Kardeş katilinin sırrı

Kardeş katilinin sırrı
Kardeş katli meselesi, gerçekten de birçok önyargımızı kendisine -kimi zaman şehvetle- boşalttığımız bir tür çöp kutusu işlevini görmüştür. Bu çöp kutusunda yanılgılarımız kadar tarihe söyletmek istediklerimiz de yan yana durmaktadır.
Geçen hafta Fatih’in Kanunname’si üzerine şüphe bulutları düşürmüş ve kanunname metnindeki kardeş katlini münasip gören maddenin sonradan eklenmiş olması gerektiğini ifade etmiştim. Lakin yazıyı okuduktan sonra ‘İyi de söyledikleriniz kanunname “maddesi”yle ilgili. Halbuki bizim asıl karnımızı ağrıtan, Osmanlı tarihinde örneklerini bolca gördüğümüz kardeş katli “olgusu”. Asıl bunu aydınlatın da görelim’ diyenler olmuş. Ah olgular! Dile gelseler de “olgu” mu yoksa “kurgu” mu olduklarını bir haykırabilseler!
Osmanlı veraset sistemi, Türk-Moğol devlet geleneğinden önemli bir kopuşu gerçekleştirmiş ve bu sayededir ki, devlet klasik dönemi büyük oranda iç karışıklıklar ve savaşlar yaşanmadan kapatabilmiş ve dikkatler büyük ölçüde dışa yönlendirilebilmiştir. Kardeş katlinin olmadığı bir düzende nelerin yaşanacağını Selçuklu Devleti’nin başına gelenler yeterince açıklamaktadır. İbrahim Kafesoğlu’nun sözlerine kulak verelim:
“Selçuklularda da, tıpkı eski Türk devletlerinde olduğu gibi.. bütün hanedan mensupları hükümdar olmak hak ve salâhiyetine sahipti. Saltanat makamında inhilâl vuku bulduğu zaman, oğullar bu salâhiyet ve hakka dayanarak, tahtı işgal mücadelesine girişirler ve Türk çevrelerinde, muvaffak olanın daha yüksek ilahi kudretle donatılmış bulunduğu kabul edilir ve o, hükümdar tanınırdı… Denebilir ki, SALTANAT KAVGALARI SELÇUKLU TARİHİNİ DOLDURAN HÂDİSELERİN YARISINI MEYDANA GETİRECEK ÖLÇÜDEDİR.”
Demek ki saltanat rejiminde hanedan mensuplarının tamamının taht üzerinde “eşit” derecede hak sahibi olmalarından gelen bir kaos, kaçınılmazdır. Zaten Selçuklu tarihinin bize Osmanlı tarihinden daha karmaşık ve zor anlaşılır gelmesinin asıl sebebi de, yer yer bir iç savaş halini alan taht mücadelelerinin bolluğudur.
Osmanlı ortak aklı, başlangıçta bu geleneğe bir miktar açık bir görüntü arz ederken (Cem Sultan ile Bayezid arasındaki sıcak çatışmada ya da Kanuni ile oğlu Mustafa arasındaki soğuk gerilimde görüldüğü gibi) iktidarın kimde olacağının kesin kurallarla belirlenmemiş olduğu hak eşitliğine dayalı bir düzeni yürütmüştür. Bu düzen sayesindedir ki, doğum tarihi hesabıyla tahta çıkılacak olsa sıranın kendisine gelmesi hayal olan Yavuz gibi yetenekli bir şehzade, babasına “isyan” ederek tahta çıkmış ve ülkenin Fatih’ten beri eğri duran belkemiğini düzeltmeyi başarmıştır. Halbuki bize daha “insanî” gibi gelen “ekberiyet” sisteminde ne ruhen, ne de yaş olarak bir Yavuz’un yetişmesi kolay kolay mümkün olamayacaktır.
O zaman soralım: Saltanat savaşlarını mı tercih edersiniz, kardeş katlini mi, yoksa hanedan içi öldürmelerin istisna haline getirildiği ekberiyet sistemini mi?
Bir kere mükemmel, kusursuz bir yönetim biçimi varmış gibi konuşuyoruz. Bütün yönetimler kusurludur ve bu kusurları en fazla kabul eden ve telafi etmeye açık olan yönetim şekline demokrasi diyoruz. Siyaset her zaman paradokslarla doludur ve kimin yöneteceği (aslında “kimin yönettiği”) sorusu bugün bile karanlıktadır.
