Başkan adaylarının karnesi

Başkan adaylarının karnesi
Şehir hakkındaki yazılarımı takip edenler İstanbul Büyükşehir belediye başkan adaylarının bugüne kadar çizdikleri portreleri soruyorlar benden. Takip edebildiğim kadarıyla başkan adaylarından bazılarının şimdiye kadar bende bıraktıkları izlenimleri özetle şöyle aktarabilirim sizlere.

Ali Müfit Gürtuna

Kendisine güvenen, konusuna hakim ve apolitik. Avantajları kadar dezavantajları da bu cümlede gizli. MSP-RP-Fazilet Partisi geleneğinde ilk defa siyasi mesaj vermeden seçimlere giren bir adayla karşı karşıyayız. (Ama bu mahalli seçimlerde Gürtuna gibi adayların FP’de yalnız olmadığı da biliniyor.) Dürüst, telaşsız ve kendisinden çok projelerini öne çıkartan tavrı, doğrusu beni cezbediyor. Zannediyorum birçok seçmeni de cezbedecek. Fakat kendini büyük bir baskı altında hisseden FP seçmeninin bu ideolojik olmayan söyleme nasıl ikna edileceği büyük bir soru işareti. Teknik konulardaki performansını siyasallaştıramıyor, bu açıdan Erdoğan’ın tam karşı kutbunda. Bir belediye başkanının uygulayacağı en etkin siyasetin siyaset yapmamak olduğuna bütün kalbi ve kafasıyla inanmış durumda. Bir tarafa verdiği mesaj diğer taraflarca “anlayışla karşılanırsa” kazanabilir.

Ali Talip Özdemir

Türkiye’nin ilk çevre bakanı, Bakırköy gibi müreffeh bir ilçede belediye başkanlığı yaptı. Diğer adaylara göre daha iyi tebessüm ediyor, daha fotojenik. En büyük dezavantajı, İstanbul’un yüzü gülen tarafını temsil etmesi. Oysa Tayyip Erdoğan biraz da o acı çekmişlere mahsus “mahzun” figürüyle kazanmıştı oyları ve kalpleri. Kazanırsa Özal’ın bu son prensinin, arkasında Özal gibi bir motor kuvvet olmadan neler yapabileceğini göreceğiz. (Diğer prensler Özal’dan sonra hazan yaprakları gibi dökülmüşlerdi.) Reklam kampanyası bence Gürtuna’nınkinden daha başarılı; ama amacına bu yolla ulaşabilir mi bilmiyorum. Arkasında güçlü bir medya desteği var. (1994’te Zülfü Livaneli’nin de vardı!) Projeleri iddialı. Kendisi atak. Seçmenindeki kan kaybını durdurup taze oyları alabilmesine bağlı görünüyor seçilmesi.

Zekeriya Temizel

Maliye Bakanlığı gibi halk nezdinde “sevimsiz” bir makamdan İstanbul Büyükşehir belediye başkanlığı gibi popülerliğe ve sevimliliğe çok fazla ihtiyaç gösteren bir makama aday olmayı kabul etmesi ilginç. Eli sıkı bir maliyeci portresi çizdi bakanlığı sırasında. Umarım başkan seçilirse bu özelliğini devam ettirir. Gürtuna ve Özdemir’in aksine belediyecilik tecrübesinden yoksun olarak çıkıyor piste. Az ve öz konuşuyor. Az ama içten gülüyor. İstanbul’u bir sanayi şehri olmaktan kurtarıp ticaret ve finans merkezi haline getireceğini söylüyor ki bu hiç de “solcu” bir politik projeye benzemiyor. (Besim Tibuk’a daha yakışan bir proje!) Eski çevre bakanı Özdemir’den daha çevreci; şehirde dev fabrikaların yapımına karşı. Belediyecilikle ilgili teknik konularda zaaflarını gizleyemiyor.

