Karlofça’dan Lefkoşa’ya yol gider
Kıbrıs görüşmeleri nasıl bitmiyorsa, Karlofça da bitmez. En iyisi, hevesimi hazırlayacağım kitaba saklamak ve bu yazıyla Karlofça meselesine noktalı virgül koymak. Okullarda Osmanlıların Karlofça’da barış masasına süklüm püklüm oturtuldukları ve ezildikleri belletilmiş olan nesiller tarih kitaplarımızın hangi masallarla dolu olduğunu görsün diye bu yazıda biraz daha ayrıntıya gireceğim.
Avusturya, müzakerelerin Viyana’da yapılmasını istemiş, ancak Osmanlı heyeti tam sınırda olduğundan iki taraf için de hür bir ortam sağlayacağı gerekçesiyle Karlofça kasabası üzerinde ısrar etmiş ve teklifini kabul ettirmişti. İngilizlerin De Soto’su diyebileceğimiz arabulucu Lord William Paget, önlerinin kış olduğunu, yaşlılığını ve romatizmalarını bahane ederek kapalı bir mekân tercihine zorlamıştır tarafları. Osmanlı diplomatları ise gerekirse prefabrik bir barış köyü bile kurabileceklerini, bunun için pek çok mahir ustayı yanlarında getirdiklerini söyleyerek “açık havada”, nötr bir ortamda, tarafların müzakereleri herhangi bir etki ve baskı altında kalmadan yürütmesi gerektiği noktasında bastırmışlardı. Barış masasına kaçamak değil, bir iddiayla oturan taraf olduklarını göstermek istercesine 1200 kişiden oluşan Osmanlı heyeti kendilerine en az 8 ay yetecek kadar zahireyi de beraberinde getirmişti. Sonuçta Osmanlıların dediği oldu ve Karlofça’da çadırlar kuruldu.
Barış masasında tam bir denkliğin nasıl tesis edileceği hususu, kafaları fena halde karıştırmış görünüyor. Şaşıracaksınız belki ama kaynaklar çözümün Osmanlı cephesinden geldiğini belirtiyor. Osmanlı heyetinin Baştercümanı Aleksandr Mavrokordato, protokol sorununu diplomasi tarihinde ilk defa “yuvarlak masa”yı icad ederek çözmüştür. Osmanlıların kurduğu dev çadıra 4 ayrı kapı yapılmış ve ortaya yuvarlak bir masa konulmuştur. Avusturya, Polonya, Venedik ve Rusya heyetleri aynı anda kendi kapılarından girip masalarına oturuyor ve karşılarında toprak kayıplarını asgariye indirmeye and içmiş Osmanlı müzakere heyetini dimdik hazır buluyorlardı. Anlayacağınız, Karlofça’da baskın taraf, Osmanlı heyetidir. Hatta müttefiklerin aralarındaki anlaşmazlıkları çözme işi de Osmanlı diplomatlarına düşmüştür.
Bütün olumsuz havaya rağmen Karlofça’da Osmanlı heyetinin elini rahatlatan 3 koz vardır. 1) Farklı çıkar ve beklentileri olan müttefikler ortak bir ilkede birleşemiyor ve birinin işine gelen karar öbürünün aleyhine dönebiliyordu. Bu da Osmanlı diplomatlarına, ellerini içine rahatça daldıracakları geniş bir çatlak sunuyordu. 2) Avusturya heyetinin acelesi vardı, çünkü Fransa ile savaşın eli kulağındaydı. 3) Rus heyeti Kongre’nin daha ileri bir tarihte yapılmasını istiyordu.
Polonya ile diplomasi satrancı
Bir zamanlar Osmanlı himayesinde bulunan Polonya heyetiyle yapılan ilk birkaç oturum hoşbeşle ve eski dostlukların yad edilmesiyle geçmiştir. Kamaniçe Kalesi üzerinde yoğunlaşan pazarlıklar sırasında kale iki taraf arasında gidip gelmişti. Osmanlı tezine göre bölgedeki diğer kaleleri Kral’ın bütün uğraşmalarına rağmen alamaması, Polonya’nın bu topraklara hakim olamadığını gösteriyordu. Öyleyse kale Osmanlı tarafında kalmalıydı. Müzakereler kilitlenmişti. Polonya heyeti ani bir manevra ile toprak meselesini bir yana bırakarak Kırım Hanlarına vermekte olduğu haracın kaldırılmasını istedi. Bu teklif, Kamaniçe’nin olmasa da, Eflak ve Boğdan’ın Osmanlılara kalacağının ilk işaretiydi. Saatler süren pazarlıklardan sonra taktik değiştirme sırası Osmanlı heyetine gelmişti. Hem işgali altında bulunan Eflak ve Boğdan’ı, hem de Kamaniçe kalesinin civarındaki toprakları boşaltması istendi Polonya’dan. Hamle üstünlüğü Osmanlı tarafına geçmişti. Polonya heyeti bir kere bazı topraklardan taviz verebileceğini ağzından kaçırmıştı. Ancak Kamaniçe üzerindeki ısrarları devam ediyordu. Bunun üzerine Osmanlı heyeti, Avusturya ile daha önce varmış olduğu anlaşma gereği bunu istediği, Polonya’nın bir derdi varsa bunu Avusturya ile halletmesi gerektiği tezini öne sürerek Avusturya ile Polonya’yı karşı karşıya getirmeyi başardı. Sonunda Kamaniçe kalesi Polonya’da kalmış, buna karşılık Polonya, Eflak ve Boğdan’ı boşaltmayı kabul etmişti.
