Kalem ve kılıç

Kalem ve Kılıç 
Çağımızda, ‘sürgün’ olmanın önemini vurgulayan bizzat sürgündeki yazarlar resmi geçit yapıyorlar masamdan: Thomas Mann, Adorno, Gelibolulu Mustafa Ali… (Son ismin hemen bütün Osmanlı bürokratları gibi sürgünlüğü bir hayat tarzı haline getirdiğini ve iktidar nimetlerinin uzağına düşmek dışında çok da umursamadığını bildiğimden onu diğerlerinden ayrı tutmakta yarar görüyorum.) Merceğin derecesini büyük tuttukça uzayıp gidebilecek listenin imtiyazlı bir sırasında Edward W. Said’e yer vermemek ciddi bir haksızlık olurdu.

Said’in Türkçeye Oryantalizm, Haberlerin Ağında İslam, Filistin’in Sorunu ve Entelektüel adlı kitapları çevrilmiştir; ancak çevrilmeyi bekleyen ve en az Oryantalizm kadar önemli olan Kültür ve Emperyalizm dışında Edebiyat ve Toplum ve Son Gökyüzünden Sonra adlı çalışmaları da değerlidir.

Kudüs doğumlu bir Filistinli olan Said (doğumu 1935) Filistin ve Kahire’de okuduktan sonra 15 yaşındayken ailesiyle birlikte Amerika’ya göç etti (kendisi bunu ‘sürgün’ diye niteleyecektir daha sonra). Princeton’da başladığı öğrenim hayatını Harward’da bitiren Said, halen New York’ta yaşıyor ve Columbia Üniversitesi’nde İngiliz Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’de profesörlük yapıyor. Ayzamanda sürgündeki Filistin Ulusal Konseyi’nin üyesidir.

Edward Said’in öteden beri beni cezbeden tarafı şu olmuştur: Teorik yönden ne kadar ileri bir noktada bulunursa bulunsun, hiçbir zaman yurdundan sürülen ve yurduna tekrar sahip olmak için mücadele veren bir halkın ferdi olduğunu unutmamıştır. Amerika gibi Yahudi lobisinin son derece etkin olduğu bir ülkedebileğinin hakkıyla İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne yükselmişolmasını ‘yeterli’ bulan meslektaşları, ne diye Filistin lehine ve Amerika ile İsrail aleyhine olur olmaz yerde konferanslar verdiğini sorduklarında, bunların sonuçlarına katlanmaya hazırolduğunu ve susturulmak istenen bir halkın sesi olmak istediğinigayet açıklıkla söyleyebilmişti. Said, bir entellektüel olarak Filistin halkını temsil ettiğinin bilincini, bizzat Filistinlilerin Filistin davasını savsaklamaları karşısında tepki göstererek de ortaya koymayı bilmiştir. Şu anda Yaser Arafat’in çekip gitmesini isteyenlerden biridir o.

Oryantalizmin gerçekte Batı’nın kendisini Doğu’dan ayırmayı ve bu suretle onun üzerinde hegemonya kurmayı hedefleyen emperyalist bir strateji, Cemil Meriç’in deyişiyle sömürgeciliğin kesif kolu” olarak çalıştığını, yani oryantalist çalışmalardan elde edilen bilgi hasılasının dünyaya egemen olmak arzusundaki bir iktidar tarafından kullanıldığını, mesela Napolyon’un Volney’in kadim Mısır üzerine yazdığı kitabı okuduktan sonra Mısır’ı işgalettiğini ileri sürmesi, gerçekte Michel Foucault’nun bilgi/iktidar formülünü nasıl başarılı bir şekilde bir bir uyguladığınıgöstermektedir. Said’in önemi, daha önce sanki birbirleriyle bağlantısızmış gibi duran bu iki alanın, yani oryantalizm ile bilginin her zaman bir iktidar aygıtının aracı olduğunu öne süren yapısalcılık-sonrası yaklaşımın derin irtibatını kurmasındangelmektedir.

Bir gazete sütunu için biraz ağır kaçacağı için ayrıntılarınagirmeyeceğim bu karmaşık teorik donanım ve bunun güçlü bir şekilde uygulanması, aslında Said’in kafasında ve kalbinde Filistin sorunundan bağımsız işlemler değildir. O, Filistinlilerin Batı kamuoyunda bugün yaftalandıkları fundamentalist, terörist, barbar, geri vb. gibi vasıfların aslında oryantalist müdahalenineseri olduğu kanaatindedir. Oryantalist müdahale olmadan bugün Filistin davasını Batılı mahfillerde anlatmak neredeyse imkansızolmazdı. Nasıl bugün Doğudiyebildiğimiz (“Batı” da dahildir buna) bir coğrafi alanın tespiti tamamen oryantalizmin eseri ise “Filistin” de önce oryantalist metinlerde kurulmuş, sonra bu bilgi emperyalist iktidar odakları tarafından siyasal dile tercümeedilmiş ve sonuçta bir halk, aslında o toprakların sahibi olmadıkları gibi komik bir gerekçeyle sürgüne gönderilmiş, bu da yetmezmiş gibi, terörist olan bu halkın toprak taleplerinin de zaten olamayacağı gibi bir sözde kanaat kamuoyuna kabul ettirilmiştir.

Edward Said, oryantalizmin emperyalizmle içe gelişen bir öncü literatür olduğunu ortaya koyan çalışması, gerçekte sürgüneyollanmış bir halkın vicdanını temsil eden bir entelektüel in “dava”sını yansıtmaktadır.

Kalem ve kılıç, onda birbirinden ayrılmaz biçimde sarmaşmışdurumdadır.

Bir yanıt yazın