• Home
  • Genel
  • ‘Kızıl Pençe’yi Atatürk yönetiyordu’

‘Kızıl Pençe’yi Atatürk yönetiyordu’

Balıkesir Hutbesi öncesi: Kazım Karabekir, Latife Hanım ve Mustafa Kemal. Balıkesir Hutbesi ve öncesinde Mustafa Kemal aşırı dinci konuşmalar yapınca Karabekir, “Paşam, dini siyasete karıştırmanın acısını yeterince çekmedik mi? Niye böyle yapıyorsunuz” diye uyarıyor. Mustafa Armağan, Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tepkileri görüp halife olamayacağını anlayınca halifeliği kaldırdığını söylüyor. 

Atatürk’ün silah arkadaşı olarak Milli Mücadele saflarında en önde yer alan Kazım Karabekir sonraki dönemde kendini yasaklılar arasında buldu. Göz hapsinde tutulan, kitapları yakılan, suikast girişiminde bulunulan Karabekir, bunların devlet içinde örgütlenen gizli bir yapılanmanın marifeti olduğunu, emri ise Gazi’den aldıklarını söylüyor.

EMETİ SARUHAN

Mustafa Armağan son kitabı Kızıl Pençe’de Kazım Karabekir’in işaret ettiği pek çok çarpıcı iddiaya dikkat çekiyor. Bunlardan biri Milli Mücadele’ye Atatürk’ü Kazım Karabekir’in davet ettiği ve ilk kendisinin Anadolu’ya geçtiği. Diğeri Atatürk’ün aslında halife olmak istediği ancak bunu başamayınca halifeliği kaldırdığı. En çarpıcı olansa Mustafa Kemal’in etrafında asalak bir çevrenin türediği, milletvekilleri, polis ve asker içinde de uzantısı olan bu gizli örgütün adam öldürmeye varan faaliyetleri olduğu, baskıyla kanun çıkardıkları ve emirleri de Gazi’den aldıkları iddiası.

Kâzım Karabekir neden önemli?

Osmanlı generalleri içinde 1. Dünya Savaşı’nda yenilmemiş olarak cepheden dönen sadece Karabekir. Ali Fuat Paşa, İsmet Paşa, Ali İhsan Paşa, Refet Paşa, Mustafa Kemal Paşa hepsi yenilmişler. 20 gün içinde 600 kilometre geri çekilmiş Filistin-Suriye’deki kuvvetlerimiz. Sadece Kafkas Cephesi’nde Vehib Paşa komutasındaki Kâzım Karabekir yenilmek bir yana İngilizleri, Ermenileri, Rusları yenerek sınır ötesi harekata girişiyor ve Tebriz’e kadar ilerliyor. Enver Paşa’nın planı da Kafkas Cephesi’nden ilerleyip Azerbaycan Türkleriyle birleşmek ve sınırımızı kuzeye doğru genişletmek. Kâzım Karabekir “Doğu’ya gidelim. Orada zedelenmemiş bir ordu var. Onu terhis ettirmeyelim, bu kuvvet Milli Mücadele’nin başlangıcı olsun” diyor ve bu aşamada Mustafa Kemal’le görüşüyor. “Ben Doğu’ya gidiyorum, siz de gelin” dediğinde M. Kemal, “Bu da bir fikirdir” diyor.

MİLLİ MÜCADELEYİ KARABEKİR BAŞLATMIŞ

Anadolu’ya geçme fikri ilk Karabekir’den geliyor yani.

Evet. Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’in niyetinin İstanbul’da kalıp Harbiye Nazırı olarak hükümete girmek olduğunu, ancak İstanbul’daki siyasi kombinasyon iflas edip hükümete giremeyince müfettiş olarak Anadolu’ya geçtiğini söylüyor. Nitekim Mustafa Kemal’in tayini 30 Nisan’da çıkıyor. Ancak 30 Nisan’da Kâzım Karabekir Trabzon’a çıkalı 11 gün olmuştur.

Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’ye katılmasında ne kadar etkili oluyor Kâzım Karabekir?

