• Home
  • Genel
  • Kolomb, Amerika’ya Kudüs’ü fethetmek için gitmişti

Kolomb, Amerika’ya Kudüs’ü fethetmek için gitmişti

Kolomb, Amerika’ya Kudüs’ü fethetmek için gitmişti
İsa’nın doğumundan bu yana insan ırkı için bu kadar mânâ dolu bir gece olmamıştı. Kristof Kolomb’un 12 Ekim 1492’de İspanyol sahillerinden üç gemiyle Atlas Okyanusu’na açılışını bu kelimelerle kutsuyor 20. yüzyılın deniz tarihçilerinden Samuel Eliot Morison. Kolomb, hep batıya giderek Hindistan’a ve Marko Polo’dan okuduğu Kubilay Han’ın Çin’ine varabileceğini düşünüyordu. Nitekim ölüm döşeğinde bile Amerika’yı keşfettiğine ikna olmamıştı; çünkü “Amerika” diye bir kıtanın varlığını bilmiyordu. Yazdığı notlarda hep Hintlilerden söz edişi bundandı. İngilizcede “Hintli” (Indian) teriminin Kızılderililer için kullanılmasının sebebi de budur.
Kolomb’un batıya giderek doğuya ulaşabileceği umudu gerçek olmuştur olmasına ama bu seferini sadece içinden altınlar akan nehirlere ulaşmak için yaptığına inanmak, Kolomb’u basit bir haydut kılığına sokmak olurdu. Oysa o, bu altın nehirlerini, sadece cebini koynunu doldurmak için istemiyordu. Aynı zamanda, Seyir Defteri’nin 26 Aralık 1492 Çarşamba tarihini attığı sayfasına kendi elyazısıyla yazdığı gibi, “Hindistan”dan getireceği altınların ‘Kutsal Topraklar’ın, yani Kudüs’ün Hıristiyanlarca yeniden fethini finanse etmek için kullanılacağını tasarlıyordu. İspanya Kralı’na, “Siz yüce Efendimiz için giriştim bu yolculuğa” diye yazıyordu Kolomb, “kazancımın tümü Kudüs’ün fethi için kullanılacaktı.”
Şimdiye kadar Avrupa yazdı dünya tarihini. Kendisine göre; kendisi için; ve çarpıttığı bu tarihleri gerek sömürgecilik, gerekse Oryantalizm kanalından Batılı olmayan halklara öğretti. Hepimiz, kendimizi bu mercekleri bozuk aynalarda seyrettik ve Avrupa’nın yalanlarını pek bir bilgiçlenerek anlattık çocuklarımıza. Batı akılcıdır, bilimseldir, gelişmiştir, dünyayı keşfetmiş ve bir mucizeyi andıran modern çağımızın temellerini atmıştır Rönesans’tan itibaren. Oysa Doğu (yani ‘biz’) akıldışı dürtülerle hareket eder, mistiktir, içine kapanmıştır, dünyayı tanımak dahi istememiş, donuklaşıp taşlaşmıştır. Ta ki, Avrupa gelip de onu ölümsüz kılacak öpücüğüyle kutsayana kadar. Buna da Batılılaşma veya Modernleşme diyoruz bildiğiniz gibi.
Açıktır ki, bu tarih, Avrupa merkezli olarak kurgulanmıştır ve beyinlerimize empoze edilmiştir. Amacı da şudur: Ekonomik geriliğe ve toplumsal pıhtılaşmaya mahkûm olan Doğu’nun anahtarları Avrupalıların aydınlık zihinleri ve girişimciliğinde yatmaktadır. Batı haricinde bir çözüm yoktu ve olamaz!
Buna şimdilerde “Avrupa-merkezcilik” deniliyor ve giderek daha şiddetli hücumlara uğruyor. Dünya tarihi yeni baştan yazılıyor. Amerika’nın Kolomb tarafından keşfedilmediğini, tam tersine işgal ve icad edildiği yazılıyor mesela. Hindistan tarihi de, Çin tarihi de, Latin Amerika tarihi de “Avrupa-merkezci olmayan” bir gözle yeniden kaleme alınıyor, üzerindeki asırlık sömürgeci toz toprak silkeleniyor, adeta arkeolojik kalıntılar gibi bir bir sürgün veriyor şaşırtıcı belge ve bilgiler. Tarihler ayağa kalkıyor. (Bu köşede bazı satırlarını yansıtmaya çalıştığımız yeni Osmanlı tarihi de dirilen tarihler cümlesindendir işte.) Kolomb’un kutsandığı Amerika’nın keşif