• Home
  • Genel
  • İşgalciler mezarlığı Afganistan’dan İngilizler nasıl kaçmıştı?

İşgalciler mezarlığı Afganistan’dan İngilizler nasıl kaçmıştı?

Mustafa Armağan

Hepimizin gözünün önünde olup bitti her şey. Amerika Birleşik Devletleri, tarihinin en uzun ve çetin savaşlarından birinde yenildiğini kabul ediyor ve askerlerini geri çekiyor, ülkeyi 2001’de ellerinden güya ‘kurtardığı’ Taliban yetkililerine terk edip gidiyordu. Giderken işbirlikçilerini nasıl paket servis yapıp ‘götürdüğünü’ ibretle seyrettik.

Oysa İngilizlere sorsalardı, Afganistan’da girişilecek bir savaşın kazanılamayacağını kendilerine söyleyebilirlerdi. Afganistan, İran-Hindistan-Çin üçgeninde coğrafyanın geçit noktasıydı. Hindistan ovalarına inen sarp dağ geçitleri, özellikle Hayber Geçidi, oranın sakini kabileler haricindekilerin bırakın buraya hakim olmayı, kolay kolay geçmeyi bile beceremeyecekleri çetin bir coğrafyayı işaret ediyordu.

Nitekim İngilizler Afganlarla yaptıkları 1842, 1881 ve 1919 tarihlerinde sonuçlanan savaşlarda üç kere yenilmiş ve öyle çekilmişlerdi buradan. 1842 tarihli yenilgi ise “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” yağıyla cilalanmış İngiliz gururuna, 1916’da Kutul Amare’de 6. Osmanlı ordusuna teslim olacakları tarihe kadarki en utanç verici darbe olacaktı.

1842 Ocağında mücahidler karşısında pes edip Afganistan’dan çekilmekte olan 16 bin İngiliz-Sih askeri Dost Muhammed’in oğlu Ekber’in harekâtıyla Hurd Kabil boğazında tamamen imha edilmişti. Tamamen demeyelim isterseniz. Bir kişi hariç diyelim: Yenilgiyi İngilizlere haber versin diye serbest bırakılan ordu cerrahı William Brydon adlı bir doktordu bu kişi. 

Afganların imha ettikleri İngiliz-Sih ordusundan sağ kalan tek kişi Dr. William Brydon yenilgiyi haber vermeye gidiyor. (Ressam: Elizabeth Butler)

İskoç tarihçi ve yazar Willam Dalrymple’ın Return of a King (Bir Kralın Geri Dönüşü) adlı kitabının tanıtım yazısında bu ilk İngiliz-Afgan savaşı şöyle anlatılır:

“1839 baharında İngilizler ilk kez Afganistan’ı işgal etti. Kızıl pelerinli ve üzerinde bir tüy bulunan şapkalı ve mızraklı askerlerin önderliğinde yaklaşık 20.000 İngiliz ve Doğu Hindistan Şirketi askeri yüksek dağ geçitlerini aştı ve Şah Şucau’l-Mülk’ü yeniden tahta geçirdi. Başlangıçta İngilizler pek bir direnişle karşılaşmadı. Ancak iki yıllık işgalin ardından Afgan halkı cihad çağrısına uyarak ayaklandı ve ülke şiddetli bir isyanla sarsıldı. Birinci İngiliz-Afgan Savaşı dediğimiz bu muharebe Britanya’nın 19. yüzyılda yaşadığı en büyük askeri aşağılanmasıyla sona erdi: o zamanlar dünyanın en güçlü milleti sayılan İngiltere’nin bütün bir ordusu geri çekilirken pusuya düşürüldü ve doğru dürüst bir teçhizatı bile bulunmayan kabile üyeleri tarafından tamamen bozguna uğratıldı.”

Bu kelimenin tam manasıyla bir bozgundu ve dünyayı bir ahtapot gibi sardığını ilan etmekten hoşlanan İngiliz gururuna Doğuda indirilen en ağır darbeydi. Böylece Avrupa’nın en güçlü ordusunun Doğulu fakir bir milletin derme çatma muharip milis kuvvetleri tarafından yenildiğine ilk kez şahit olunuyor ve böylece mazlum milletlere kurtuluş müjdesi Afganistan’da veriliyordu. İnananlar kazanmıştı ve kazanacaktı.

Öyle ki Afganlar 1881 ve nihayet İstiklal Savaşı henüz başlamadan 1919 yıllarında bu başarıyı iki defa daha tekrarlayarak başarılarının tesadüfi olmadığını ispatlayacak ve Milli Mücadelemize hem “direnin, kazanacaksınız” mesajıyla, hem de bizzat para, altın vs. ve Abdurrahman Peşaveri gibi insanî yardımlarıyla destek olacaklardı.