Erzurum Kongresi’ni Karabekir organize ediyor. Mustafa Kemal’i de kongreye o sokuyor. Çünkü Rauf Orbay ve Mustafa Kemal’i almakta tereddüt ediyor Erzurumlular. Onu ve yanındakileri İngilizlerin adamı sanıyorlar. Ancak Karabekir kefil olunca girebiliyorlar kongreye. İkincisi, Erzurum Kongresi’nden önce Mustafa Kemal, müfettişlik görevinden azlediliyor. Üstelik görevi Karabekir’e veriliyor, kendisinden Mustafa Kemal’i tutuklayıp İstanbul’a göndermesi isteniyor. Karabekir Genelkurmay’a mektup yazıp “Ben İngilizlerin emriyle bir Türk askerini tutuklama şerefsizliğini gösteremem. Emrinizi kabul etmiyorum” diye rest çekiyor. Yani askerlik hayatını riske atıyor. Mustafa Kemal’e de “Siz bizim komutanımızsınız, size tabiyiz. Karargâhımızla emrinizdeyiz” diye bağlılığını bildiriyor.

Ama buna rağmen Karabekir’le ters düşüyor Mustafa Kemal?

Mustafa Kemal’in hayatının İstiklal Savaşı’nın başlangıcındaki dönüm noktalarının hep Karabekir Paşa tarafından inşa edildiğini görüyoruz. Bu da kabul edelim ki, kolay hazmedilecek bir gebelik değildir. Mustafa Kemal’in üzerinde Demokles’in kılıcı gibi Karabekir gölgesi sallanıyordu. Ona çok şey borçlu, o nedenle de yanında uzun süre taşıyamazdı. Nitekim tasfiye etti.

Peki Kâzım Karabekir neden hep arka planda kalmayı tercih ediyor?

Bir Osmanlı tevazuundan söz edilebilirse de, askeri bir hiyerarşi de sözkonusu. Mustafa Kemal Cihan Harbinde ordu ve ordular grup komutanlığı yapmış. İkincisi, Mustafa Kemal içlerinde siyasetten en iyi anlayan kişi. Şunu bilelim ki, Milli Mücadele sadece bir askerlik başarısı değildir. Mustafa Kemal Paşa’nın diplomatik manevralarının başarıdaki rolünü kabul etmek lazım. Mesela diğer paşalar savaş sonrasında siyasetle ilgilendiler; fakat hiçbiri siyasette başarılı olamadı. İnönü’nün dediği gibi Mustafa Kemal’in siyasetçiliği askerliğinden üstündür. Onu tercih bu sebeptendir.

Kitapta saltanatla hilafetin ayrılması ve saltanatın kaldırılması Kâzım Karabekir’in fikriydi deniyor. Bu durumda laikliğin ilk tohumunu Karabekir atmış diyebilir miyiz?

Bildiğiniz gibi hilafetin saltanatla birleşmesi İslamcı ekolde de çok eleştirilir. Öte yandan 1922’de saltanatın bu ülkeye hayır getirmeyeceği genel bir kabul halindeydi. Karabekir cumhuriyete geçilmesini ama hilafetin Müslüman toplumlarla bağımızı koruyacak bir silah, İngilizlere karşı bir koz olarak elimizde kalmasını istiyordu. Halifeli bir Cumhuriyet istiyordu.

Halifeliğin neden Osmanoğullarında kalması gerektiğini savunuyordu?

Tarihî bir devamlılık olarak bunu istiyor. Osmanoğulları bu ülkeye büyük hizmetleri geçmiş bir aile. Bunun yanı sıra Mustafa Kemal’in hilafeti de üzerine almasından, böylece aşırı güçlenmesinden korkuyor.

LOZAN’DA DİNSİZLİK TELKİN EDİLDİ

Halifeliği Mustafa Kemal’in almasına neden karşı?

Mustafa Kemal hem halife, hem de devlet başkanı olursa saltanat başka bir şekilde ihya edilmiş olur, din ve devlet işleri birbirine karışır diye karşı çıkıyor. Nitekim Mustafa Kemal, Meclis’teki hocalarla sarık ve cüppe giyip fotoğraf çektiriyor ve üzerine “İdeal hatırası” anlamına gelen “Mefkûre hatırası” diye yazıyor. Daha da önemlisi, Balıkesir Hutbesi ve öncesinde aşırı dinci konuşmalar yapıyor. Karabekir, Mustafa Kemal’i “Paşam, dini siyasete karıştırmanın acısını yeterince çekmedik mi? Niye böyle yapıyorsunuz?” diye uyarıyor. Mustafa Kemal de halife olamayacağını anlayınca halifeliği kaldırıyor. Halifenin ayrı bir iktidar odağı olarak kalmasını istememesinin sebebi bu.

