Başbakan Adnan Menderes’in iktidara gelir gelmez Ezan-ı Muhammedî’yi yasaklayan kanunu değiştirmek istediğini biliyorsunuzdur da, kanun savsaklanınca istifa ettiğini ve ortalıktan bir süreliğine kaybolduğunu biliyor muydunuz? İşte bu ilginç olayın az bilinen tafsilatı…
Ezan-ı Muhammedî bundan 73 yıl önce minarelerden gönüllere yeniden avdet ederken 18 yıllık Türkçe ezan zulmü milletimizin saf sinesinde ebedîyen silinmeyecek nahoş izler bırakmıştır. Bu derin izleri unutmamak ve unutturmamak bu topraklarda İslamın payidar olmasını dava edenlerin esas vazifelerinden biri olmalıdır.
Öncelikle şunu belirtelim ki, Türkçe ezan müdahalesi tek başına bir olay değil, Türkiye’nin İslamsızlaştırılması yolunda atılmış adımlardan sadece biridir. Hukuktan yazıya, dilden şapkaya kadar o kadar çok düzenleme dinle, yani İslamiyetle alakalıydı ki, her atılan adımla aslında dinin alanı sınırlanıyor, hatta siliniyordu. Türkçe namaz, Türkçe Kur’an, Türkçe salâ gibi reformları Ayasofya Camii’nin 1934’te kapatılıp müze yapılması takip etmiş ve neredeyse bu sembolik hamleyle beraber Türkçe ezan uygulaması da devreye sokulmuştu.
Demek ki tek bir olaydan bahsetmiyoruz “Türkçe ezan” denilince; koparılan tesbihin tanelerinden biriydi o.
Türkçe ezan diye bir şey olmazdı, bunu köylü de bilirdi, alim de.
Sonra bu neticede bir çeviri.
Kim çevirmiş? Niyeti ne? Neden öyle çevirmiş de böyle çevirmemiş?
Alın size bir yumak mesele ki, çöz çöz dur.
Çeviri ezan olur mu?
Bir misal.
Ezan-ı Muhammedî’de ne der:
“Eşhedu en lâ ilahe illallah.”
Yani: Allah’tan başka ilah olmadığına şahadet ederim.
Türkçe ezan nasıl çeviriyordu bu cümleyi:
“Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı’dan başka yoktur tapacak.”
1) “Şüphesiz bilirim bildiririm” demek “Şahadet ederim” mi demektir? Bilmek ve bildirmek başka tanıklık etmek başkadır.
2) Dinimizin esasını teşkil eden “Allah’tan başka ilah yoktur” ifadesi nerede, “Tanrıdan başka yoktur tapacak” zavallılığı nerede?
3) Dinimizin bildirdiği “Allah”ı bıraktık, Tanrı diye tanyeri ilahını aldık.
4) Tanrıdan başka tapacak yokmuş. Yani bir tek Tanrı tapacakmış! Ama onun da kime tapacağı belli değilmiş! Bari “tapılacak” deseydiniz de Türkçe hatası yapmasaydınız. Bu hatanın da kasten yapıldığına inanıyorum.
Dinle oynamanın bu kadar pervasızlaştığı bir devirdi. Dankwart A. Rustow’un deyişiyle ibadete bu hükümet müdahalesi “diğer laiklik tedbirlerinin herhangi birinden daha geniş bir halk öfkesine yol açtı.”
O haklı öfke işte Menderes ve arkadaşlarını 1946-50 arasında Anadolu yollarına döküldüklerinde yakaladı. Demokrat Partililerden bu zulmü sona erdirmeleri için yalvaran halkın talebi 14 Mayıs 1950’de iktidara gelince zirveye ulaşmış oldu. Artık ilk icraat olarak ezanın özgürlüğüne kavuşturulması bekleniyordu.
Burada 3 yanlışı düzeltelim:
1) Yasaklama, Arapça ezana getirilmişti sadece. Diğer herhangi bir dilde ezan okuyabilirdiniz (mesela Çince ezan) ama bir tek Arapçasını okuyamazdınız.
2) Menderes Türkçe ezanı yasaklamamış, sadece Arapça ezanı yasaklayan kanunu kaldırmıştı. Böylece kanunlar ezana karışmayacaktı.
