• Home
  • Genel
  • Bosna halkı ‘Gâvur Padişah’a nasıl direndi?

Bosna halkı ‘Gâvur Padişah’a nasıl direndi?

Bosna halkı ‘Gâvur Padişah’a nasıl direndi?
Balkanlarda Osmanlı mirası mı? Balkanlar zaten Osmanlı’nın kendisi değil mi?’ Bu netlikte meseleye bakabilen kaç tarihçimiz var? Hadi baktı diyelim, fazları şaşırmadan bu hakikati dillendiren kaç uzmana sahibiz dersiniz?
Ama Bulgar tarihçi Maria Todorova, yazdığı beyin burkan kitabında (‘Balkanlar’ı Tahayyül Etmek’, İletişim Yayıncılık, 2003) Balkanların Batı kültüründe bir hayalet gibi gezindiğini söylüyor. Todorova’nın Balkan hayaletinin hiç beklenmedik anlarda Avrupalıların karşılarına çıktığını ve Batı’nın makyajla düzeltmeye çalıştığı yüzünün çirkinliklerini deşifre ettiğini Edward Said’i de silkeleyerek ortaya koyan sözleri bizi rehavete düşürmesin hiç. Çünkü aynı hayalet bizim de başımızda. Bosna, Kosova ve Makedonya; her üçü de bir hayalet gibi çıkmadı mı karşımıza aniden? O sıralar felç geçirmiş bir bedenin uzun zamandır varlıklarını unuttuğu organlarına yeniden kan yürümeye başladığı sıralarda duyduğuna benzer bir sarsıntı kaplamamış mıydı hepimizin ruhunu?
Aynı şey Osmanlı tarihi alanında da geçerli; hem de fazlasıyla. Balkanlar, evladı olduğu Osmanlı tarihinin mefluç bedenine yolladığı şifalı bitkilerle onu ayağa kalkmaya zorluyor adeta. ‘Kalk, bu garip evladın burada hâlâ nefes alıp verirken nasıl olur da kendini bırakırsın atalete? Komplekslerinden kurtul ve bastırmak için kendini paraladığın babalık duygularına yeniden sahip çık!’
Sadece sosyal bilinçaltında değil, Osmanlı tarihinde de bir Balkan hayaleti gezinmekte ve rahat döşeğinde Ashab-ı Kehf uykusuna gömülmüş tarihçiliğimizin uykularını sık sık kaçırmakta. Tıpkı Bosnalıların, bizim tarihlerimizin alkışlamaktan ellerinin nasırlaştığı 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasına gösterdikleri tepkiler ve isyanların bilinmeyen hikâyesinde olduğu gibi.
Tarihleri var, bizim tarihlere benzemez
Vak’a-i Hayriyye, modern tarihimizin kutsal köşelerinden biridir. Azgın yeniçerileri Sultan II. Mahmud’un toplarının nasıl da başarıyla yok ettiğini anlatmaktan haz alan tarihçiler Yılmaz Öztuna’dan ibaret değildir ne yazık ki. Ağız birliği etmişçesine, toprağın altındaki yeniçerileri çıkartıp hakaretler ettikten sonra bir daha gömmeye doyamayan tarihçilerimiz, inatla hep İstanbul’dan ve devlet açısından bakmaktadırlar meseleye. Böyle olunca da yeniçeriler asla kanlı canlı bir özne olmayı başaramayan birer aciz nesne konumuna itilmekte ve tarihe onların gözüyle bakma şansımız kalmamaktadır.
Aynı durumun taşra için de geçerli olması garip değil mi? Acaba bir Anteplinin, bir Kırımlının, bir Cezayirlinin ve bir Bosnalının gözüyle nasıl görünmekteydi olaylar? Onlar nasıl algılamaktaydı imparatorluğu ve onun geçirdiği dönüşümleri? Eğer tek özne ‘merkezî bürokrasi’ değilse, taşradaki Osmanlılar, merkezin Tanzimat’la birlikte içine girdiği Batılılaşma sürecine nasıl tepki verdiler ve onu ‘Osmanlı’ kalmaya ikna etmek için nasıl umutsuzca direndiler?