Karlofça’daki Osmanlı delegasyonu, askerî yenilgilere ve müttefiklerin “Savaşı yeniden başlatırız ha!” tehditlerine boyun eğmemiş ve masalara herhangi bir zafiyet, yalvar yakar olma vaziyetine girmeden, vakarla oturmuş, birbirine düşen müttefik heyetlerinin açıklarından ustaca faydalanmasını bilmişti. Kaybedilen toprakların büyüklüğüne rağmen masada asla küçülmemiş, Sadrazam ve Padişah’ın sonuna kadar arkalarında olduğu güveniyle hareket etmiş ve Kıbrıs’ta olduğu gibi kendi canibinden yükselen “Bir an önce bu işi halledin, yoksa…” tehdidi ve baskısı altında kalmadan toprak kayıplarını asgariye indirerek dönmüştü İstanbul’a.
Osmanlı tarihi bundan sonra Macaristan ve Podolya olmadan yoluna devam edecekti. Ama devletin “ırz ve namusu” korunmuş, 1718 Pasarofça ve 1740 Belgrad antlaşmalarında rövanşı almak için büyük bir tecrübe birikimiyle ve yüzü kızarmadan kalkılmıştı masadan.
Bir barış antlaşması, masada devam eden savaştır çünkü…
Haftanın tüyosu:
Karlofça’yı nereden okuyalım?
Genellikle kaynak belirtmiyorum ama bu hafta bir istisna yaparak kafalarını fazlasıyla karıştırdığım sevgili okurlarıma birkaç “tüyo” vereceğim.
Rifa’at Ali Abou-El-Haj’ın 1963’te Princeton Üniversitesi’nde hazırlamış olduğu doktora tezi hâlâ bu konudaki en iyi çalışma olma özelliğini koruyor (The Reisülküttab and Ottoman Diplomacy at Karlowitz). Bu tezin bir özeti, Tarih ve Toplum dergisinin Kasım ve Aralık 1999 sayılarında Türkçeye çevrildi. Rami Mehmed Paşa’nın “Karlofça Sulhnamesi” yazma halinde kütüphanelerde bekliyor ama üzülmeyin, Ali Canib Yöntem 1952’de TTK tarafından basılan IV. Türk Tarihi Kongresi’nde bu kitabın faydalı bir özetini çıkarmıştır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı’nın Osmanlı Tarihi (c. III/I. Kısım), Cumhuriyet tarih yazıcılığından ayrılmayı başardığı noktalarda ilginç bilgiler verebilmektedir.
Ekmeksiz balık yenir mi?
Rami Mehmed Paşa’nın meşhur hazırcevaplığı Karlofça’da hasımlarımıza kök söktürmüştür. Avusturyalılar Temeşvar’ı Osmanlılardan kopartamayacaklarını anlayınca son çare olarak eyaletten geçen nehirlerin kendilerinde kalması gerektiği şartını ileri sürerler. Bunun Temeşvar’ı eninde sonunda düşmana teslim etmek anlamına geleceğini gören Mehmed Paşa, uykusuz geçen uzun bir gecenin ardından oturduğu müzakere masasında Avusturya heyetini keskin bir mantık açmazına sokmayı başarır. Müzakere şöyle gelişir:
– Yani siz diyorsunuz ki Temeşvarlılar su içmesin, öyle mi?
– Yok, böyle bir şey demedik. İnsanları ve hayvanları sudan men etmiyoruz.
– Peki balık tutup yemesinler mi?
– Hayır, balık da avlayabilirler.
– Pekala, hiç ekmeksiz balık yenir mi? Bu insanlar su olmazsa değirmenlerini nasıl döndürecekler de ekmek yapacaklar?
Sonuç: Temeşvar Osmanlılarda kalır.
Do you want Search?
Random Post
Search
previous