• Home
  • Genel
  • Bir idamlık dışişleri bakanı vardı, sessizce asıldı

Bir idamlık dışişleri bakanı vardı, sessizce asıldı

Bir idamlık dışişleri bakanı vardı, sessizce asıldı
Onun hakkında, “Parti arkadaşları arasında, hali, tavrı, giyinişi, konuşuşu. “R” harflerini telâffuz edemeyişi, kimseyi takmayışı, kırıcı davranışları ile sanki uzaydan gelmiş bir yaratık gibiydi” diyordu diplomat arkadaşı Semih Günver ve ekliyordu: “Takatinin hududu yoktu, mücessem faaliyet idi.”
Sunday Times’a bakılırsa o, muhtemelen Türkiye’nin yetiştirdiği en yetenekli Dışişleri Bakanıydı. The Times ise bu tespite “en zeki” sıfatını da ekliyordu.
Peki kimdi tam da 46 yıl önce bugün İmralı’da idam edilen bu ‘aykırı’, ‘yetenekli’ ve ‘zeki’ dışişleri bakanı? Herhalde elimizdeki tanımlara ‘idam sehpasına tekme vurarak ölümden korkmadığını gösteren merhum siyasetçimiz’ açıklamasını eklersek çoğunuz tanıyacaksınızdır onu. O, kemikleri artık İstanbul Topkapı’da Adnan Menderes ve Hasan Polatkan ile beraber dinlenmeye çekilen Fatin Rüştü Zorlu’dan başkası değildir.
Peki kimdir Fatin Rüştü Zorlu?
1910’da anne ve baba tarafından paşa torunu ve İbrahim Rüştü Paşa’nın oğludur. Galatasaray’dan mezun olduktan sonra Cenevre’de hukuk okur. Ardından ver elini dişişleri bakanlığı. Artık Zorlu’nun kaderi uzun yıllar boyunca Türkiye’nin kaderiyle birlikte bu renkli kulvarda şekillenecektir.
“Hariciye” deyip geçmeyin, cazip görünür dışarıdan ama iç yapısı, kendisi de bir hariciyeci olan Büyükelçi Semih Günver’in deyişiyle, bir ormana (jungle) benzer. Sürekli rekabet, dişişleri mensuplarının içini yer bitirir. Dostluklar aldatıcıdır. Büyük balık küçük balığı yutar orada. Alçak gönüllülüğe yer yoktur. Kimse kimseyi gerçekten sevmez.
Böylesine kıyıcı bir rekabet ortamında mücadeleye başlayan Zorlu’nun avantajları yok değildir. Paşa çocuğu ve torunu olmaktan başka, bir de göreve başladığı yıllarda Atatürk’ün değişmez dışişleri bakanı postuna ısınmış olan Tevfik Rüştü Aras’ın kızı Emel Hanımla evlenir, üstelik nişan yüzüklerin bizzat Atatürk takar.
Rüzgârı arkasına almıştır ve artık çalışma vaktidir. Zorlu hakikaten çalışır. İlk büyük deneyimini Montrö Antlaşması görüşmelerinde yaşar (1936), ikincisini Hatay müzakerelerinde (1937). Bakandan takdirnamelerle ödüllendirilir.
Ancak Atatürk’ün ölümü ve İnönü döneminde kayınpederinin bakanlığı bırakması üzerine hamilerini kaybeder ve zor günleri başlar. Şifre Müdürlüğünü, Ticaret Dairesini yönetir. Görevse yapılacaktır. Bir makine gibi çalıştığı söylenir. “Makine gibi yorulmaz, makine gibi insafsız”dır. İş yüzünden etrafını kırıp döktüğü olur. Ama kişisel mesele olmaz hiçbir zaman.
Takvimin yaprakları 1950’yi gösterdiğinde Türkiye’de iktidar değişir ve Adnan Menderes fırtınasıdır başlar siyasette. Türkiye’nin NATO’ya girişinde onun ciddi katkısı görülür. Şu tesadüfe bakın ki, Adnan Menderes de hanımı tarafından uzaktan akrabası olmaktadır. Siyasete girmesi için asıl baskı, bir sonraki seçimlerde, yani 2 Mayıs 1954’de gelir. Ailesi ve yakın çevresi onu siyasette görmek istemektedir. Girer.