“Anayasamız Kur’an”dır diyen bir Mustafa Kemal’den, “Bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitaplardan alınmamıştır” diyen bir Mustafa Kemal’e değişim nasıl gerçekleşti?

Bunu iki faktörle açıklıyorum. İç faktör, iktidar mücadelesidir. Hilafetin kaldırılması, içerideki iktidar mücadelesinin sonucuydu. Mustafa Kemal ve çevresi 1930’lara kadar etrafındaki bütün odakları teker teker tırpanlayarak ortada muhalefet edecek hiçbir kurum, dernek, gazete vb. bırakmaz. Halifeliğin kaldırılmasının ardından basın susturulur, ana muhalefet partisi kapatılır. İtiraz edenler İstiklal Mahkemeleri’nde yargılanıp asılır. İzmir Suikasti davası bunun zirvesidir. 1926’dan 1945’e kadar muhalefetsiz bir cumhuriyet yaşanır. Dış faktör açısından baktığımızdaysa hilafetin kaldırılması dahil, laiklikle ilgili dine karşı bir akımın başlamasının kökeninin Lozan olduğunu görürüz.

Neler oldu Lozan’da?

Lozan’da Balıkesir hutbesindeki gibi İslamiyet’e bu kadar vurgu yapılmasının bağımsızlığımızı tehlikeye atacak bir tehdit olduğu telkin edildi. Karabekir, İsmet Paşa’ya “İsmet, bu din aleyhindeki fikirler size Lozan’da telkin edildi değil mi?” diye soruyor. İsmet Paşa da zımnen kabul ettiğini belirten dolaylı bir cevap veriyor. “Bak Kâzım, biz savaşa Macarlar ve Bulgarlarla beraber girdik. Hepimiz kaybettik ama sadece bizim bağımsızlığımız ortadan kaldırıldı. Müslüman kaldıkça bağımsızlığımızın tehlike altında kalacağını bilmemiz lazım” diyor. Sonuca baktığımızda İngiltere Kralı Lozan’a onay imzasını hilafet kaldırıldıktan sonra atmıştır. Fransızlar ve İtalyanlar da İngiltere Kralından sonra imza attılar. Demek ki Hilafetin kaldırılması özenle beklendi. Dikkat ederseniz laikliğin zedelenmesinin varlığımızı tehlikeye atacağı korkusu hala CHP liderlerine egemendir. İnönü’nün Lozan’da yaşadığı korku Halk Partisi’nin ruhunda yaşıyor anlaşılan.

KIZIL PENÇE ATATÜRK’TEN EMİR ALIYORMUŞ

Karabekir “Kızıl Pençe” adında bir örgütten bahsediyor. Bu o dönemin derin devleti mi?

1908’den itibaren Türkiye’de bir derin devlet oluşumu başladı. Fransız İhtilali’nden sonra kurulan Selamet-i Umumiye Komitesi’nin bir paralel devlet oluşturma çabası vardı. Bu önce İttihatçılar tarafından benimsenmişti. Bu komite milletvekillerini kontrol altına alıp baskı, yıldırma, susturma politikası ile istedikleri kanunun çıkmasını sağlıyordu. 1923’e doğru giden süreçte bu komite daha belirgin hale geldi. 1923’ten sonra da Mustafa Kemal Paşa’nın etrafını çeviren yeni bir asalak gruptan bahsediyor Karabekir Paşa.

Nasıl bir grup bu?

