“Erkek egemenliği” masalı

“Erkek egemenliği” masalı
Hadi Simone de Beauvoir ya da Kate Millet okuyarak ‘bilinçlenen’ / ‘bilenen’ feministleri anladık, peki yazılarından mazbutluk akan birtakım erkeklerin şu “erkek egemen” masalına kanarak feminist koroya katılmalarına ne demeli? Türk toplumu erkek egemenmiş, kadınları eziyor, hatta hizmetçi yerine kullanıyor, onlara söz hakkı vermiyor, hatta nüfusun yarısını teşkil ettikleri halde mecliste kafi derecede temsil edilmesine imkan tanımıyormuş vs. CHP lideri Deniz Baykal’ın “erkekler cumhuriyeti ve maço çıkışı işe yaramış görünüyor. (Muhtemelen farkında olmadan Cumhuriyet’in niteliğine yöneltilen en ağır eleştirilerden birisiydi gerçekte bu. Bir milleti kadın-erkek diye ikiye bölerek, cinsel farklılık üzerinden siyaset yapmak Türkiye Cumhuriyeti’nin üniter yapısının temeline konulmuş bir dinamitten farksızdır. Bu ilginç noktayı bir başka yazımda etrafıyla ortaya koyunca “kota” yanlıları epey rahatsız olacak; ne yapayım ki “kadın” konusu Pandora’nın Kutusu gibi; bir kez açılınca sonuna kadar tartışmaya devam etmekten kimse kaçamaz.)

Ataerkil (patriyarkal) toplumun eleştirisinin yalnız feminizmle değil, sosyalist ve Marksist hareketle de yakın akrabalığı bulunuyor. Nitekim Engels, sınıfsız toplumların eşit paylaşıma dayalı yapısının tarihte erkek egemenliğinin doğuşundan önceye rastlayan “anaerkil” toplumlarda var olduğunu söylemişti. Bachofen’in “Analık Hukuku” adlı çalışmasında da anaerkil toplumların, zamanla onu deviren ve yerine geçen (!) ataerkil toplumlardan farkı vurgulanmış, bu iddialar bazı antropologların sözde bulgularıyla (örneğin sonradan bu bulgulardan tövbekar olan M. Mead) desteklenmişti.

1960’larda bazı kadın yazar ve akademisyenler tarafından hararetle savunulan tarihte “kadın egemen” ya da “annenin yönettiği” toplumlar olduğu iddiası artık bilim çevrelerinden kırmızı kart görmekte. Zaten anaerkil olduğu söylenen toplumlarda da yönetim bizzat kadınlarca değil, kadınların kendi kanından olan erkek akrabaları -abi, dayı, amca vs.- eliyle yürütülmekteydi; yani anlayacağınız var idiyse bile yine de tam “kadın egemen” toplumlar değildi bunlar.

Ne var ki bilinen tarihin ana-damarının erkek egemen bir karakter taşıdığını ve bu süreçte kadının rolünün sürekli bastırılıp ikinci plana itildiğini, Beauvoir’ya bakılırsa “ikinci cins” muamelesi gördüğünü iddia edenler karşısında erkek cephesinin de elleri armut toplamadı tabii. Mesela Steven Goldberg, ilk baskıcı Ataerkilliğin Kaçınılmazlığı başlığıyla yapılan Niçin Erkekler Yönetir’de bu iddiaları tarih ve antropolojiden getirdiği delillerle çürütüyor. Bu arada Esther Vilar (Çokeşlilik), Christina Hoff Sommers (Feminizmi Kim Sattı) ve Camille Paglia (Cinsel Kişilik) gibi kadın yazarlar da erkek egemenliğine karşı olan feminist söylemi tutarsızlıkla suçlayıp kıyasıya eleştiriyorlar.

Bu yazarlar arasında bence düşüncelerini en çarpıcı ve en açık seçik ortaya koyanı Paglia. Şöyle bakıyor ataerkilliğe: “Feminizmin en rahatsız edici reflekslerinden biri… O moda olmuş “ataerkil toplum” küçümsemesidir. Oysa beni bir kadın olarak özgürleştiren ataerkil toplumdur. Bana bu masada oturup bu kitabı yazmam için gereken boş vakti sağlayan kapitalizmdir. Artık erkeklerle ilgili dar kafalılığımızı bir kenara bırakalım ve onların saplantıları sayesinde kültüre yağdırılan hazineleri kabullenelim. Kaldırımlardan, su tesisatından çamaşır makinelerine, gözlükten antibiyotiklere ve bebek bezine kadar erkek başarılarının kapsamlı bir dökümü yapılabilir. Kar altında kalmış kentlere yığılan taze, sağlıklı et ve sütten, sebzelerden ve tropik meyvelerden faydalanırız… Amerika’nın büyük köprülerinin herhangi birinden geçerken şunu düşünürüm: Bunu erkekler yaptı. İnşaat en üst düzeyde erkek şiiridir… Uygarlık kadının ellerine bırakılmış olsaydı hala ottan kulübelerde yaşıyor olurduk… Feministlerin ve entelektüellerin kapitalizmi horlarken bir yandan da onun nimetlerinden faydalanmaları ikiyüzlülüktür.”

Nasıl rahatsız mı oldunuz? Ne yapalım ki “Düşünmek savaşmaktır.” (Cemil Meriç).

One Comment

  • Esitlikk

    27 Şubat 2011 at 18:03

    ”Uygarlık kadının ellerine bırakılmış olsaydı hala ottan kulübelerde yaşıyor olurduk…” kadının eline bırakılınca erkeklerde yan gelip yatar mıydı peki? Egemenlik; sadece fiziksel güçle mi gerçekleşir? Gerçekleşti diyelim bugün tarlarda, bahçede, serada çalışan kadınlar hangi kategoride yer alıyor? En nihayetinde o kadınların elleriyle ektiği, biçtiği, topladığı tahıl ürünlerinden, sebzelerden, meyvelerden biz de faydalanmıyor muyuz? Dünyanın kurtuluşu illa bir cinsiyetin egemen olmasına mı bağlıdır? ”Düşünmek savaşmaktır” o halde düşünmeye başlayabilirsiniz..

    Yanıtla

Bir yanıt yazın