Farkındaysanız Türkiye’de mayınlı arazilerin çokluğu yüzünden yakın tarih bir türlü “Tarih” olamıyor. Hep güncel kalıyor. Hassasiyetini muhafaza ediyor. Bir kıvılcım çakması yetiyor bu yüzden; çakıyor ve günlerce tartışıyoruz.
Resmi ideoloji yandaşlarının dayattıkları şey, tarihteki gerçekler değil, kurgulanmış, ayarlanmış, prefabrike bir takım lego parçalarının istenilen yerlere yerleştirilmesinden ibaret. Başka bir yere takarsan lego parçasını, onca emek verdiğin bina yıkılıveriyor çünkü. O kadar çerden çöpten bir bina. Kendileri bile onun sağlamlığına güvenmiyorlar. Yıkılmayacağından emin olsalar tek tük seslerin çıkmasına “Adam sen de!” deyip geçerlerdi. Gördüğünüz gibi diyemiyorlar. Yalanlar üzerine kurulu bir yapının -isterseniz Onuncu Yıl Marşıyla kutsayıp tütsüleyin- er veya geç yıkılması kaçınılmazdır.
Başka türlü düşünmene izin verilmez bu düzende, çünkü sana daha ilkokul birinci sınıftan itibaren dayatılan tarihi ezberlemen ve asla sorgulamaman makbul vatandaş olmana yeter. Hatta eğer biraz yüksek sesle “Yaşa! Varol!” diye bağırırsan en makbul vatandaş safına bile yerleşebilirsin. Sanki tarih kimin umurunda!
İşte bu bir asırlık tarih bataklığı (batakhanesi mi demeliydim yoksa?) içerisinde tek tük filizlenmekle birlikte sesleri gür çıkan muhalif seslerden bir demet:
Muhafazakâr/Müslüman camiadan Serdengeçti, Necip Fazıl, Kadir Mısıroğlu, Sinan Omur, Necmettin Erbakan, D. Mehmet Doğan… Milliyetçi/Türkçü camiadan Nihal Atsız, Dündar Taşer, Alparslan Türkeş, Nevzat Köseoğlu, Muhsin Yazıcıoğlu… Sosyalistlerden Emin Türk Eliçin, Sabahattin Selek, Yalçın Küçük, Aziz Nesin ( “Ben Gara Değilim” adlı piyesi mutlaka okunmalı), Kemal Tahir, Mete Tunçay… Bir de Dr. Rıza Nur, Ali Kemali Öğütçü (Orhan Kemal’in babasıdır), Kâzım Karabekir gibi bağımsız şahsiyetlerin eserleri ile Cemil Koçak gibi bükülmeyen akademisyenlerin yazdıkları. (Unuttuklarımı da siz tamamlayın zihninizde lütfen.)
Tahmin edersiniz elbette bu tarih Don Kişotlarının başlarına gelenin kalmadığını. Karabekir Paşa’nın 1933 senesinde neşrine kalkıştığı İstiklal Harbinin Esasları adlı hatıratının matbaadan polis zoruyla alınıp kireç ocaklarında yaktırıldığını, merhum Necip Fazıl’ın da Sultan Vahdettin’e “vatan haini değil, vatan dostu” dediği için sırtında 20 aylık hapis cezasıyla (yani şeref madalyasıyla) toprağa verildiğini söyleyeyim de siz anlayın vahameti.
Bir tarafın ağzı bantlıyken konuşmak, hele ki tartışmak mümkün mü?
Böyle bir sözümona tartışma ağızları bantlayana şeref kazandırır mı?
Peki tarih tartışılmayacaksa hakikat nasıl ortaya çıkacak?
Tarih kitaplarının kutsal kitaplardan farkı nerede kalacak?
Hala çözülemeyen bir suikaste kurban giden Uğur Mumcu vefatından üç yıl kadar önce Kâzım Karabekir Paşa’nın bir zamanlar yakılan kitabındakine benzer “sakıncalı” hatıralarını önce Cumhuriyet gazetesinde tefrika etmiş, sonra da kitaplaştırmıştı. Kâzım Karabekir Anlatıyor adlı bu ilginç tefrika tahmin edilebileceği gibi Kemalist cephede epey toz kaldırmış, ardı ardına hücumlar tazelenmişti. Tepkiler üzerine Uğur Mumcu Cumhuriyet’teki köşesinde aynen şu satırları yazacaktı:
“Karabekir’in Atatürk’ü eleştiren satırlarına kızanınız (da) oldu, “Bunları bilmiyorduk, aydınlandık” diyenleriniz de… Sövenler de, övenler de…
Kurtuluş Savaşı ile ilgili gerçekleri öğrenecek miyiz, öğrenmeyecek miyiz? 70 yıl önceki olayları tartışacak mıyız, tartışmayacak mıyız? Sorun budur. Bu olayları tartışmayacaksak, kitap yakan, film sansür eden Humeyni mollalarından söyler misiniz ne farkımız kalacaktır?”
