• Home
  • Genel
  • Çetin Altan, Akif’in oğlunu neden dilenci kılığına soktu? 

Çetin Altan, Akif’in oğlunu neden dilenci kılığına soktu? 

Sosyal medyada nereye baksanız aynı terane: 

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif’in oğlu Çetin Altan’dan borç para isteyecek hale düşmüş. 

‘Yazıklar olsun! Nerde bu devlet? Millete İstiklal Marşı’nı armağan etmiş bir şairin evladının düşürüldüğü hale bak’ diye resmi ideolojiye çıkışılacağına, laf ‘İslamcı şair Akif’in oğluna bir sosyalist sahip çıkmıştı’ya getiriliyor. 

O zaman iddiadaki hinliği didiklemek boynumuzun borcu olsun. 

Hakikaten böyle bir hadise geçmiş mi ve en önemlisi, işin aslı ne?

Tarih matkabımızı bu iki soruyu cevaplandırmak üzere çalıştırıyoruz. 

Çetin Altan’ın Akif’in oğlu Emin hakkında zannedildiği gibi bir değil, iki yazısı var. İlki sosyal medyanın diline düşmüş olup internette ulaşılabilen 5 Ağustos 1999 tarihli Sabah gazetesindeki. Ancak araştırmacıların şimdiye kadar atladıkları ikinci bir yazı var ki, turnusol kâğıdı değerinde. Öyle ki Altan kendi iddiasını kendisi çürütüyor bu yazıda. Bu vadide kalem oynatan akademisyenlerin dahi ulaşamadığı bu yazıyı aşağıda bulacak ve meselenin ne olduğunu öğreneceksiniz. 

Şimdi yaygın olarak bilinen Sabah gazetesindeki yazıdan başlayalım okumaya:

Akif’in sözde dilenen oğlu 

“1961, yahut 1962’ydi. Milliyet’teki odamda oturuyordum. Yanımdaki odada da, İttihatçı politikalarına ve arkasından da 1920’ler Ankara’sına karşı çıktığı için; Cumhuriyet’den sonra, Türkiye’de oturması istenmeyen “150 kişilik liste”ye girmiş Refi Cevat Ulunay oturuyordu. (…) Ulunay’la ortak bir odacımız vardı, Bayram. (…) Bayram içeri girdi:
ÖNE ÇIKAN VİDEO

Sizi biri görmek istiyor, dedi.

– Buyursun… 

İçeri tıraşı uzamış, üstü başı bakımsız, yaşlıca, çelimsiz bir adam girdi. Hazırolu andıran bir duruş ve hafif bükük bir boyunla:

Bendeniz, dedi, Mehmet Akif’in oğluyum…

Bir anda ne olduğumu yine şaşırdım ve nasıl şaşırdım bilemezsiniz. 

Eski bir dostluk havası yaratmak istercesine:

 – Oooo buyurun buyurun, nasılsınız… türünden bir yakınlık göstermeye çalıştım.

O tavrını bozmadı:

– Rahatsız etmeyeyim, dedi. Sizden ufak bir yardım rica etmeye gelmiştim… 

Gökler mi tepeme yıkıldı; yer mi yarıldı da, ben mi yerin dibine geçtim; doğrusu fena allak bullak oldum…

Ve yine tek yapabileceğim şeyi yaptım, cüzdanımı çıkarıp uzattım. 

O, bükük boynuyla:

– Siz ne münasip görürseniz, dedi.

Cinnet cehennemlerinin tüm yıldırımları düşüyordu yüreğime. 

Durun bakalım neyimiz varmış, gibilerden cüzdanı açtım; içinde ne varsa çıkardım, -fazla bir şey de yoktu- elimde tuttum. Bir iki adım attı. Sanırım sadece bir 10, yahut 20 lira aldı…

-Çok çok teşekkür ederim, rahatsız ettim, dedi ve çıktı.”

Şimdi de Refi’ Cevad Ulunay’ın veya kendi kısaltmasıyla Ulunay’ın 30 Ocak 1965’de yine Milliyet’te çıkan yazısından ilgili kısmı aktaralım. Ulunay’ın bize farklı bir hikâye anlattığı hemen fark ediliyor:

Akif’in oğlu Ulunay’ın odasında 

“İki ay kadar oluyor, orta yaşlı bir zat matbaada ziyaretime gelmişti.

– Ben Mehmed Akif’in oğluyum, ismim Emin’dir. (…) Müşkil durumdayım, dedi, Karacabey harasında günde ufak bir ücretle çalışıyorum ve 15 seneden beri orada barınmaktayım. (…) Karacabey’de zelzele harayı altüst etti. Hara müdürü: ‘Buraları eski haline getirilinceye kadar git, başının çaresine bak’ dedi. Beni bu durumdan kurtarmak için tavassutunuzu (aracılığınızı) rica ediyorum.