Bunun içinde tetikçiler, İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmış Kılıç Ali gibi operasyonlarda kullanılan kişiler, Ekrem Baydar gibi emniyet müdürleri var. Yani Mustafa Kemal’e bağlı özel bir teşkilatlanma. Yukarıdan aşağı doğru polisin ve askerin içine doğru uzanıyor. Ayrıca şunu belirtmemizde fayda var: 1923 meclisinde asker kökenlilerin sayısı 60 civarında. Meclise Genelkurmay’ın karargâhı benzetmesi yapılıyor. İstedikleri operasyonları yapıyorlar, kanun çıkacaksa çıkarılıyor, muhalifler bastırılıyor. Düşünün, 1925’te TBMM’de Halit Paşa vuruldu. Karabekir, kendisine suikast düzenleyenin, kitaplarını yaktıranın, bazı örtülü operasyonların Kızıl Pençe adını verdiği bu örgüt tarafından gerçekleştirildiğini ana hatlarıyla aktarıyor. Karabekir, “İstanbul Valisi ve Emniyet Müdürü, hem İsmet Paşa’nın başbakan olduğu hükümetin, hem de gizli Kızıl Pençe teşkilatının emrindeydiler. Buna doğruca Gazi emir verir, Meclis Başkanı Kazım Paşa ve Kılıç Ali gibi en güvendikleri adamlar vasıtasıyla hükümet mekanizması gizli oyunlara başlardı.” diyor.

Armağan: Amacım sesi kısılanların sesi olmak

Kâzım Karabekir hakkında bu ikinci kitabınız. Neden Kâzım Karabekir üzerine çalışıyorsunuz?

Sesi kısılmışların, mağdurların, mazlumların yanında olmak benim tarih üzerine çalışıyor olmamın en önemli sebeplerinden biri. Bundan önce Sultan II. Abdülhamid hakkında iki kitap yazdım. Onların yayınlanmasının ardından Türkiye’de neredeyse bir ‘Abdülhamid rönesansı’ yaşandı, yüzlerce Abdülhamid kitabı çıktı, Abdülhamid’e bakışta önemli bir değişim meydana geldi. Aynı durum Kâzım Karabekir için de geçerli. Tarihte olduğundan farklı gösterilmiş, yaptıkları silinmeye çalışılmış, idamla yargılandığı gibi yazdıkları yakılmış, hatıratına el konulmuş ve yasaklanmış. Bu defa Karabekir’in sesi olmak istedim. Çünkü mazlumların sesi olmak gibi bir derdim var. Tarihte mağdur edilmiş kişileri seri halinde yazmaya devam edeceğim.

Okuduğumuz tarih çok da doğru değil o halde?

Tarih büyük ölçüde galip gelenlerin ışığında yazılır ki, bunun en büyük örneği Nutuk’tur. İstiklal Savaşı’nı kazanan, Cumhuriyet’i kuran birinin zaferinin kitabını yazması tarihte çok az rastlanan bir olayken, bu kitap aynı zamanda master (efendi) tarih konumuna yükseltilmiş. Diğerlerini ezip geçmiş. Peki diğer Paşaların yazdığı “Nutuklar”a ne oldu? Bilmiyoruz. Dolayısıyla biz İstiklal Savaşı ve sonrasının tarihini, savaştan sonraki siyasi mücadeleyi kazananların ağzından okuyoruz.

Kitabınız 4 ayrı metnin birleşiminden oluşuyor, değil mi?

Kaynaklarım, Karabekir’in yayınlanmış kitap ve günlükleri. Ancak bunlar parça parça ve farklı zamanlarda yayınlandığı için hem gerektiği gibi okunmamış, hem de bir bütünlük oluşmamış okurun kafasında. Ben Paşa’nın dört ayrı metninden yararlandım. İsmet Bozdağ’ın Paşaların Kavgası (Karabekir’in Nutuk’a Cevapları) adlı derlemesi, Karabekir’in Yapı Kredi’den çıkan Günlükler’i, İzmir suikastiyle ilgili yazdıkları ve savunması ile Bir Düello Bir Suikast adıyla basılmış 1933 yılı hatıraları. Bunları tarih sırası ve bir mantık çerçevesine oturtarak okuyunca çok çarpıcı bir resim çıkıyor. O alternatif resmi, parçaları birleştirerek kitabımda oluşturmaya çalıştım. Kitapta konuşan tamamen Paşa’dır. Benim katkım, sadece yazdıklarını düzenleyip sadeleştirmek.

01.04.2012

Kaynak: http://www.yenisafak.com.tr/Pazar/?t=01.04.2012&i=375620&k=b10

One Comment

  • osman erbay

    22 Eylül 2012 at 02:47

    Atatürk ;”…Kürt meselesinin çözümü ve memleketin gelişmesi için musul’u sınırlarımıza katmalıyız.” demiştir.Gelecekte bu mümkün fakat bize faydalımıdır.?

    Yanıtla

Bir yanıt yazın