İngilizlerin 1842 yılında Afganistan’da aldıkları bu feci mağlubiyetin hikâyesini bu defa sahanın bir uzmanından dinleyelim ki bilgilerimiz kavileşsin:

“13 Ocak 1842’de Afganistan’ın doğusunda Celalabad’da kalenin çatısında duranlar bir İngiliz subayını gördüler. Yalnız bir atlı, kambur ve bitkin, ağır ağır yaklaşıyor. Binici, bir ordu cerrahı olan ve baskından tek sağ kurtulan Dr. William Brydon’dı. 16.000 askerden oluşan İngiliz-Hint ordusu ve Kabil’i sadece bir hafta önce terk eden geri hizmettekiler tamamen imha edildi: Bitkinlik, dondurucu soğuk ve neredeyse hiç kesilmeyen Afgan kabilelerinin saldırısıyla bitmişlerdi. İndus Ordusunun tamamen yok edilmesi mücadelenin mahiyetini ortaya koyuyordu: Bu haşin ve düşmanca tabii ortam, bağımsızlığına ölürcesine tutkun, tabiatın göbeğinde savaşa alışkın halk, gerçekten belki de dünyadaki en zorlu gerillalar.”

İngilizlerin hezimetini cihad ilanı hazırlamıştı. Ayaklananların hür vatanı Afganistan’ın coğrafî ve insanî bünyesi yabancıları kabul etmiyordu.

1878-81 ve 1919 yıllarında işgali iki kere daha deneyen İngiliz İmparatorluğu Hindistan ile birlikte Emanullah Han’ın başında bulunduğu Afganistan’la imzaladığı Ravalpindi Antlaşmasıyla bölgeden kuvvetlerini çekecek ve nitekim Hindistan’a dönecek, 28 yıl sonra oradan da kovulacaktı.

Gerçi bunlar fiziki işgalin bitişi manasına geliyordu, ekonomik ve kültürel işgal sürüyordu ama olsun, şeklen de olsa bağımsızlık, üzerine yeni bir bina inşa edeceğiniz arsa gibiydi. Ne yapacağınız size kalmıştı.

Tıpkı şimdi olduğu gibi…

Meraklısına not:

Paddy Docherty’nin The Khyber Pass adlı kitabı Hayber Geçidi’nin kimlere mezar olduğunu şık bir üslupla işleyen ilginç bir çalışma. William Dalrymple’ın Return of a King’i ilk İngiliz-Afgan Savaşı’na odaklanan bir üslup ustalığı eseri. İslam Ansiklopedisi’nin “Efganistan” maddesi de, Diyanet İslam Ansiklopedisi’nin “Afganistan” maddesi de faydalı malumat dolu. Gregory Fremont-Barnes’ın kısa ve özlü The Anglo-Afghan Wars 1839-1919 (Osprey) sadece özlü metniyle değil, resimleriyle de göz dolduruyor.

Kutu 1

Abdurrahman Peşaveri

Türkiye’ye gelerek zaferimiz için Kızılay dahil bir çok sahada canla başla mücadele eden kahraman Afgan evladı Abdurrahman Peşaveri 1925 yılında Rauf (Orbay) Bey’e yakınlığından dolayı Terakkiperver Fırka’ya yaklaşacak, sen misin yaklaşan, ne yazık ki faili meçhul bir cinayete kurban gidecektir.

Tek Parti döneminin bu faili meçhul cinayetlerinin hesabı daha sorulmamıştır. Kahramanlığından dolayı “Deli” lakabıyla anılan Halid Paşa de Mecliste herkesin gözünün önünde vurulmamış mıydı? Vuran Kel Ali (Çetinkaya) “Kurşun benim tabancamdan sıkıldı” itirafına rağmen takipsizlik verilerek kurtarılacak, yetmeyecek, ertesi yıl Kâzım Karabekir Paşa ve silah arkadaşlarını idamla yargılamaya kalkacak İstiklal Mahkemesi’ne reis tayin edilecekti! Katillerin hakim yapıldığı bir devirdi anlayacağınız. Ziya Paşa’nın dediği gibi

Kâdı ola da’vâcı vü muhzır dahî şâhid,

Ol mahkemenin hükmüne derler mi adâlet?

Meali:

Hakim hem davacı, hem mübaşir hem şahit olursa o mahkemenin verdiği karara adalet derler mi?

————

Kutu 2

Tablodaki sır

Taliban kurmayları 20 yıllık işgalden sonra tereyağından kıl çeker gibi Kabil’e giriverdi ve ülkeden kaçmış olan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin makam odasına postu serdi. Yalnız makam masasının arkasında büyükçe bir tablo asılı olduğu dikkatli gözlerden kaçmadı.

Bu, bir taç giyme törenini resmeden tablo neyin nesiydi? Peki kimdi taç giyen zat? Ve bu tablonun ehemmiyeti neydi ki ABD’nin kurmak istediği rejimin başkanlık odasına asılmıştı? (Muhtemelen Taliban’ın yapacağı ilk işlerden biri de bu tabloyu oradan indirmek olacaktır. Resme karşı oldukları için değil, milliyetçi bir söylemin ürünü olduğu için.)

Tablo, Afganistan’ın belki de en hakiki Afganları farzedilen Durranilerden Ahmed Şah’ın 1747 yılında Avşar Türklerinden Nadir Şah’ın yerine taç giyişini ve çıkışını tasvir ediyor. Bir rivayete göre katılanların ağızlarında birer tutam çimen vardır. Bunun manası, “siz bizim çobanımızsınız, biz sizin sürünüzüz” demektir. Bu an, Afganistan ülkesinin ilk defa öz Afganlar tarafından yönetilmeye başlanmasının miladını temsil eder. Afganistan tarihinin dönüm noktasıdır daha doğrusu.

Bir yanıt yazın