2016 yılına kadar ders kitaplarında tek bir cümleyle yer alırdı Kutul-Amare zaferi. O cümle de şuydu:
“Basra’ya çıkan İngilizler Kutul Amare’de yenilgiye uğratıldılar.”
Hayrola, kim uğrattı? Hayaletler mi? Yoksa gökten bir sel boşandı da o mu sürükleyip denize döktü. “Yenilgiye uğratıldılar” ifadesi kadar ahlaksızca yazılmış, yakın tarihimizin zamirini ele veren cümleye bol bol rastlarız aslında kitaplarımızda ama Mecnun’un gözüyle bakmak şartıyla.
Malum, Mecnun, tutulduğu Leyla için yanıp yakılıyor, akrabaları da merak etmiş “Kim bu Leyla? Bize göster” demişler. Gizlice uzaktan göstermiş. Akrabaları “Bu kara kuru kız mı senin yanıp yakıldığın? diye çıkışınca meşhur aşık “Ama onu Mecnun’un gözüyle görmeniz lazım” cevabını yapıştırmış.
Bu bakımdan tarihte de Mecnun’un gözü önemli. Gören değil, delen bir göz, eski deyişle nâfiz bir nazar lazım.
2016 yılının 29 Nisanında Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde kürsüye çıkan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Tarihi 19 Mayıs 1919’dan başlatan anlayışı reddediyorum” deyince gözlerim dolmuştu. Şöyle devam etmişti bu tarih dersini andıran tarihî konuşmasına:
“Resmi tarihimizi yıllarca İngilizlerin istediği gibi düzenledik.”
Son altı yılda bazı tamirler yapıldı Kutul Amare zaferi hakkında, her yıl 29 Nisanlarda hatırlanır oldu. Ders kitaplarındaki o tek cümlelik manasız ifadenin yanına birkaç cümle eklenebildi ama itiraf edelim ki hakkı verilemedi. Zaten gazi ve şehitlerimizin hakkını ödeyemeyiz ama daha fazla çalışmak ve anlatmak gerekirdi. Bir dizi yapıldı, yarısında ismi değişti. Kim değiştirdi? İngilizler mi devreye girdi? Yoksa içimizdeki İngiliz’den fazla İngilizci olanlar mı? İngiliz’in eli ayağı uzundur derler. İnanırım.
Türkiye’de neden bir İngiliz düşmanlığı yoktur? diye sormuş ama cevap alamamıştım. İngilizlerin Şehzadebaşı’nda katlettikleri 16 Mart şehitlerini artık niye anmıyorsak ondandır diyeyim, gerisini siz anlayın. Zaten İstiklal Savaşı’nı anlatırken de Yunan değil, düşman denilip anonim ve belirsiz hale getirilmesinden az çok çıkartabilirsiniz vaziyetin vahametini.
Evet, Kutul Amare’nin gündeme gelmesi için de bir savaş verdik ama her zafer gibi bu da hasarsız olmadı maalesef.
Bunları yazdık, yine yazarız ama siz değerli okurlarıma her seferinde yeni bir bilgi vermek şiarım haline geldiği için bu defa da daha önce -en azından 1937’den beri- gündeme gelmeyen bir Kutul Amare sayfasını açacağım önünüze. Böyle katkılarla zenginleşecek bu zaferimizin etrafındaki halkalar ve günün birinde hepimizi içerisine alacak inşallah.
Ateşböceği nasıl avlandı?
Cemaleddin Revnakoğlu imzasıyla Haber gazetesinin 8 Mart 1937 tarihli nüshasında çıkan bir hatıra pek az kişinin dikkatini çekmiştir: Bu kahramanlık macerası Firefly yani Ateşböceği ismindeki İngiliz topçekeri ve refakatindeki gemilerin Mehmetçiklerimiz tarafından ele geçirilmesi hadisesidir. (Aynı cephede pervanesi telgraf tellerine dolandıktan sonra yakalanan Julnar gemisinin ele geçirilme hikâyesini de başka bir seferinde yazarım inşallah.)