Osmanlı yönetim anlayışında da kimin yöneteceği sorusuna 1603 tarihinde ekberiyet + kafes sistemiyle bir çözüm getirilmiştir. Artık bir padişah tahta oturduğunda sarayın öbür kapısından çocuk tabutları çıkmamaktadır; ama bu defa da delilerin, mecnunların, hastaların (I. Mustafa, Deli İbrahim, V. Murad) ve yaşlıların (unutmayalım ki, Sultan Reşad tahta çıktığında 65 yaşındaydı), devleti yönetmeye ehliyetli olsun olmasın her hanedan mensubunun doğum sırasıyla tahta geçtiği bir sisteme razı olmak durumunda kalınmıştır. Bize o kadar kanlı görünen taht kavgaları ve kardeş katlinin yaşandığı dönemlerde bir akıl hastasının tahta geçmesini düşünmek dahi mümkün değildi oysa.
Kardeş katlinin alternatifi olan taht kavgaları sırasında hem ülke ciddi bir bölünme tehlikesini yaşıyor (Cem’in ağabeyi Bayezid’e yaptığı “Anadolu benim olsun, Rumeli senin!” teklifini hatırlayın lütfen), hem de savaşlarda binlerce, on binlerce “masum” insan telef oluyordu. Ne için peki? Kimin tahta geçeceğini belirlemek için! Bu tahripkâr sürecin ne zamana kadar devam etmesine izin verilebilirdi ki? Hedefini cihan hakimiyeti olarak önüne koymuş bir devletin, çağdaşı Avrupa devletlerinin sık sık kucağına yuvarlandıkları iç savaşların pençesine düşmeden ve ülkeyi böldürmeden yüzyıllar boyu yaşayabilmesi, biraz da o “meş’um” kardeş katli sayesinde değil midir?
Kaldı ki, kardeş katli uygulaması, ülkeyi kimin yöneteceği meselesinin toplumsal kesimler tarafından bir taht kavgası sonucunda karara bağlanması uygulamasına son vermekte ve onu hanedan içi bir mesele haline getirmektedir. Böylece kimin padişah olacağını belirlemenin topluma olan maliyetini ortadan kaldırmakta ve faturayı topluma değil, hanedan üyelerine ödetmektedir. Yani bir bakıma ‘Bu bizim iç meselemiz, kendi aramızdaki bir hesaplaşma konusu’ denilmiş; siyaset, toplumsal denetimden giderek uzaklaşmış ve iktidar ancak saray içindeki temsilcileri vasıtasıyla toplumsal meşruiyetini sağlama yoluna gitmiştir.
Kardeş katliyle birlikte hanedan, kendileri yüzünden doğan iktidarın kutsal şiddetini topluma yöneltmek yerine hanedan kendi mensupları üzerine döndürmüş oluyordu. İktidarın nimetini de külfetini de hanedan üstleniyor, eline geçirdiği şiddet tekeliyle kendi neslini imhaya yöneliyordu. Bunun bir intihar demek olduğu ancak III. Mehmed 1603 yılında ölünce anlaşıldı. Saltanatın iki varisinden Ahmed’i tahta çıkaran saraydaki “iktidar çekirdeği”, Mustafa’nın öldürülmesine izin vermedi ve böylece hanedanın tükenmesine yol açacak tehlikeli gidişat durduruldu. Bu süreç, 1876’da anayasal bir veraset usûlüne bürünecek; ama yüzyıllar önce Osmanlıların diğer Türk devletlerinden yollarını ayırarak temellerini attığı vatanın bölünmezliği ilkesi, Cumhuriyet’in ülkenin “bölünmez bir bütün” olduğu söylemine bile sirayet edecektir. Kardeş katlinin devlet yönetimin kişisel olmaktan çıkarak soyutlaşması gibi bir sonucu olduğuna bundan tam 46 yıl önce işaret eden Halil İnalcık hocayı bir anlayabilsek…
(Sorularınızı cevaplandırmaya gelecek hafta başlayacağım. Yazmaya devam edin.)

Bir cevap yazın