Elimden geleni esirgemeyeceğimi söyledim. Alâkadar makamlara müracaat ettim ve neticeyi bekledim. Evvelki gün Mehmed Akif’in oğlundan bir mektup aldım, Ziraat Bakanlığı’ndan tekrar haraya gönderildiğini ve kendisine yer olarak merkeze 7-8 km. mesafede (…) yatıp kalkabileceğini söylediklerini yazıyor. Sobasız, gıdasız, pislik içinde olan buradan kurtarılmasını rica ediyor. Hatta bana şöyle bir kıt’a da yazmış:

“Tut elimden diyerek, boynumu büktüm Ulunay,/ Yüzde yüz üzdü senin gönlünü bitkin durumum./ “Akif’in oğlu!” dedim, sen de şaşırdın. Bu mu? Ay!/ Sürünüp kıvranıyor, iş arıyor. Vay gidi vay!”  

Bu zat hiçbir şey olmayabilir. Fakat Mehmed Akif’in oğludur.” 

Yukarıda 35 yıl arayla aynı gazetede yayınlanmış iki yazıyı okuduk. Ulunay’ın yazısında iş meselesinde aracılığını isteyen dostu Akif’in oğlu nasıl oldu da tanımadığı Altan’ın yazısında ondan para dilenen bir kılığa sokuldu? 

Her iki yazıyı okuduktan sonra bende uyanan bu soru işareti ve şüpheyi takip ettiğimde ilginç bir sonuca vardım. İlkinden 17 yıl sonra, ikincisinden 17 yıl önce neşredilmiş bu ortanca yazıda bir sürpriz bizi beklemekteydi. Okursanız saklı sürprizi siz de göreceksiniz:

İşte Çetin Altan’ın bu defa 11 Ocak 1982 günkü Milliyet’te çıkan “Mehmet Akif’in oğluyla Namık Kemal’in oğlu” başlıklı yazısından bir bölüm:

Akif’in oğlu meğer dertleşmeye gelmiş

“Bundan 20 yıl kadar önceydi. Milliyet’in eski binasındaki odamda yazımı bitirmiş mektuplara bakıyordum. Kapı hafifçe vuruldu, içeri sıskayla kavruk arasında, tıraşı uzamış yaşlıca bir adam girdi. Ürkek ürkek:

Afedersiniz rahatsız edebilir miyim,dedi.

Masanın önündeki iskemleyi gösterdim:

Buyurun, dedim.

Birbirine bitiştirdiği dizleriyle iskemlenin ucuna ilişti:

Bendeniz Mehmet Akif’in oğluyum, dedi.

Afallamanın en kırık dökük“Yaaa”sı çıktı ağzımdan. (…) Akif’in oğlu fakir giysiler içinde, eski İstanbul çelebiliğinin son elçisi gibi söze nereden başlayacağını kestiremiyor, ben de resim müzesinde gezerken konuşmaya başlamış bir eski zaman portresine bakar gibi ona bakıyordum.

Mehmet Akif’in oğlu oturuyordu karşımda, yakalarının ucu kıvrılmış gömleği ve düğmüğü cilalanmış kravatıyla.

Her okunuşunda herkesin ayağa kalkıp hazırol durduğu dizelerin ozanından arta kalan bu canlı yadigâra, yaşam nedense fazla gaddar davranmış görünüyordu.

Akif’in oğlu unutamayacağım biraz acılı, biraz kırık, biraz kalender bir gülücükle:

Sizinle dertleşebileceğimi düşünerek geldim, dedi.

Kendisine, yakınmasına olanak vermeden halden anlayacak bir dost arıyor gibiydi. (…) 

Akif’in oğlu ucuna iliştiği iskemlede, birbirine bitişik dizleriyle, boynu azıcık bükük, ayakkabılarının ucuna bakıyordu.

Çay içip bir süre dertleştik. Ayrılırken yalnızlıktan azıcık kurtulmuşluğun hafifliğinde, dudak ucuyla olmayan dostça bir teşekkür bırakmıştı kulaklarımda.”

*

Hayret ki hayret! 

1982 tarihli yazısında Çetin Altan’a sadece dertleşmeye geldiğini söyleyen Emin Akif, 17 yıl sonraki yazıda para dilenmeye gelmiş biri kılığına sokulmuştur. Ne gariptir ki, Altan ilk yazısında bu bomba ayrıntıya yer vermemişti. Hem zaten böyle bir hadise gerçekten olduysa 1960’larda bu bombayı patlatması gerekmez miydi namı sosyaliste çıkmış yazarın?

Ben Çetin Altan’ın para isteme sahnesini senaryoya sonradan eklediği kanaatindeyim.

Kalemler üzerinde böylesine basınçlı bir etki bırakmıştı 28 Şubat süreci de ondan. 

İslamcı Akif’in oğlu da 28 Şubat’tan nasibini bu şekilde almış oldu anlayacağınız.

Bir cevap yazın