• Home
  • Genel
  • ‘Büyük Fetih’in ışığında Fetih 1453

‘Büyük Fetih’in ışığında Fetih 1453

Beklenen film 16 Şubat günü saat 14.53’te başlayacaktı. İlk sahneler istisnasız hepimize “İyi ki gelmişim” dedirtti.

Önce “İstanbul mutlaka fetholunacaktır” diye başlayan hadis-i şerifin ışığında Medine’ye odaklandık ve emri alan ashab-ı kiramın açtığı kapıdan çıkıp Şehzade Mehmed’in Edirne Sarayı’nda doğumuna tanıklık ettik. Bu, nicedir yazıp durduğum, İstanbul’un fethinin sağlıklı bir tarihî zemine oturtulması adına son derece umut verici bir başlangıçtı. Zihnimizdeki ‘acaba’lar uçup gitmişti; koltuklarımıza daha rahat yerleşebilirdik.

İlk kırılma, surlara sancağı dikmesi dışında tamamen meçhulümüz olan Ulubatlı Hasan’ı Fatih’in kılıç hocası olarak gördüğümüz sahnede başladı ve o andan itibaren bir Ulubatlı-Fatih rekabetidir başladı. Ne yalan söyleyelim, daha renkli bir karakter kazandırılan Ulubatlı’nın, ışıklar yanınca Fatih’ten daha fazla akıllarda kaldığını fark ettik.

Baştan şunu söyleyeyim ki, “Fetih 1453″ü genel anlamda olumlu ve etkileyici buldum. Fetih hadisiyle başlaması ve onu Fatih’in doğumuyla sıkı sıkıya ilişkilendirmiş olması, filme Asr-ı Saadet’e uzanan müthiş bir derinlik kazandırıyor ve şimdiye kadar yapılan Fetih filmlerinin kesinlikle üstüne çıkartıyordu. Bence filmdeki en etkili sahnelerden biri, göçük altında kalan lağımcıların, Bizanslıların kılıçlarıyla can vermektense barut fıçılarını ateşleyerek o anı gerçek bir trajediye dönüştürmeleriydi.

Filmin mesajı, bu tipte bir prodüksiyondan beklenmeyecek ölçüde olumluydu. Eşini ve çocuğunu bile yanından uzaklaştırması ve kendisini fethe adaması önemliydi.

Ne yalan söyleyeyim, zaman zaman fazla “dinci” ve “milliyetçi” bulduğum yerler bile oldu. Özellikle Bizanslı ve Papa dahil Batılı yöneticileri aciz, kalleş ve korkak gösteren kısımlara gerek yoktu bence. Unutmayalım ki, Konstantin’i küçültmek, Fatih’i büyütmez; aksine onun büyüklüğünden de bir şeyler eksiltir.

Filmin eleştirilmesi gereken yanları da yok değildi.

Mesela Ulubatlı Hasan’a aslında bir Müslüman kızı olduğu belirtilen Era’yla bir Holivut filmindeymiş gibi gayri meşru cinsel ilişki yaşatılmış olması, ona biçilen “İslam kahramanı” tipiyle tezat teşkil ediyor. Fethi başından beri destekleyen, hatta morali bozuk olduğu sırada Fatih’e uyarı mektubu dahi yazan Akşemseddin’in, filmde misafir oyuncuymuş gibi epey geç ortaya çıkması da ciddi bir hata. Şişmanlığıyla Nasreddin Hoca’yı andıran Akşemseddin fazla rind kaçmıştı. Fatih’in Kürt hocası Molla Gürani ile Molla Hüsrev de yoktu ortada.

Fatih namaz kıldırdı mı?

Çandarlı Halil Paşa gibi tecrübeli bir sadrazam, hem Fatih, hem de diğer vezirler tarafından fazla aşağılanmış. İstanbul’un kuşatılmasını riskli gördüğü doğru ama bu, fethe karşı olduğu anlamına gelmez. İnisiyatifi elden kaçırmadan ve muhtemelen tahrip edilmeden alınmasını istiyordu. Lakin Zağanos Paşa da olsa kimse bir sadrazama “Dilerim sultan kelleni vurdurur” diyemez. Dese bile sadrazam bunu sineye çekmez. Bir bakanın başbakana “dilerim seni asarlar” dediğini, onun da bunu normal karşıladığını düşünün. Sonuçta kukla tiyatrosu seyretmiyoruz, değil mi? (Bu arada acizane kanaatim, Zağanos karakterinin Fatih’e daha iyi oturacağı yönünde.)

