Kültürü anlamaya doğru

Kültürü anlamaya doğru
Sosyal bilimlerde hakkında en fazla tanım girişiminde bulunulmuş terimlerden birisi olan kültür, çağımızda adeta yeniden keşfedilmiş ve “Cultural Studies” adlı yeni bir araştırma alanı doğmuştur. İster antropolojik-organizmacı boyutlarıyla ele alınsın, isterse insanın ekonomik üretiminin sonucunda ortaya çıkardığı hayata uyum sağlama yeteneği olarak kavransın, kültür, kanlı canlı, yaşayan, nefes alıp veren insanın biyolojik dünyasının içine kurduğu tali; ama kendisine ait bir yuva, kendisini bu dünyada içinde yabancılık çekmeden yaşamasını sağlayacak bir koza şeklinde nitelenebilir.

Bugün size kültür kavramını çalışmalarının merkezine yerleştiren üç düşünürün yaklaşımlarını aktarmaya çalışacağım. Bunlar fenomenoloik sosyoloji alanının önde gelen isimlerinden Peter Berger, kültürel antropoloji alanındaki çalışmalarıyla tanınan Mary Douglas ve yapısalcılığın önemli teorisyeni ve uygulamacısı Michel Foucault’dur.

Berger kültürü “insanın üretimlerinin toplamı” olarak tanımlar. Kültürü bu şekilde tanımlamak onu sadece insanın davranışlarına rehberlik eden maddi olmayan sosyo-kültürel oluşumlar (toplum dediğimiz şey, kültürün bir parçasıdır) ile maddi ürünler olarak görmekle kalmayıp insanın bilincinde yüklendiği şekliyle bu dünyanın teemmülüdür (reflection). Kültürün dokusu, bu tanıma göre bireylerin içinde yaşadıkları dünyayla ilgili sahip oldukları failler-arası (intersubjective) anlamlardır. Kültür ancak onun bilincine varmış olan insanlar varsa mevcuttur. Kültürü öznel, yani onu üreten ve içinde yaşayan insanların nasıl algıladıkları yanıyla ele alan bu yaklaşım, “kültürün toplum tarafından kuruluşu”nu esas almaktadır.

Mary Douglas da Berger gibi kültürü günlük hayat zaviyesinden ele alır. Ancak Berger’den bir adım daha ileri giderek gündelik gerçekliği araştırmalarının merkezi unsuru haline getirir. Toplumsal tasnif sistemleri sayesinde değerlerin her zaman bilgiden önce geldiklerini ve bilginin içinde anlamlı hale geldiği kalıpları ürettiklerini ileri süren Douglas, özellikle temizlik ve kirlilik kavramları üzerinde durur. Temizlik hakkındaki modern saplantımızın kökeninde aslında büyü ve ayinlere dayalı bir geçmişin kalıntılarını müşahede eder. Mesela masadaki yemek kırıntıları yere düştüğünde neden kirli kabul edilir de, artıkların toplandığı sepet de yerde, fakat farklı bir yerde durduğu halde onun içindekiler temiz kabul edilir? Bir başka örnek, evlerine ayakkabıyla giren Batılılardan verilebilir. Ayakkabılar döşemeye bastığında normal karşılanır da, yemek masasına konulduğunda neden kirli kabul edilir? Demek ki kirlilik nesnelerin kendisinden gelmiyor, onların konuldukları yerden geliyor. Kirli, bu açıdan izafi bir şeydir. Toprak kendi başına kirli değildir; ancak halı üzerine dökülmüş toprak kirleticidir. Sigara külleri kirli değildir, ne var ki koltuklara döküldüğünde kirletici bir özellik kazanır. Şu halde temiz ve kirli kavramları, bir tasnif sistemine ve bu sistemlerin içine nesnenin konulmasına/yerleştirilmesine göre değişmektedir. Kültür, Berger’in söylediği gibi bilginin sosyal inşası olmakla birlikte, bu inşa süreci önceden kodlanmış bir değerler manzumesi içinde yürütülmektedir Douglas’a göre.

Foucault ise bilginin aktarılmasının kültür için merkezi önemde olduğu görüşündedir. Ancak bu süreç hiçbir zaman düz bir yol izlemez. Bilginin aktarılma süreci bilinçli ya da bilinçdışı yollardan iktidarla bağlantılıdır. İktidar münferit ve dağınık, hilekar ve her yerde hazır ve nazırdır. O milli ve kültürel sınırları aşar. Sanayi-öncesi, sanayi dönemi ve sanayi sonrası dönemlerde bilginin rolü üzerinde duran Foucault, özellikle sosyal bilimlerin ortaya çıkışında Batı’da aklın iktidar tarafından nasıl terbiye edildiği üzerinde durmuş, bilimsel iktidarın modern toplumu açıklarken aynı zamanda onların nasıl iliklerine kadar nüfuz ettiğini de ortaya koymuştur. Bu nüfuzun ardından iktidarın istediği tipte bireylerin çeşitli kanallardan nasıl üretildiğini de ilginç belgeler ışığında açıklamıştır.

Burada sadece birkaçına değinebildiğimiz kültür üzerine araştırmalar modern hayatın daha önce farkına varılmayan örtük boyutlarını ortaya çıkarmaya, yani kültür buzdağının görünmeyen gövdesini kucaklamaya yönelmiştir.

Bir cevap yazın