• Home
  • Genel
  • Kadınlara hakları verildi mi, aldılar mı?

Kadınlara hakları verildi mi, aldılar mı?

Cumhuriyet Türkiyesi’nin kadınlara seçme ve seçilme hakkını armağan ettiği hep söylenir. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün üzerinden birkaç gün geçmişken bu iddianın ne derece doğru olduğunu araştırmakta fayda var.

SORU neresinden baksanız kışkırtıcı: Türkiye Cumhuriyeti’nde kadınlara, erkeklerin sahip olduğu siyasi hakların tanınması bir lütuf mudur yoksa aşağıdan, yani sivil mücadele sonucunda elde edilmiş bir kazanım mıdır?

Cumhuriyet tarihiyle ilgili yaygın anlatı, kadın haklarının bir lütuf olduğunu ısrarla vurgulasa da, dönemin birinci el kaynakları bunun hiç de tepeden inme bir şekilde gerçekleşmediğini, doğal olarak Osmanlı dönemine bağlandığını, yani başlangıcı İkinci Meşrutiyet yıllarına dayanan Türk Kadınlar Birliği’nin yaklaşık olarak 10 yıllık mücadelesinin bir uzantısı olduğunu doğruluyor.

Kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesi meselesinin 1920’lerin sonları ile 1930’ların başlarında kamuoyunu ve idarecileri ziyadesiyle meşgul ettiği bir gerçek. Yine aynı yıllarda üretilen ve zorunlu olan şeyi bir erdemmiş gibi takdim etme kurnazlığının eseri olarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkının ‘dünyadaki pek çok gelişmiş ülkeden önce verildiği’ iddiası da bir efsane olarak bugüne kadar yaşamıştır. Oysa somut verilerin ışığında baktığınızda Yeni Zelanda’dan Moğolistan’a kadar tam 28 ülkenin, kadınlarına seçme ve seçilme hakkını Türkiye’den önce tanımış olduğunu görürsünüz. İşin ilginç yanı, bu ülkelere muz cumhuriyetleri de dahildir!

Türkiye’de kadınlara siyasi hakların tanınması da zannedildiği gibi bol keseden verilen bir bahşiş olmamıştır. Türk Kadınlar Birliği, Meşrutiyet’in özgürlük ortamında filizlenmiş olup iktidarların dikkatlerini bu meseleye çekmek için ciddi çabalar sarf etmekte ve Cumhuriyet’in ilanından bile önce, savaştan çıkmış yeni rejimi sıkıştırmaktadır. Fakat her seferinde atlatılmakta, talepleri sürekli olarak ertelenmektedir. Birkaç defa bizzat Atatürk’e anlatmayı denerler meseleyi; ancak kuru nasihatten başka bir şey alamazlar.

KIZLARI DA ALALIM ASKERE

Atatürk’e göre kadınların talep ettikleri siyasi haklar karşılığında erkekler gibi bir bedel ödemeleri gerekir ki, bu bedel zorunlu askerliktir. Eğer kadınlar seçme ve seçilme haklarına kavuşmak istiyorlarsa, askerlik gibi erkeklerin aleyhine eşitliği bozan bir göreve de razı olmalıdırlar. Atatürk’ün gözünde vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir. 1 Şubat 1931 günü yaptığı konuşmada şöyle demiştir:

‘Türk kadınları… milletin vatandaşlara tahmil ettiği [yüklediği] vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılamayacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.’

30 Haziran 1933’de Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki kız öğrenciler milletvekili olmak istediklerini söylediklerinde ‘Niçin mebusluk istiyorsunuz da askerlik istemiyorsunuz?’ diye biraz da kızgınlıkla sorar. Kasım 1934’de Ankara Kız Lisesi’ni ziyareti sırasında kız öğrencilerin sıkıştırması üzerine de, ‘Mebus seçer ve mebus olursunuz; fakat aynı zamanda asker de olacaksınız’ demek zorunda kalır.