Devlet Bakanıdır artık ve Kıbrıs’ın ateş topu gibi olduğu devirlerden birindeyizdir. Kıbrıs politikasında başarılı ilk adımları atar atmasına ama, bu kendini dış politikaya adamış adama ilk darbe, bizzat Demokrat Parti grubundan gelir. Altı ay süren ilk Bakanlığı, 9 Aralık 1955’de DP Grubu’nun meşhur isyanı sırasında sona erer. Bir sonraki bakanlığı için artık 2 Kasım 1957’yi beklemesi gerekecektir.
Bakanlığı sırasındaki en büyük başarısı, Lozan’da muallakta bırakılan Kıbrıs meselesini yine Lozan’ın 30. maddesine dayanarak Türkiye’nin garantörlüğüne bağlamaktır. Müthiş bir müzakere maratonu içerisinde kendisine Lawrence Durrell’in Acı Limonlar adlı romanını delil gösteren Yunanlı meslektaşına Shakespeare’in Othello’sundan cevap yetiştirecek kadar birikimlidir, akıllıdır. Hatta Yunan tarafına en büyük darbeyi nerede indirmiştir, bilir misiniz? Yunan Parlamentosunun Kıbrıs zabıtlarını buldurup çevirterek ve orada, Yunanlıların gizledikleri ENOSİS, yani adanın Yunanistan’a ilhakı tezinin nasıl savunulduğunu İngilizler ve Amerikalıların gözüne soktuğu anda. İşte bu atak üzerine rakibi Averof, “Davayı kaybettik. Zorlu kazandı” demiştir.
Zorlu gerçekten de kazanmış mıdır? Bilinmez. Bilinen bir şey var ki, o da Kıbrıs’ı yeniden Misak-ı Millî sınırlarına katamasa bile, en azından Türkiye’nin garantörlük haklarını dünyaya kabul ettiren bu başarılı antlaşmadan yaklaşık bir yıl sonra, 27 Mayıs 1960 darbesiyle Zorlu’nun kendisini hücrede ve bundan yaklaşık 15 ay sonra da idam sehpasında bulduğudur.
Ondan geriye, “Kıbrıs’ı sattı” diye kendisine demediğini bırakmayan İsmet İnönü’nün son başbakanlığında Kıbrıs’a garantör devlet olarak müdahale etmeye kalkması (ne gariptir ki, İnönü’nün CHP’si mecliste bu Türkiye’nin yüz akı antlaşmaya red oyu vermiştir), daha da ilginci, Kıbrıs’ı sattığı için kendisine küs olan Bülent Ecevit’in 1974’de Başbakanken Zorlu’nun eseri olan garantörlük hakkımıza dayanarak adaya müdahalede bulunmuş olmasıydı. Yani onu uçuracak “Karaoğlan” unvanının arkasında 13 yıl önce ipe korkmadan uzanan başın teri yatıyordu.
Zavallı Fatin Rüştü, Yassıada’dakilere bir türlü laf anlatamayınca Atatürk zamanında aldığı takdirnamelerden medet ummuştu. İşe yaramış görünüyor mu sizce? m.armagan@zaman.com.tr
________________________________________
Son mektubu
Fatin Rüştü Zorlu İmralı’da abdest alarak idam sehpasına çıkan tek mahkûm oldu. Mektup yazmak için izin istedi, verdiler. Kelepçeli elleriyle yazmaya çalıştı, bir türlü beceremedi. Sonunda insafa gelip kelepçeyi çıkardılar. Her satır onu ölüme biraz daha yaklaştırıyordu. Mektupta şunlar yazılıydı:
Sevgili Anneciğim, Emelciğim, Sevinciğim ve Abiciğim,
Şimdi, Cenab-ı Hakk’ın huzuruna çıkıyorum. Sakinim, huzur içindeyim. Benim için üzülmeyin. Sizlerin de sakin ve huzur içinde yaşamanız beni daima müsterih edecektir.
Bir ve beraber olun. Allahın takdiratı böyleymiş. Hizmet ettim ve şerefimi daima muhafaza ettim.
Anne, siz sevdiklerimi muhafaza edin ve Allahın inayetiyle onların huzurunu temin edin. Hepinizi Allaha emanet eder, tekrar üzülmenizi ve hayatta berdevam olarak beni huzur içinde bırakmanızı rica ederim. Allah memleketi korusun.

16 Eylül 2007, Pazar

Bir cevap yazın