Harran’daki “gönüller otağı”
“Nisan aylardan en zalimidir” demişti Eliot. Lakin bu defa nisan ayı zulümlerin üzerindeki perdenin kalkmaya başladığının müjdesiyle çıkıp geldi çoraklaşan gündemimize.
Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından düzenlenen Hz. İbrahim adlı uluslararası sempozyum, bilinen en eski medeniyetlere beşiklik yapmış olan Harran’da görülmeye değer bir “şölen”le açıldı.
“Şölen”i tırnak içinde yazışım boşuna değil. Zira eski Yunan’da sempozyum kelimesi şölen anlamındadır; hem aklı ve gönlü, hem de mideyi doyuran, kuvve–i akliyye ile kuvve–i zaika’yı beraber tatmin eden oturumlara sempozyum diyorlardı Yunanlılar.
Harran Ulucamii’nin avlusunda gerçekleştirilen ve muhtemelen sizlerin STV ekranlarında seyrettiğiniz açılış programı, her anlamda gerçek bir şölen oldu. Dağların sempozyuma yolladığı rüzgarlar ince bir kum tabakasını saçlarımıza un gibi elerken, mikrofonlar birbirinden ilginç ve birbirinden anlamlı, sıcak mesajlar yolluyordu dünyanın dört bucağına.
Hz. İbrahim’i “ortak ata” olarak kabul etmiş üç semavi dine mensup din ve bilim adamları ile sıradan insanlar bu kutsal mabedin yıkıntılarında kucaklaşıyordu. Konuşmacılardan birisinin belirttiği gibi İbrahim adının anlamı “milletlerin babası” demek değil miydi zaten?
Bu satırları tören alanından yazıyorum.
Her zaman olduğu gibi bir gözüm protokol platformunda, diğeri halkta.
Harran Ulucamii’ni çevreleyen tepelere sıralanmış rengarenk giysileri içinde Harranlı kadınlar; kırmızı ve kavuniçinin bütün parlak tonlarını ruhlarına içirmiş kız çocukları; ayaklarındaki lastik çizmeleriyle saçları sıfır numara tıraşlı kavruk yüzlü köy çocukları; bir dizine koyduğu gümüş renkli tabakasından aldığı kıyılmış tütünleri bütün maharetiyle saran beyaz bıyıkları sararmış elleri nasırlı erkekler.
Bir taraftan Mardin’in Deyruzza’feran manastırından gelmiş Süryani kızlar korosu kadim ilahilerden damlalar düşürüyor yüreğimize; diğer taraftan televizyon kameramanları bakir çocuk portreleri keşfetme uğraşında yarışıyorlar birbirleriyle.
Ceddü’l–Enbiya Hz. İbrahim’in evlatları, asırların aralarına kazmış olduğu uçurumları bir hamlede sesleriyle dolduruyor, gönüller arasında berhava olmuş köprüleri göz açıp kapayıncaya kadar tamir ediyorlar. Bir Katolik olan Georges Marovitch bile “Biz de sizinle beraber Bismillahirrahmanirrahim diyoruz.” diyerek bu sempozyumun gelecekte oynayacağı rolün önemine dikkat çekiyor.
Birazdan Harran Ulucamii’nin avlusundaki en az on asırlık havuzun etrafında kurulan çadırda, çadır ne kelime “gönüller otağı”nda Müslüman’ı, Yahudi’si, Süryani’si, Ermeni’si, Rum’u, Amerikalısı, Faslısı, Türkü, İngilizi, Rusu, Kanadalısı, İsviçrelisi, Belçikalısı, Vatikanlısı, İsraillisi, Yunanlısı, İsveçlisi, Endonezyalısı, velhasıl 72 millet, Halil İbrahim Sofrası’nda aynı sofrada diz dize oturup aynı kazanda, “babaları” İbrahim’in bereketiyle pişmiş yemekten yiyecek, aynı Allah’a şükredecekler, Hz. İbrahim’in birleştirici iksirini gönüllerinde yoğuracaklar hep beraber.
Bu maya tutar mı dersiniz?
Orasını biz bilemeyiz ki!
Bildiğimiz şu: Sahih–i Buhari’nin ilk hadisi şudur: “Ameller niyetlere göredir.” Bir başka deyişle, niyet her şeyin başıdır.
Yunus Emre’nin ilahilerinin Haleluyalara ilmiklendiği bu muhteşem açılıştan sıcağı sıcağına ilk izlenimlerim bunlar kısacası.
Bu tılsımlı mekana asırlar sonra demirlemiş bulunan kutsallık gemisi artık “gemiler geçmeyen” bir ummana açılıyor.
Yolun açık, azığın bereketli olsun!