Fatih ile Konstantin’in surların dışında karşı karşıya gelmesi de gerçeklere tamamen aykırı. Film icabı böyle bir sahneye ihtiyaç duyulsa bile daha gerçekçi bir formülü bulunabilmeliydi.

Fatih’in, surların önünde ordusuna namaz kıldırmasının da gerçeklerle en ufak bir ilgisi yok. Bizanslıların namaz kılanlara dokunmaması bir başka tuhaflık. Kaldı ki, Fatih namaz kıldırmaz. Ayasofya’daki namazda dahi imamlığa Akşemseddin’i geçirdiğini biliyoruz.

Top döküm sahneleri filmin en başarılı bölümlerindendi. Lakin “Şahi top” sanki Urban’ın yaptığı topun özel ismiymiş gibi sunuluyor. Oysa “Şahi”, büyük topların genel adıdır. Urban’ın rolü de abartılmış olup Era’yı evlatlık alması tamamen kurgu eseridir.

Ayrıca İstanbul surları sanki tek kattan ibaret gibi gösteriliyor. Oysa üç kat sur vardı ve surların arasında derin hendekler bulunuyordu. Her ne kadar bunların deniz suyuyla dolu olup olmadığını bilmiyorsak da, belki de susuz olması, suyla dolu olmasından daha fazla zorlaştırıyordu kuşatanların işlerini.

Konstantin’in yarı çıplak Bizanslı kadınlarla havuza girme ve aralara zoraki serpiştirilmiş öpüşme sahnelerinin de hadisle başlayan bir filmde çok sakil kaçtığını belirtelim.

Sonuçta her tarihî filmde eleştirilecek noktalar bulunabilir. “Fetih 1453″ün bütün bu defoların ötesinde fetih olayını başarılı bir prodüksiyonla buluşturan ilk gerçek tarihî film olduğunu söyleyebilirim.

Bundan sonra Fethin asıl mesajının filmleştirilmesi gelebilir ama oraya varmak için almamız gereken daha çok mesafe var. Çünkü Fatih’in İstanbul’u alma tutkusu, yalnız maddî değil, manevî temellere de dayanır ve filmin başında verilen muhteşem mesaj, taşa saplanan kılıç gibi orada çakılı kalmıştır. O kılıcı, oradan çıkarıp bilim ve marifet sahillerine saplamayı hedef alacak bir “Fetih 857” filmine bilseniz ne çok ihtiyacımız var.

Büyük Fetih

Fetihten 10 yıl sonra “Küçük cihad bitti, büyük cihada başlıyoruz” diyen bir Fatih portresi karşımızda. Medreseyi yaptırırken “cihad-ı asgardan cihad-ı ekbere müracaat” ettiğini yazdırmış vakfiyesine.

Sizin anlayacağınız, İstanbul’un Fethi dahi, onun nazarında, yapılacak olan büyük ruh ve zihin açılımının yanında küçük kalır demesek bile asıl fethe basamak teşkil eder. Bu, Nurettin Topçu’nun kastettiği anlamda Büyük Fetih’tir. Bunun için başına ulema sarığı takmış, bu yüzden alimler karşısında ayağa kalkmış, bu sebeple fırsat buldukça medreselere ders dinlemeye koşmuştu. İstanbul’un mekân olarak fethi, bu Büyük Fethin ‘fatiha’sı olacağı için önemliydi.

Fatih bu Büyük Fetih hareketini başlattı ama bitiremedi. Lakin bize o taşlarda donmuş arzuyu miras bıraktı. Nitekim Hızır Bey Çelebi, bu arzunun ipuçlarını şöyle vermişti:

Feth-i Stanbul’a fırsat bulmadılar evvelûn

Feth edip Sultan Muhammed didi tarih ‘Âhirûn’.

Yani İstanbul’un fethine ondan öncekiler nail olamazken, Fatih hem onu fethetti, hem de şu tarihi düşürdü: ‘Sonrakiler’.

