Lütfen şu üç cümleyi peş peşe, yutarcasına okuyalım:
“Bütün Kur’an’ları yaksak, bütün camileri yıksak, Avrupalının gözünde Osmanlıyız; Osmanlı, yani İslam. Karanlık, tehlikeli, düşman bir yığın! Olimpos Dağı‘nın çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını hep bu gözle gördüler.”
“Haçlı seferlerinin en büyük zaferi ders kitaplarımızdır.”
“Kamus, bir milletin hafızası, yani kendisi; heyecanıyla, hassasiyetiyle, şuuruyla. Kamusa uzanan el namusa uzanmıştır. Her mukaddesi yıkan Fransız İhtilali, tek mukaddese saygı göstermiş: kamusa.”
Ve ardından düşünelim:
Bu adam nereden konuşuyor?
Hep birlikte aynı kanaate varacağımızdan eminim:
Toprağın, selin süpürüp götüremediği derinliklerinden geliyor sesi…
O kadar derinden konuşabildiği için kalıcı oluyor zaten Cemil Meriç’in yazdıkları.
*
Bundan tam 34 yıl önce sevgili Ekrem Kızıltaş ağabeyden almıştım o kara haberi:
- Cemil Meriç vefat etmiş, haberin oldu mu?
Cağaloğlu’nun maruf mekânlarından Üretmen Han’ın en üst katında Risale Yayınları’nda çalışıyorum o tarihte. Telefonun ahizesini yerine koyduğumda adeta beyin derilerimin soyulduğunu hissedecektim. Öyle ya, 16 yaşımdan beri tanıdığım ve okumaya doyamadığım, Eyüp peygamber sabrıyla taşlaşan fikir ortamımıza Ferhat misali birkaç damla su getirmeye soyunan Üstadın elini öptüğüm ilk gün dün gibi aklımdaydı. Nasıl olmasındı ki. Zihnimi bileyleyen taştı o. Zembereğimi kuran ellerdendi. Beni yayına yerleştirip istikbale fırlatan mahir ustalardan daha doğrusu.
Sade ben mi?
Bir nesil, daha doğrusu nesiller onun yalnız beyinlerimize değil, kalplerimize de üflediği diriltici nefesiyle kendine geldi, büyüdü, serpildi. Tanzimat’la başlayan köklerimizden kopuş sürecinde yaşadıklarımızdan kahroldu, benzersiz projektörüyle günümüzü ve önümüzü aydınlattı, “Bu Ülke”nin istikbalde nasıl kendisine güvenen, çalışan, okuyan, sorgulayan, didikleyen, çırpınan, ezberleri bozmaya amade nesillerce ayağa kaldırılacağının formüllerini geliştirişine hayran oldu. O yolda yürümeye and içti. Bugün milliyetçi ve mukaddesatçı (şimdilerde muhafazakâr denilen) camiada onun fikirlerinden birkaç damla olsun emmemiş pek az aydın bulunur.
*
Yine üç cümlelik “grejuvalar”, yani düştüğü yerde yangın çıkaran, “Rum ateşi” denilen ama Müslümanlar icat ettiği halde Bizansa mal edilen yanıcı silahlar:
“-İzmler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleri. İtibarları da menşelerinden geliyor, hepsi de Avrupalı!’”
“Murdar bir hâlden muhteşem bir mâziye kanatlanmak gericilikse her namuslu aydın gericidir.”
“Muhteşem bir maziyi daha muhteşem bir istikbale bağlayan köprü olmak isterdim, kelimeden, sevgiden bir köprü.”
Son cümlenin ilk kısmını olmak istemeyenimiz yok gibi. Ancak o bunu başarmıştı: Kelimeden ve sevgiden bir köprü kurdu. O köprüyü ayakta tutmak biz talebelerinin aslî vazifesidir.
*
Batı’da ölen mühim insanların arkasından şu beylik ifade kullanılır:
“Onun ölümünden itibaren dünyamız daha az ilginç hale geldi.”
Bu şık cümleyi 13 Haziran 1987 günü dünyasını değiştiren Cemil Meriç hakkında kullanamayız gibime geliyor. Çünkü onun 1987’ye kadarki “hayatında” –devrin şartları icabı- anlaşılamayan ilginç veçheleri bugün daha iyi fark ediliyor, kavranıyor, yalnız dile vurmakla kalmıyor, Cemil Meriç gibi düşünmenin kapıları zorlanıyor.
Kısacası Cemil Meriç 1987’de olduğundan daha ilginç geliyor günümüz gençlerine. Her geçen gün üzerimizi saran ideolojilerin bir zırhını daha delerek gençleşiyor. Bizi de gençleştiriyor.
