Bir yayınevi macerası

Bir yayınevi macerası 
Türkiye’de yayıncılığın biraz tuhaf bir tarihi vardır. Hep kısa vadeli ve günübirlik düşünülmüş gibi gelir insana yayınevlerinin tarihlerine yakından bakılınca. Piyasanın “yürü ya kulum” dediği dönemlerde birdenbire parlayan yayınevleri miadları dolunca sessiz sedasız köşelerine çekiliverir, yerini başka girişimci ruhların maceralarına terk eder.

Şöyle kitapçı vitrinlerine bir bakın; bırakın yüz yıllık, iki yüz yıllık geleneği ve duruşu olan yayınevlerinin, kırk elli yaşını doldurmuş ve ömrü boyunca çizgisini hep korumuş kaç yayınevi bulacaksınız? Remzi Kitabevi, Varlık Yayınları, İnkılap ve Aka (sonradan yalnız İnkılap) Yayınları hala neşriyatına devam ediyor; ama epeyce biçim ve muhteva değiştirerek. Sağ kesimde ise Ötüken Neşriyat belli bir çizgi üzerinde ısrar ederek 60’lı yıllardan bu yana kitap çıkarmaya devam eden yayınevleriden biri. Ötüken’in dışında Hilal ve Bedir gibi eski yayınevleri varsa da bunların eski etkinliklerine sahip olduğunu söylemek zor.

Bir dönem büyük sükse yapmış yayınevlerinden birisi de Çağlayan Yayınevi’ydi. Kurucuları arasında Refik Erduran’ın da bulunduğu bu yayınevi, büyük bir reklam kampanyasıyla çok ucuza cep kitapları çıkarmış ve kitapları kitapçı dükkanlarında değil, gazete bayilerinde satmak suretiyle yeni bir çığır başlatmıştır. Refik Halid Karay’ın ‘Dişi Örümcek’ adlı kitabıyla çıkış yapan Çağlayan Yayınevi’nin ilginç bir hikayesi vardır. İlk günü Erduran şöyle anlatıyor:

“Kitapların dağıtıldığı gün öğleye doğru yayınevi bürosuna geldiğimde içeriye girmek sorun oldu. Telaşlı bir kalabalık yığılmıştı kapının önüne. Atışıyor, itişiyor, kendilerini yatıştırmaya çalışan başbayimiz Fazıl Ünverdi’yi “adamlarını kayırmak” ile suçluyorlardı. Anlaşıldı ki, dağıtılan kitaplar bir saatte tükenmiş. Satıcılar yeni “mal” almak için çekiliyorlarmış. Yurdun her yanından da telefonlar, telgraflar yağıyordu.”*

Su gibi gitmektedir kitaplar. Kitap yetiştiremez duruma düşmüştür yayınevi. Böylesine bir satış patlamasına hazır olmamanın derbederliği onları içine alıp sürükler bir sel gibi. Erduran şöyle devam ediyor sözlerine: “Çağlayan Yayınevi’nin ilk yılını anlatmak güç. O çapta ise hazırlanmamış olmaktan kaynaklanan fantastik derbederlik görüntüleri var gözümün önünde. Ellerinde getirdikleri valizleri açıp para destelerini masa üstlerine döken adamlar bakkal defteri gibi tutulan, sokakta sipariş alınınca sigara paketine not edilen hesaplar “Yahu, bu çekmecedeki paralar nereden geldi?” diye soran muhasebecinin şaşkın yüzü ”İşler büyüyünce Kemal Tahir’den Reşat Nuri Güntekin’e kadar birçok önemli imzanın da uğrak  yeri olmaya başlar yayınevi. Bazı yazarlar bu çok satan kitaplar basan yayınevine takma isimle halk kitapları da kaleme alırlar. Ardından ‘Tef’ adlı bir mizah dergisi de çıkaran yayınevinin sahiplerinin bu satış patlaması karşısında abad olduğunu zannettiniz değil mi? Ne gezer!