Sonrakiler, yani gelecek nesiller… Yani bugün için biz…

19 Şubat 2012, Pazar

9 Comments

  • goksel altuntaş

    19 Şubat 2012 at 16:05

    Hocam yazılarınızı beğeniyle takip etmeye çalışıyoruz. Özellikle özellikle cumhuriyet tarihimizle ilgili bilgilendirmelerinizi çok önemsiyoruz.
    Hocam şöyle bir sorumuz olacak; Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiriyle Mustafa Kemal’in bizzat ilgilenerek yazdırttığı söyleniyor, Bu doğrumudur

    Yanıtla
  • Kinyaz Aydın

    20 Şubat 2012 at 06:55

    Yazının için teşekkürler, filmden sonra aklıma takılan bir çok soru olmuştu, sayenizde cevaplarını bulmuş oldum. Film’den beklentim yüksek olduğu için mi bilmiyorum ama daha iyisini bekliyordum, gene de izlenmesi gereken bir film.

    Yanıtla
  • ayşe

    21 Şubat 2012 at 00:05

    Filmde gereksiz çok az sahne vardı belki,evet.mesela bizanslı bayanların raksları ve buna benzer AMA istanbul surlarının 3 kat oldugu sonlara doğru gösterilmişti.ayrıca bizanslı yöneticiler korkak ve kalleş gösterilmemişti, hatta bizans kralı kaçın diyen yardımcısına ‘hiç yoksa onurumla ölmek istiyorum’ dedi gitmedi.ayrıca sadece ilk sahne manevi gerisi maddi değildi filmin sonuna kadar ben maneviyatı hissettim.ağlaya ağlaya dua ederek izledim.o mesele demek ki hissetmekle alakalı.ayrıca film bittiğinde ulubatlı fetihten daha fazla akılda kalmadı.kalması gereken kaldı.asıl mesajı almak isteyenler bunu anlamışlardır.ilk defa bu kadar güzel bir film yapıldı.bu filme gidip nasiplenecek bir sürü insan var diye düşünüyorum.destek vermek gereken yerde birbirimize destek vermeliyiz.ben herşeye rağmen ALLAH razı olsun diyorum bu filmi yapanlardan.

    Yanıtla
  • muhammed yusuf

    23 Şubat 2012 at 17:20

    Ben sayın mustafa armağana katılıyorum gerçek manada bir tarih filmi yapılmalıydı nedense bir şekilde bu filmi yaptık oldu bitti mantığıyla yapılmış buluyorum biraz acele edilmiş sanki eğer filmi yapan kişiler tam manada bizim sahip olduğumuz tarihi şuura sahip olasydı atlanmaması gereken şahslar atlanmazdı.Bi de şunu anlamıyorum film de islami esasları göz ardı etmek hele FETİH 1453 konulu olan bir filimde bana biraz sakıncalı geliyor..Filim de o tarihteki fetih ruhu(islam dinin esasları) sanki günümüz türkiye’sindeki islam dan nasibini almamış kulakdan dolma bir islami kanaata sahip kişiler tarafından çevirilmiş gibi.Artık İSLAMİ ÇİZGİDEN UZAKLAŞMAYAN TARİHÇİLERDEN YARDIM ALMANIN VAKTİ GELMEDİ Mİ?????
    İstirham ediyorum ARTIK ORYANTALİST KİŞİLERİN BAKTIĞI GÖZLÜKLERLE BİR CİHAN DEVLETİ OLAN OSMANLIYA(bizim ceddimiz olduğunu unutmayalım) BU GÖZLÜKLERLE BAKMAYALIM………………………(bence halen daha gazımızı almaya devam ediyorlar).

    Yanıtla
  • münzevi

    28 Şubat 2012 at 19:40

    allah razı olsun hocam.sizin sayanizde birşeylerin farkına varıyoruz. filme büyük beklentiler ile gittim ama beklediğim gibi dğildi.artık öyle bir zamandayız ki insanlara zina çok normal geliyor.bir ulubatlıya bile bunu yakıştırabiliyorlar(gerçekte olsada olmasa da) bunları söylediğimde çok tepki alıyorum. insanlara nefislerine hoş geleni kabul ediyorlar, gerçekleri değil. vessalam…

    Yanıtla

Bir yanıt yazın