Kutul Amare cephesindeki Ateşböceği gemisinin zaptedilme hadise şöyle gerçekleşmiştir:
Dicle nehni sığ olduğu için buraya uygun 12 gambot inşa edip gönderen İngiliz bahriyesi Kut kasabasında sıkışıp kalmak üzere olan İngiliz ordusuna su yoluyla gıda, silah, mühimmat vs. yardım gönderecek, böylece daha uzun süre direnmelerini sağlayacaktır hesapta. Bu son sistem gambotlardan Ateşböceği silah teçhizatı bakımından çok yeni ve mükemmel bir gemiydi. Seri ateşli topları, projektör ve telsizleriyle adeta bir dretnot kadar donanımlıydı. O kadar ki içerisinde buz yapacak makinalar bile vardı.
Buzlu su içip serinleyen İngiliz’e karşı hoşaf ekmek yiyen Mehmetçik gambot ve etrafındaki gemileri görünce aniden ateşe başladı. Çanakkale’den aldığı büyük moral ve “Allah’a dayan, saye sarıl, hikmete ram ol” ilkesiyle hareket eden Mehmetçik bu 12 gemiyi ateş altına almakta zorlanmadı. Bu sırada Yüzbaşı Singleton kumandasındaki Şeytan gambotu kara oturunca Mehmetçik derhal onu ele geçirdi. Nasıl mı? Çamura saplanan gambotu gören Mehmetçikler suya atladı ve yüzerek gemiye ulaştı. Tırmandılar ve yumruk ve pençeleriyle bu İngiliz gemisini ele geçirdiler. Bu kadar…
Peki Ateşböceği’ne ne oldu dersiniz? Üm’de İngiliz ordusunun ricatini himaye etmek isteyen gambota bir topçu ustamızın (Kutul Amare’nin Seyyid Onbaşı’sı mı desek bu meçhul kahramanımıza, bilemedim) ateşlediği sahra topundan çıkan mermi geminin kazan dairesine isabet etmiş ve orada patlayarak gemiyi hareketsiz hale getirmişti.
Tabii Mehmetçik hemen suya atladı ve yüzerek gemiye ulaştı ve silahsız bir şekilde, yumruk yumruğa bir kavgadan sonra Ateşböceği de artık bizim elimizdeydi. İsmi derhal değiştirildi ve Nureddin Paşa’nın altı ay kadar önce kazandığı Selman-ı Pak muharebesinin şanlı ismi verildi.
Ardından Dicle filotillası da benzer bir akıbete duçar oldu. Ele geçirildi. Ayyıldızlı bayrağımız gönderine çekildi.
Bunlar haricinde üç lanç, altı büyük ve silahlı mavna ile birçok şalope ve küçük tekne batırıldı, filotillanın geri kalan kısmı ise kendilerini Kut limanına güç bela atabildi.
Selman-ı Pak (nam-ı diğer Ateşböceği) o toprakları terk edeceğimiz zaman düşmana yar olmasın diye kenid elimizle berhava edildi. A. Cemaleddin Saraçoğlu’nun verdiği bilgiye göre Denizcilik (Bahriye) Müzesinde gemideki komodor gidonu flandra ve flamaları bu zaferin hatırası olarak sergilenmekteymiş. Merak ettim, ilk işim gidip yerinde duruyor mu, diye bakmak olacak.
Yazı şöyle bitiyor:
“Ve Dicle’nin seri cereyanlariyle akıp giden şırıltılı suları Türkün şehametini, yumrukla düşman gambotlarını zaptetmesi ve destanını bizden gelen nesillere de fısıldayacaktır.”
İnşaallah diyor ve bize bu tarihe altın harflerle kazınmış olan zaferi hediye eden ecdadımızı rahmet, hasret ve minnetle yad ediyoruz.
29.04.2022, muzakerat.com