Hesap kitap bilmezlikten kaynaklanan dağınıklık, alacaklarını takip edememek, bayilerin para ödemeyi savsaklaması gibi Cağaloğlu’nda birçok dergi ve yayınevinin batmasına yol açan öğütücü faktörler devreye girmiştir bir kere. “Önce matbaa, sonra elde kalan ufak tefek taşınmazların sonuncuları, sonra annemin ve ablamın mücevherleri, antika eşyamız, otomobiller, hatta film kameram, fotoğraf makinem ve tüfeğim (de) satıldı.”

Belki de yayıncılık tarihimizde hala egale edilememiş satış rekorlarını kıran bir yayınevinin hazin hikayesi böyle bitiyor. Hiç şüpheniz olmasın ardında başka hüzünlü sonların tohumlarını bırakarak.

* Refik Erduran, Gülerek: Gençlik  Anıları, İstanbul 1992, Cem Yayınevi.

 Newton’un karanlık yüzü 

Modern fiziğin babası olarak kabul edilen Newton’un bilinmeyen simyacı tarafı ile ilgili olarak bundan bir süre önce bir yazım çıkmıştı. Bu defa onun karanlıkta kalmış kişiliğine dair çağdaş fizikçilerin önde gelen isimlerinden Stephen Hawking’in tespitlerini aktaracağız.

Hawking’e göre Newton geçimsiz, uyumsuz ve kavgacı biriydi. Ünlü kitabı Principia’nın yayınlanmasından sonra Kraliyet Astronomu John Flamsteed’e bayrak açan Newton, rakibinden cevap alamayınca büsbütün köpürmüş ve kendi kendisini Kraliyet Rasathanesi’nin yönetim organına tayin etmiş… İstediği bilgileri kendisine vermemekte direnen Flamsteed’i buradan sıkıştırmaya koyulan Newton, rakibinin direnmesi üzerine onun çalışmalarına el konularak basılmasını kararlaştırmış. Flamsteed ise hemen mahkemeye başvurmuş ve çalışmasının basımını durdurma kararı çıkartmış. Bunun üzerine küplere binen ünlü fizikçimiz ne yapmış biliyor musunuz: Principia’nın ilk baskısında çalışmalarına atıfta bulunduğu Flamsteed’in adını, bir bilim adamına en son yakıştırılacak bir davranışla eserinden silip atmış!

Dahası var:

Bilim tarihinde ender rastlanan bir durum olarak Newton ve Leibniz, matematikteki sonsuz ufuklar hesabını hemen hemen aynı sırada (Newton’un daha önce bulduğu biliniyor) bulmuşlar, fakat önce yayımlamak Leibniz’e nasip olmuştu. Bunun üzerine bilim adamları arasında bu hesabı ilk kimin bulduğu üzerinde tartışmalar başlamış . Ne tuhaftır ki, Newton’u savunan yazıların çoğunu bizzat üstad Newton kaleme almış(!) ve arkadaşlarının imzasıyla yayımlanmıştı! Mesele Kraliyet topluluğuna aksedince Newton’un işi kolaylaşmıştı; çünkü bu davayı görüşmek üzere toplanan komitenin tamamı nasıl olmuşsa hep Newton’un arkadaşlarından oluşturulmuştu! Karar, Leibniz’in fikir hırsızlığında bulunduğu şeklinde tecelli etmiş… Ancak karara mesnet teşkil eden rapor, tarafsız biri eliyle değil, bizzat taraflardan birisi olan Newton tarafından kaleme alınmıştır. (Ne adalet değil mi?) Hawking’in verdiği bilgilere göre ömrünün son yıllarında Darphane Müdürlüğü gibi kazançlı bir işle ödüllendirilen fizikçimiz, burada da yeteneklerini konuşturmuş ve kalpazanlardan birkaçını darağacına göndermeyi başarmıştır.

Sözün özü: Bilim sadece büyük başarıların aydınlık sahnesinde oynanan parlak ve sürekli bir oyun değildir; küçük hesapların karanlık perde arkasında geçen gizli dünyası da bilimin ayrılmaz bir parçasıdır.

Not: Stephen Hawking’in görüşlerini Adrian Berry’nin Tübitak Yayınları arasında çıkan ‘Bilimin Arka Yüzü adlı kitabından aktardım. Berry’nin kitabı bilim tarihindeki buna benzer birçok bilimsel kötülüğü açıkça ortaya koymayı başarıyor. Meraklılarına faydalı bir kitap.

Bir yanıt yazın