Atatürk’e göre askerlik bir vatandaşın en büyük vazifesidir. Kadınlar bu vazifeden kaçtıkları sürece, yarım vatandaş olarak kalmaya mahkûm kalacaklardır. Onun kafasındaki formül şudur: Askerlik varsa mebusluk var! Nitekim káğıt üzerinde de olsa, kadınlara da askerliği zorunlu kılan yasal değişiklikler yapılmış, hatta bazı yerlerde kadınlar göstermelik olarak eğitime dahi çıkmışlardır.

Bu yıllarda Atatürk’le görüşmeye giden kadın heyetleri hep aynı nasihati alıp dönmektedirler: Köylere gidip kadınları eğitmek milletvekilliğinden daha öncelikli bir görevdir.

Ne var ki, Birlik üyeleri kararlıdır. Nitekim 1934 yılı sonlarında Ankara’da Türk Kadınlar Birliği’nin ılımlı kanadı kalabalık bir toplantı düzenler. Türk Ocağı şubesinde düzenlenen toplantı kadınların tam bir gövde gösterisi şeklinde geçer. Hararetli konuşmalarla ortamın zaman zaman sertleştiği görülür. Heyecanın dozu, alabildiğine yükselmiştir.

Nihayet toplantı sonunda kadınlar hep beraber TBMM’ne kadar izinsiz bir gösteri yürüyüşü yaparlar. Meclis’in önünde slogan atarak Atatürk’ün gelip kendilerini dinlemesini isterler ve ‘Atatürk bizimle görüşmeden buradan bir yere ayrılmayız’ diye haber gönderirler. O gün, Atatürk, Türk Kadınlar Birliği yöneticilerini kabul eder. Taleplerini bu defa olumlu karşılamıştır; kadınlara, haklı olduklarını ifade ederek yaklaşan milletvekili seçimlerinde seçme ve seçilme haklarının tanınacağına dair söz verir.

SÖKE SÖKE ALINAN HAKLAR

İşte sivil kadınların bu uzun direnişinden sonradır ki, Atatürk, Başbakan İnönü ve arkadaşlarına kanunu çıkarmalarını emreder ve İnönü ve 191 arkadaşının teklifleriyle 5 Aralık 1934’de kadınların seçme ve seçilme hakkı kanunlaşır. Şubat 1935 seçimlerinden sonra TBMM, 18 kadın milletvekiliyle toplanacaktır.

Yukarıdan bahşedildiği söylenen hakların kadınlar tarafından nasıl zorlu bir uğraştan sonra elde edilebildiğini, bir nevi söke söke alındığını bize nedense anlatmazlar. Neden hakikaten? Kadınların bir özne olmadıklarını ve olamayacaklarını zihnimize kazımak için kuşkusuz.

Ne var ki, kadınlar cephesindeki bu tehlikeli kalkışmanın rövanşı ağır olacaktır. Meşrutiyet’in Cumhuriyet dönemindeki son iki sivil kalıntısından Türk Kadınlar Birliği (öbürü Mason localarıydı ki onlar da aynı günlerde kapatılmıştır), haklarını alıp görevini tamamladığı gerekçesiyle 18-24 Nisan 1935 tarihlerinde İstanbul’da düzenlenen Uluslararası Kadınlar Birliği Kongresi’nden sonra hükümetin emriyle kendini feshetmek zorunda kalır. Kadınların sivil ve bağımsız bir teşkilat olarak eski güçlerine kavuşabilmeleri için 1980’leri beklemesi gerekecektir.

ERKEKLER ASKERLİK YAPIYOR, YA SİZ?

Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ziyaretlerden birinde hazır bulunan devrin önde gelen kadın figürlerinden İffet Halim Oruz hatıralarında Atatürk’ün tavrını şöyle yansıtır:

‘Atamız, her zamanki nezaketi ile bizleri karşıladı, kendisine dileklerimizi bildirdik. Türk kadınına tüm siyasi hakların verilmesini istedik. Gazi bizlere bazı sorunlar üzerinde durmamızı işaret etti. Başlıca uyarısı da köylü kadınlarımızı eğitmek için yetiştirici çalışmaların yapılması gerekli olduğunu işaret etmekti. O sırada genç ve ateşli bir dava savunucusu olarak kendisine dedim ki:

‘Gazi Hazretleri, erkekler, köylü, kentli seçme ve seçilme hakkına sahip değil midir, kadınlarımızı neden ayırt edeceğiz, niçin onlar bu haklara sahip olmasın?’

Kendisinin bize verdiği cevabın özeti şöyledir:

‘Erkekler asker ocağında vazife görüyor, orada talim ve terbiyeden geçiyor, kadınlarımızı yetiştirmemiz lázımdır…’ Bu realist ve mantıklı cevaba verecek söz kalmamıştı.

‘Emredersiniz, köylü ninelerimizi yetiştirmek için Türk Kadınlar Birliği teşkilátı vazifesini yapacaktır Paşa hazretleri’ dedim.’

4 Comments

  • Erdem

    24 Ekim 2010 at 13:45

    ‘Türk kadınları… milletin vatandaşlara tahmil ettiği [yüklediği] vazifelerin hiçbirinden kendilerinin uzak bırakılamayacağını düşünmezler. Çünkü vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir.’bu sözünve burda yazılanların kaynağı var mı?(Varsa bana e-mail ile atarsanız sevinirim)

    Cevapla
  • fethullah ASLAN

    10 Ocak 2012 at 01:37

    sayın armağan, yazdıklarınızı hiç olmazsa insanın kafasına çakılmış olan ezber bilgilere soru işareti koydurması açısından değerli buluyorum. aslına bakarsanız, bu yazınızı diğer tüm yazdıklarınızdan değerli buldum. bu yazınızla türk kadınına cepheye kurşun, erzak taşıyan vefakar-fedakar ana gibi kutsal türk kadını imajının yanında şimdiye kadar hiç bilmediğimiz düşünen, protest, hakkının peşinde koşan aydınlanmacı özellikler de eklemiş oluyorsunuz. türk kadınını sivil bir varlık olarak ortaya koyuyorsunuz.

    ancak yazınızda farkında olmadığınız belki de bu yüzden kısa bir şekilde geçiştirdiğiniz bir bölüm var: Atatürk’ün söylediğini aktardığınız “vazife mukabili olmayan hak mevcut değildir” sözü Atatürk’ü çok farklı bir konuma indiriyor. burada vazifeden kasıt askerlik. askerlik yapmayanın sivil hak talep edemeyeceği gibi yanlızca keskin kast siteminin, insandan doğmanın insan olmaya yetmediği, insanların insan olmadığı sınıflamaların yapıldığı sistemlerde bulunan insanlık dışı bir düşünceyi ortaya koyuyorsunuz (umarım yanlış anlamamışımdır )

    bazen, gündem olması veya farklı sebeplerle, daha önce yazdığınız bir konuyu ayrıntılı bir şekilde yeniden yazıyorsunuz ya, bence bu yazdığınız yazınızın şiddetle daha kapsamlı ve kaynak göstererek hatta elinizi taşın altına koyarak Atatürk’ün kadın hakları konusundaki (varsa) erkek yanlılığını da açığa çıkararak yazılmasına ihtiyacı var.

    ancak yazınızın şöyle korkunç bir tarafı da var: türk kadınlar birliği diye bir oluşumu ilk defa duydum. Türkiye’de kadın haklarını savunanlar, feministler, protest yapıya sahip kadınlar vs adına ne derseniz deyin bu oluşumu duymadılarsa facia, duydular da kulaklarını beyinlerini tıkadılarsa bambaşka bir facia. o yüzden bu yazınız yeniden, daha kapsamlı bir şekilde belki bir kaç kişiyle ortaklaşa yazmanızı rica ediyorum

