olabilecek bi kapasiteye şamil duruma gelecektir..
Kursat
3 Nisan 2013 at 11:07Hocam anladık Atatürk düşmanı biri oldugunuzu da neden hic elinizde kaynak yok resmi yazı yok yada Nuri Demirağ gibi bir adamın ne yaptıgınıdamı bilmiyorsunuz
Atatürk gercekten büyük adammış bu zamanları 100 yıl onceden gormus ve yazmıs her yere