Futbolsuz bir futbol yazısı

Futbolsuz bir futbol yazısı

Çalıştığım yerden İstanbul’un en kalabalık caddelerinden birisi görünüyor. Sokaklar boşalmış, trafik normale göre yarı yarıya azalmış. Öğrenciler bağıra bağıra yollara düşmüşlerdi az önce. Resmi daireler dahil, bu saatte her taraf tatil. Galiba Türkiye–Brezilya maçını tek seyretmeyen benim. (Tam bu sırada telefonda Türkiye’nin Brezilya’ya attığı golün haberini gözyaşları içinde bir fetih müjdesi gibi ulaştırıyorlar bana!)

Kahvede pişpirik çevirenler bile, Şenol Güneş’in milli takımı 1–4–2–2–1 mi yoksa 4–4–2 mi oynatacağını tartışıyor haftalardır. Hatta işi ileri götürüp ‘ihtiyar Ronaldo oynasa mı daha iyi olur oynamasa mı’ diye harareti epey yükselmiş müzakereleri izlemek için fazla uzağa gitmeye gerek kalmıyor.

Çağımızın bu irrasyonel (akıl–dışı) boşalım alanının küresel çapta ulaştığı noktayı görünce, insan ister istemez sözüm ona hurafelere karşı savaş açan Aydınlanmacılara acımaya başlıyor. Bugün dünyaya yeniden gelmiş olsalardı Aydınlanma’nın toplumun bu kadar derinlerine nüfuz ettiğine sevinsinler mi yoksa Aydınlanma’nın kendi mitlerinin nasıl da yıkmak istediklerinden daha inatçı çıktığına yerinsinler mi, bilemeyeceklerdi muhtemelen,.

Senegal–Fransa maçından sonra bir husus dikkatimi çekti özellikle. Fransa’da yaşayan Senegalliler, kahvehanelerde veya açık havada kurulmuş olan ekranlarda Fransızlarla birlikte, onlarla neredeyse omuz omuza seyretmişler maçı. Fransa karşısında galip gelince de, Paris sokaklarına dökülmüş, Fransızları çatlatırcasına dans etmeye, eğlenmeye başlamışlar.

Şimdi, “Ne var bunda?” dediğinizi duyar gibi oluyorum, “bunu biz de biliyoruz.” Tabii biliyorsunuz da, sanırım dikkatimizden kaçtı. ‘Hani acaba bizde böyle bir durum olsaydı, aynı hoşgörüyü göstermeye hazır mıydık?’ diye sormadan edemiyorum.

Şöyle düşünelim: Diyelim ki Türkiye’ye evvel eski yerleşmiş onbinlerce Brezilyalı var ve Türkiye–Brezilya maçını beraber izliyoruz kahvehanelerde. Yine diyelim ki, Brezilya bize gol atıyor ve bu Brezilyalı vatandaşlarımız da kahvede samba yapmaya başlıyorlar. Hatta hızlarını alamayıp, Brezilya maçı kazanınca, arabalarına doluşup meydanlara çıkıyor ve İstanbul’un –veya herhangi bir şehrimizin– meydanlarında Türkiye’yi yendikleri için çılgınca eğleniyorlar. (Bu arada skorun 1–1 olduğu haberi geliyor.)

Sorum şu: Acaba bunu hazmedebilir miydik? Ve Fransız seyircilerin, üstelik eski sömürgelerinden gelen zencilerin Paris caddelerinde yaptıkları dansa gösterdikleri hoşgörüyü bizim de benzer bir durumda gösterebileceğimizden emin değilim.

Değilim, çünkü başımdan geçen bir olay bunu böyle söylemek zorunda bırakıyor beni. Yıllar önce Galatasaray, İstanbul’da bir maç kaybetmiş. Bir belediye otobüsündeyim. Otobüsümüz Mecidiyeköy’e gelince mahşerî bir kalabalığın yolu kapatmış olduğunu gördük. İstanbul’un en büyük ulaşım akslarından biri üzerinde kızgın seyirciler protesto yürüyüşü yapıyor, yolu bir türlü açmıyorlardı. Biz otobüsteki masum yolculara kızgın kızgın bakıyor, rahatlarını kaçırdığımız için laf atıyor ve sövüyorlardı. Bir ara otobüsün sürücüsü, uyarı maksadıyla ayağını azıcık gaza dokunduracak oldu, çevremizi sarmış olan kitle, nasıl olduğunu anlayamadığım bir elektriklenmeyle harekete geçti ve otobüsümüzün camlarına taş yağmaya başladı. Bayrakların sopalarıyla camlara vuruyor, sanki biz düşmanlarıymışız gibi, bağıra çağıra üzerimize yürüyorlardı. Hepimiz yerlere yattık; kafalarımızın üzerinden taşlar, patlayan cam parçaları ve küfürler uçuşuyordu.

O cehennemden nasıl çıkabildiğimize hiçbirimiz inanamamıştık. Artık caddeler iyice tenhalaştı, maçın sonuna yaklaştık. Bu arada icq listeme bir Brezilyalı taraftar giriyor ve “Biz kazanacağız” diye beni kızdırmaya çalışıyor. ‘Tam kızdıracak adamı buldun’ diyorum kendisine.

Son dakika telefonu: Ne yazık ki Brezilyalı haklı çıkıyor!

04.06.2002

Bir cevap yazın