İşte bu direnişin kendisidir modern Boşnak kimliğini inşa eden şey. Yeniçeri Ocağı 14 Haziran 1826’da şeyhülislamın fetvası ve padişahın fermanıyla lağvedilmiş ve yeniçeriler ile onlarla ilişkili olan kesimler (Bektaşiler de dahil) ya ortadan kaldırılmış ya da sürgüne gönderilmiştir. Yeniçeri artıkları da Cezayir, Mısır gibi kısmen merkezden uzak bölgelere sığınmak suretiyle canlarını kurtarabilmişlerdi.
İstanbul’da Vak’a-i Hayriyye, Bosna’da Vak’a-i Şerriyye
Yeniçeriliğin kaldırıldığına dair ferman 12 Temmuz’da Bosna’ya ulaştı ve önce o zaman bölgenin idare merkezi olan Travnik’te, 3 gün sonra da Saraybosna’da ilan edildi. Bosna’da yeniçeriler 19 kazaya yerleşmiş durumdaydı ve en önemli Yeniçeri merkezi de Saraybosna’ydı. Bu yüzden ilk Yeniçeri isyanının Saraybosna’da patlak vermesi şaşırtıcı değildir. Fermanı dinleyen yeniçeriler soluğu Fatih Camii de denilen Hünkâr Camii’nde aldılar. Avluda toplanıp ferman-ı hümayuna itaat etmeyeceklerini ilan ettiler. 3 Ekim’de 32 kazadaki temsilcilerle buluşup Padişah’tan ocağın Bosna’da muhafaza edilmesini isteyen bir ‘arz’ yazılması ve İstanbul’a gönderilmesi karara bağlandı. Arz tezkeresi tam 374 müftü, kadı, imam, hatip, beğ, haseki, alemdar ve serdengeçti tarafından imzalandı. (Ne müthiş bir sosyal mutabakat metni, değil mi? Bir de Osmanlı’da padişahın ağzından çıkan söz kanundu, halkın esamisi okunmazdı demiyorlar mı?)
Yazımın devamını gelecek haftaya sarkıtma pahasına bu mutabakat metninin bir kısmını paylaşmak istiyorum sizinle: ‘Ömer Efendi tarafından gönderilen yeniçeriliğin kaldırılmasıyla alakalı ferman-ı hümayunu aldık. Emri anladık. Atalarımız ve biz fetihten bu zamana kadar Şeriat ve kanuna itaat ettik. Daima Padişah’ın emirlerine saygı duyduk. Ne itiraz, ne de isyan ettik. Ama şimdi durum farklı. Biz 40 yıldır savaşlara malımız ve canımızla iştirak etmiş bulunuyoruz. 15 yıldan fazla süren Sırplarla savaş sırasında varımızı yoğumuzu ortaya koyduk ve Belgrad’ın geri alınması uğruna on binden fazla şehid verdik, binlercemiz de yaralandı. Kaleleri tamir etmemiz için verilen emirleri harfiyen yerine getirdik. Fermanların gereğini yapmaya azami ihtimam gösterdik. Padişahımızın mülkünü koruması için dualarımızı esirgemedik ve onun bize iltifat etmesini bekledik. İmdi, yeniçerilik lağvedilince bekledik ki Padişah merhamet ve iyilik kanatlarını üzerimize gersin ve her türlü bidatı durdurup kaldırsın, bize sultanın merhametini bu şekilde gösteren eski nizamı ve askerî teşkilatı muhafaza etsin.’
Bu mektuba II. Mahmud’un tepkisi beklenenden de sert oldu. İstanbul’un, klasik dönemlerinde olduğu gibi taşranın hassasiyetlerine duyarlı olacağını bekleyen Bosnalılar, mektubu imzalayanların işten kovulduklarını ve hain ilan edildiklerini bildiren yeni fermanla derinden sarsıldılar. İstanbul’dan gelen iki görevlinin yeniçerilerin hakim oldukları Saraybosna’ya sokulmamasıyla gerginlik had safhaya varacaktır ve tarihler 22 Aralık 1826’yı göstermektedir. Bir başka deyişle İstanbul’daki yeniçerilerin kökleri kazındıktan 6 ay sonra bile Saraybosna, yeniçerilerin kurtarılmış şehri durumundaydı ve direniyordu ‘Gâvur Padişah’a.
Siz tatlı tatlı okurken bana ayrılan satırların duvarına tosluyor ve devamı haftaya diyorum Saraybosna’dan.

Bir cevap yazın