Bu altına imza atacağımız çıkışı yapan Mumcu, ardından şu bugüne de ışık tutan ders gibi cümleleri kaleme alacaktır:
“Atatürk’ü sevmenin ve saymanın yolu bu olayları öğrenmekten ve tartışmaktan geçer. Öğrenmek ve tartışmak için de araştırmak; bu konuları araştırmak için de hiçbir yasal engelin ve hiçbir yasağın olmaması gerekir.” (Uyan Gazi Kemal kitabı, sayfa 392.)
Ne dersiniz, 1990’lı yıllar bugüne kıyasla daha demokratikmiş değil mi?
Öğretilmeyenler, saklananlar, sansürlenenler
İşte Dr. İbrahim Erdal’ın Mübadele adlı doktora tezinden altını çizdiğim satırlar:
“Yunan ordusunun geri çekilmesi (…) sırasında köylerden, kasabalardan Türkler de beraberlerinde esir olarak götürülmüştür. Amaç, (savaş sonrasında) bölgede yapılacak herhangi bir plebisit ihtimaline karşı Rum nüfusu çok göstermektir. Bu dönemde kaçırılan Türklerin çoğu kayıp olarak kabul edilmiştir. Yunan ordusunda çalıştırılmak amacıyla götürülen birçok Türk de katledilmiştir.”
Bu ne demek şimdi? Hani Yunanları önümüze katıp kovalamış ve 9 Eylülde denize dökmüştük? Adamlar esir ala ala gitmiş, hem de onları hizmetlerinde zorla çalıştırmış, giderken de beraberlerinde götürmüş, birçoğu da katledilmiş!
İnsan ister istemez soruyor: İyi de bunları biz niye bilmiyoruz? Bize niye okutmuyorlar giderken Türkleri esir alıp yanlarında götürdüklerini; esir değişimine tabi tuttuklarını ve işlerine yaramayanları öldürdüklerini? Yakın tarihi rasyonel temellere oturmuş bir ülke olsak Kadir Mısıroğlu’nun Yunan Mezalimi adlı kitabı okullarda ders kitabı olarak okuturduk ama nerde!?
Peki bu şenaatlerin hesabı soruldu mu Yunana? Hayır. Üstelik ödüllendirildi Lozan’da, Batı Trakya ile Semadirek, Limni vs. adalar verilerek… Yetmedi, 1930 yılında bebek katili Başbakan Venizelos İstanbul ve Ankara’da “kral protokolü” ile ağırlandı. Yine yetmedi, Seyr ü Sefain anlaşmasıyla Yunan vatandaşlarına oturum hakkı verilerek Türkiye’de ticaret yapmalarına imkânı tanındı. Yetmezmiş gibi Yunanistan kara sularını 1936 yılında 3 milden 6 mile çıkardıklarında tıkımız dahi çıkmadı vs.
İyi de “Yunanı biz yendiysek bu tavizler nasıl verildi? Bunlar verilebildiyse bu nasıl bir yenmektir?” sorularını salkım salkım başımıza düşürmeyen bir tarih hakikaten Tarih olma vasfını kazanabilir mi sizce de?
Kutu
Atatürkçülük maskesi
Asım Arslan 2003 yılına kadar 60 baskı yapmış olan Sömürülen Atatürk ve Atatürkçülük adlı kitabında şu manidar tespitlerde bulunur:
“Yurdumuzda bazı kişiler, Atatürk’ün kendi görüşlerine, kendi eğilimlerine uyan bazı sözlerini almakta ve onu yüzlerine maske yaparak büyük kurtarıcıyı alabildiğine sömürmektedirler. Atatürk sömürücüleri arasında çıkarcı bazı politikacılarla art niyetli bazı kimseler de vardır. Bunlar, gerçek amaçlarına ulaşmak için Atatürk’ü yüzlerine maske yapmaktadırlar. Atatürk sömürücülüğü dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir ve bu gidişle yarın da devam edecektir. Öyle sanıyoruz ki, Türk siyasal tarihinde Atatürk kadar sömürülen başka bir önder yoktur.” (s. 6)