tarihi de, aynı “Avrupa-merkezci” yalanlardan birisi. Gün geçmiyor ki, Kolomb’a yönelik bir hücuma kalkmasın tarihçiler. Özellikle de onun Avrupa’nın gelişip kalkınmasındaki rolünün abartıldığı yorumlar tepe taklak ediliyor birer birer. İşte Kolomb’dan tam 71 yıl önce Çin’den yola çıkan dev donanmanın hep batıya giderek Yeni Zelanda, Avustralya, Afrika ve Amerika’yı, hatta Grönland’ı keşfettiği muazzam seferin hikâyesi de bu dirilişin işaret taşlarından birisi olarak karşımıza çıkıyor.
Unutturulmuş ve yutturulmuş bir tarih
Osmanlı tarihi bağlamında sık sık dile getirdiğim bir hakikatin dünya tarihçilerince de doğrulanmış olması gösteriyor ki, ‘Modern Batı’ dediğimiz organizasyon ve medeniyet, nesi varsa hemen tamamını Doğu’ya, özellikle de İslamiyet’e ve Çin’e borçludur (dolayısıyla da Hind’e). Nasıl Antik Yunan medeniyetinin bir mucize olmayıp aslında Afrika kökenli bir medeniyetin, Fenikelilerin varisi olduğu gerçeği Martin Bernal tarafından tarihin mezarlığından İsrafil’in borusunu andıran gürbüz bir sesle uyandırıldıysa, modern Avrupa için de bunun yapılması gerekiyordu.
Nitekim John Hobson’un Cambridge’den 2004’te çıkan kitabı ‘Batı Medeniyetinin Doğulu Kökleri’, tam da bunu yapıyor ve gözümüzü Avrupa-merkezli olarak yazılmış tarihten uzaklaştırarak, aslında 19. yüzyıla kadar geri kalmış olan medeniyetin Avrupa medeniyeti olduğunu haykırıyor her satırında! (Bizim tarihçilerimiz de Osmanlı’nın 16. yüzyıldan itibaren çökmüş, bitmiş bir devlet, medeniyet ve toplum olduğunu söylemiyorlar mı, insan ne diyeceğini şaşırıyor. Ölüyü gömmek için bu ne acele efendiler?) Sanırım düşünme mekanizmamız şöyle işliyor: Biz bir şey beceremeyiz zaten. Avrupa’dan ithal ettiğimiz şeylerle bir süre idare etmişiz, sonra da yan gelip yatmışız. Adamlara baksanıza: Rönesans, Reform, Aydınlanma, gırla gitmiş. İlerleme derseniz onlarda, bilim, edebiyat, sanat derseniz onlarda. Oysa biz… Böyle bakılınca tarihe, elbette Mikelanj’ın yanında Mimar Sinan ancak bir çırak olarak kalacak; elbette Kâtip Çelebi’nin orijinalliğinin önüne kapkalın perdeler çekilecek; ve elbette 1703 Edirne İsyanı, toplumsal devrimler tarihine zinhar adım atamayacak ve Fransız Devrimi’nin pabucunu dama attıramayacaktır. Ve aynı sebepledir ki, Çinli Deniz Kuvvetleri Komutanı Müslüman Zeng Ho’nun adamlarının 1421’de Amerika’yı keşfetmiş oldukları, hatta oralarda koloniler kurdukları, Asya’dan birçok hediyeyi (porselen mesela) yanlarında götürdükleri ve oralardan tütün dahil birçok ürünü Asya’ya önce Çinlilerin getirdikleri, nihayet gittikleri yerlerin haritalarını çıkarttıkları gerçeği, kulaklarımıza inanılmaz gelecek ve yine bildiğimiz okumaya devam edeceğiz.
Oysa Çin tarihi ve medeniyeti bilinmeden Avrupa tarihinin de, hatta Osmanlı tarihinin de tam olarak anlaşılamayacağını öğrenmemiz gerekiyor artık. Çin İmparatoru Zu Di, Timurlenk ve Yıldırım Bayezid bir tarafta, Zeng Ho, Timur’un oğlu Şahruh ve Piri Reis öbür tarafta, aralarındaki derin bağları ortaya dökecek usta elleri bekliyor. Tarih, 21. yüzyılın şafağında Hacı Zeng Ho’nun, Kolomb’unkinden 5 misli büyük gemilerle çıktığı bu olağanüstü seferin unutturulmuş hikâyesini hecelemeye başlamakta, yüzündeki peçelerden birini daha açmaktadır.
Nasipse, haftaya…

Bir yanıt yazın