Yalçın Özer

Mahalli seçimlerin sürpriz isimlerinden. Yılların gazetecisi. Bu yüzden halkla ortak noktalarda daha kolay buluşabiliyor. DYP’nin başarılı bir performans sergileyen reklam kampanyasını kendisinden esirgemiş olmasını izahta doğrusu zorlanıyorum. Hasbi ve hoşgörülü bir aday olduğu izlenimini vermeyi başarıyor. Ayrıntılarına girilmezse projeleri iyi hazırlanmış görünüyor. Diğer birçok partide gördüğümüz genel merkezin kampanyası ile yerel yönetimlerin kampanyası arasındaki koordinasyonsuzluk onun da kaderini belirleyebilir. FP’den Erdoğan sonrası kaçacak oylar için elverişli bir yuva olduğu mesajını verebilirse partisinin İstanbul’daki makus talihini zorlayabilir.

Adnan Polat

Galatasaray’ın eski yöneticisi. Takımının en zor zamanlarında verdiği soğukkanlı demeçleriyle hatırlanıyor. Diğerlerine göre daha teknik değilse bile pratik çözümler önerebilmesi iş adamlığından geliyor. Gecekonduları önleme projesi Robert Owen’ın Lanark’ını hatırlatıyor. Reklam kampanyasında kullandığı “Var mısın?” sözü 3 metre boyunda açılan eli ile biraz harbi ve haşin bir görünüm çiziyor. Az konuşuyor, bir tebessümü bile seçmeninden kıskanıyor. Yine de, gariptir, güven veriyor. Politik bir projesi yok; bu bakımdan diğerlerinden farksız. İş adamlığından edindiği tecrübe ve vizyonu kampanyalarına taşıyabilir ve halkla daha çok buluşabilirse partisine rağmen zirveyi zorlayabilir.

R. Tayyip Erdoğan ve Mohikanların sonuncusu

Osmanlı tarihinde İstanbul’u yönetme geleneği, fetihten hemen sonra, 1453’te Fatih Sultan Mehmed’in devrin önde gelen alimlerinden Hızır Bey’i İstanbul Kadılığına atamasıyla başlar. Bugüne kadar geçen 550 yıla yakın zaman içinde İstanbul’dan onlarca yönetici geçti. Cemil Topuzlu Paşa, Lütfi Kırdar, Fahrettin Kerim Gökay, Bedrettin Dalan ve en son olarak da Recep Tayyip Erdoğan yakın dönemde ilk ağızda sayabileceğim isimler…

Tayyip Erdoğan’ın ismi yalnız bugünlerde değil, 20-30 yıl sonra da diğer “karizmatik” belediye başkanlarıyla birlikte anılacak gibi görünüyor. Hiç şüphesiz yukarıda bir çırpıda adları hafızama üşüşüveren isimler dışında da bu beldeye hizmetlerde bulunmuş pek çok isim zikredilebilir. Ne var ki, hafıza denilen o esrarlı kutu, geçmişin imbiğinden sadece iyi hizmet yapmış olanları değil, hizmetlerini bazı toplumsal veya siyasal taleplerle çakıştıran, bu talepler ve beklentilerle hizmetini halelendirenleri damıtıyor garip bir şekilde.

Recep Tayyip Erdoğan’ın dost düşman pek çok kişide uyandırdığı imaj, suları akıttığı veya çöpleri başarıyla toplattığından değil, bu tekabül ettiği talep ve beklentilere başarıyla cevap verebilmesinden ileri geliyordu. Belediye hizmetleri -ki bu alanda başarılı olduğu zaten ortak bir kabul görmektedir- bu birikmiş taleplerin onun şahsında kendisine akacak yatak bulmasından doğan karizmayı taçlandıran, ona duyulan güveni pekiştiren faktörlerden ibaretti.

Ne Dalan’ın mağrur aristokratlığı vardı onda, ne Sözen’in abus bürokratlığı. Erdoğan’ı bize sevdiren tarafı, muhakkak ki, samimiyetiydi. Buna şimdilerde 5 yaşındaki kızıma bir türlü şiir okuyan bir insanın neden hapse girdiğini anlatamayışım gibi ‘önemsiz bir ayrıntı’ da eklenmiş bulunuyor!

Bir yanıt yazın