    Cevapla
  • Tolga Çınar

    8 Mart 2013 at 02:50

    Efendim burada geçen kesin yargıların kaynaklarını gönderirseniz çok sevinirim, Şimdiden teşekkürler…

    Cevapla
  • İsmail Bora

    8 Mart 2013 at 03:10

    Hayatımda okuduğum ve bu kadar çarptırılan yazılardan birisi.. Nerelerden nerelere gerçeği yansıtmayan çarpıtılmış yazıları yazmakta ve bu yazıyla da bu dönemde ödül alınabilecek bir yazı yazılmış.. “O dönemin şartları” göz önünde hiç bulundurulmamış. Sadece başlık olarak atılmış ve içeriği tamamen alakasız yazılmış.

    Bu yazıya hitaben;

    1926: Türk Medeni Kanunu’nu ile erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemeler kaldırıldı, kadınlara boşanma hakkı, velayet hakkı ve malları üzerinde tasarruf hakkı tanındı.
    1930: Kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanındı.
    1930: Doğum izni düzenlendi.
    1933: Kız çocuklarına mesleki eğitim vermek amacıyla Kız Teknik Öğretim Müdürlüğü kuruldu.
    1933: Köy Kanunu’nda değişiklik yapılarak kadınlara köylerde muhtar olma ve ihtiyar meclisine seçilme hakları verildi.
    1934: Anayasa değişikliği ile kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı.
    1936: İş Kanunu yürürlüğe girdi. Kadınların çalışma hayatına düzenleme getirildi.
    1937: Kadınların yeraltında ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılmasını yasaklayan 1935 tarihli 45 sayılı ILO sözleşmesi kabul edildi.
    1920: İlk Türk kadın avukat Süreyya Ağaoğlu (Ahmet Ağaoğlu’nun kızı)) İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydoldu.
    1920: İlk Türk kadın tiyatro sanatçısı Afife Jale İstanbul’da sahneye çıktı.
    1921: Dr. Safiye Ali Almanya’da tıp eğitimini tamamlayarak ilk Türk kadın hekim olarak tarihimizdeki yerini aldı.
    1922: Yedi kız öğrenci Tıbbiye’ye kayıt yaptırarak eğitime başladı.
    Haziran 1923: Nezihe Muhittin’in başkanlığında Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulması girişiminde bulunuldu. Kadınlara oy hakkı tanımayan Seçim Kanunu gereğince valilikçe partinin kuruluşuna onay verilmediğinden dernekleşmeye gidildi.
    1924: İlk kadın diş hekimi (Ferdane Bozdoğan Erberk) diplomasını aldı.
    1925: Suat Hilmi Berk ilk kadın sulh hukuk hâkimi oldu.
    1930: İlk kadın belediye başkanı [[Sadiye Ardahan) Artvin-Yusufeli/Kılıçkaya Beldesi’den seçildi.
    1930: İlk kadın yargıçlar atandı.
    1933: Aydın (il)’inin bugün ilçe statüsü taşıyan Karpuzlu köyünde ilk kadın muhtar Gül Esin yaklaşık 500 oy alarak seçildi.
    1933: Sabiha Güreyman Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi olarak Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun oldu. Güreyman ayrıca Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ilk kadın voleybolcusudur.
    8 Şubat 1935: Türkiye Büyük Millet Meclisi 5. Dönem seçimleri sonucunda başta Hatı Çırpan olmak üzere 17 kadın milletvekili ilk kez meclise girdi, ara seçimlerde bu sayı 18’e ulaştı.
    1935: İlk kadın doğum uzmanı Dr. Pakize İzzet Tarzi kadın hastalıkları ve doğum alanında uzmanlık eğitimini tamamladı. Tarzi, İstanbul Boğazı’nı yüzerek geçen ilk kadın unvanını da taşıyor.

    Cevapla

İsmail Bora için bir cevap yazın Cevabı iptal et