Üstad Necip Fazıl’ın onun gözlerini kaybetme dramını bir manevî müjdeye vesile kılan cümlesiyle bitirelim sözlerimizi:
“Allah’ın iç gözü daha iyi görsün diye dış gözünü kapattığı, sahici münevver Cemil Meriç…”
KUTU
Büyük Doğu ve Necip Fazıl hakkında ne demişti?
Cemil Meriç’in sağlığında yayınlanmış son röportajı olduğunu tahmin ettiğim aşağıdaki metin kitaplarına da girmemiştir. Yayınlanışından 35 yıl sonra bu söyleşi ilk kez Yeni Akit okuruyla buluşuyor. Tavır dergisinin Mayıs-Haziran 1986 tarihli sayısında çıkmış olan bu kısa söyleşi Meriç’in eski deyimle “ivicaclı” (girintili çıkıntılı) düşünme tarzının beliğ bir numunesi olarak okunmalıdır. Olduğu gibi yayınlanmıştır.
Necip Fazıl ve Büyük Doğu davası hakkında yöneltilen suale şöyle cevap verir:
“Her sevgi güzeldir. Bilhassa samimi ve genç sevgiler… Fakat ben, iştirak etmiyorum. Ben o kadar büyük değeri olduğuna kâni değilim. Şairdir… Konuşmasını iyi bilir. Değerli bir insandır. Ama öyle dünya çapında filan… Onları karıştırmayın… Yani ben karıştırmam demek istiyorum. Ama tekrar ederim, inançlarınıza ve görüşlerinize sonsuz saygım var… Yalnız ben şahsi olarak aynı kanaatte değilim. O kadar mübalağa etmemek lazım. Herşeyi olduğu gibi görmek ve göstermek lazım. Necip Fazıl’a saygım var. Esasta dostumdu yani. Fakat bu saygıyı mübalağa etmemek lazım.
Efendim, tabii Necip Fazıl Müslüman bir zattı ve İslam dünyasına karşı… Türkiye’de okumuş yazmış kesim üzerinde çok büyük tesiri oldu. Büyük faydası olmuştur. İslamiyetin devamında büyük faydası olmuştur. Fakat şairdi daha çok. Mütefekkirden fazla şairdi. Benim nazarımda öyleydi Necip Fazıl bey. Bir şey daha söyleyeyim: Necip Fazıl’ın okuyacak zamanı da yoktu. Fazla okumuş bir adam değildi, maalesef… Yani belli konularda çok malumatı vardır, fakat belli konulara da hiç dokunmaz.
Necip Fazıl değerli bir şairdir. Çok güzel konuşur. Terbiyeden de geçmiştir. Piri vardı o zaman. Abdülhakim Arvasi… Onun tesiri altında kalmıştır. Onu tanıdıktan sonra zaten kendini bulmuştur. Ve değerli bir yazar, değerli bir polemikçidir. Polemikte üstüne yoktur. O dönemde bir ben varım… Yani benim aleyhimde bir şey yazmamıştır. Allah razı olsun. İltifatkâr davranmıştır bana karşı. “Türkiye’de gerçek aydın Cemil Meriç” diye iltifatkâr bahsetmiştir bendenizden. Benim de Necip Fazıl’a karşı büyük muhabbetim var. Dergisinde de yazdım… Çok istiyordu yazmamı… Benim de çıkmama, yazmama vesile oldu[1].
- Büyük Doğu’yu biz bir dünya görüşü olarak ele alıyor, İslami hayatta tatbik işinde bir “tatbik vasıta sistemi” olarak görüyor ve kurtuluşu bu düşünceyi hakim kılmakta görüyoruz. Bu konuda söyleyecekleriniz var mı?
Valla efendim ben bunu büyük hayal telakki ederim. Güzel bir hayal telakki ederim. Tatbik edilmesine dua ederim. Allah muvaffak etsin. Fakat dediğim gibi, Necip Fazıl mütefekkir değildir. Necip Fazıl şairdir ve şiir tarafı büyüktür. Yani bir Yahya Kemal’le, bir Mehmet Akif’le kıyas edilebilir.”
[1] Nitekim 1978 yılında neşrine başlanan Büyük Doğu’nun 14. Devre sayılarında Cemil Meriç’in yazılarına rastlanır. Bir örnek olarak bkz. Cemil Meriç, “Çırağan Sarayı baskını”, Büyük Doğu, Sayı 3, 22 Mayıs 1978, s. 12.