3) Arapça ezan Mustafa Kemal döneminde kanunla değil, genelgeyle yasaklanmış olup kanun 1941 yılında İnönü devrinde çıkarılmıştı. Devletin dini düzenlemeye kalkması laikliğin de temelden ihlali demekti.
Bu temel bilgileri verdikten sonra şimdi Başbakan Menderes ile Cumhurbaşkanı Celal Bayar arasındaki ezan anlaşmazlığına yakından bakalım.
DP’de ezan çatlağı
Celal Bayar’ın “Atatürk’ün Başbakanı” olması hasebiyle dinî meselelere daha mesafeli durduğu meçhul değil. Hükümetin ilk icraatının ezan kanununu değiştirmek olmasına soğuk baktığını Altan Öymen’in hatıratından öğreniyoruz. Buna göre bir Bakanlar Kurulu toplantısında ezan kanunu görüşülürken
-Arkadaşlar, kararımızla Atatürk’ün ruhu muazzep olmaz mı? (Acı duymaz mı?) demiş. Zamanın Sağlık Bakanı Nihat Reşat Belger,
-Büyük (seçim) zaferimiz üzerine Atatürk’ün ruhu o kadarcık kusuru bize bağışlar efendim” cevabını verince itirazından vazgeçmiş. (Değişim Yılları, 2004, s. 488)
Nitekim Cihat Baban da Politika Galerisi adlı kitabında bu hususu şöyle anlatır:
“Celal Bayar Menderes’in ezan kararı karşısında çok kızdı, kızardı, istifayı bile düşündü, fakat sonunda Menderes’in politik hünerbazlığına yine de teslim oldu.”
Şimdi Menderes’in o “politik hünerbazlığı” neyin nesiymiş, beraberce görelim.
Menderes nereye kayboldu?
Mehmet Ali Birand’ın Demirkırat belgeselinde Menderes’in istifası meselesi daha çok Aydın Menderes’in sözleriyle yansıtılmıştı. O sözler şöyleydi:
“Sayın Bayar belki ezan kanununun değişmesini zamansız bulmuş olabilir. Yani biraz geciksin ya da en azından takvimi biraz uzasın diye düşünmüş olabilir. Burada bir istifa olur. Yani ‘Bu bizim taahhüdümüzdür. Biz bunu yapacağız’ şeklinde bir tepki var.”
Birand devam ediyor:
“Bu tepkiyi gösteren Adnan Menderes’ti. Çıkarmak istediği yasa gecikince daha yolun başında tavrını koymuş ve istifaya karar vermişti. İstifa mektubunu yazdı. Bayar’a gönderdi. Ve dinlenmek üzere Mersin’e gitti. Bu Bayar’a çok açık bir mesajdı. Bayar mektubu alınca çok şaşırdı. Hemen Başbakanı arattı. Mersin’de olduğunu öğrendi. Sevindi. Birkaç gün ayrı kalmak ikisine de iyi gelecekti. Hemen Menderes’in yakın arkadaşları köşke çağrıldı. Durum kendilerine anlatıldı. Mektup iade edildi ve Menderes’e haber gönderildi. Birkaç gün sonra Menderes Ankara’ya döndü. Kendisini havaalanında Bayar karşıladı. Menderes Bayar’ın elini öptü. Konu kapatıldı. Tabii bu arada Ezan Yasası yürürlüğe girmişti.” (s. 86)
Nitekim Bayar, dostu İsmet Bozdağ’a bu durumu şöyle anlatmıştır yıllar sonra:
“Ben böyle bi yasanın DP’nin ilk icraatı olarak ortaya konulmasını hoş karşılamadım. Bu yasaya karşı değildim ama beni memnun eden bir yasa da değildi. Nasıl söyleyeyim, biraz da buruldum! Ben Atatürk’ün bütün getirdiklerine karşı her zaman duyarlı olmuşumdur.
Nitekim TBMM Başkanı Refik Koraltan da Bozdağ’a “Bana kalsa Meclis Başkanı kaldığın sürece bu yasa çıkmazdı ama neyleyeyim, hatırını kıramadığım arkadaşım Menderes Meclisten ivedilikle geçmesinde direniyordu.”
Biz de “iyi ki direndin Başvekilim”, diyoruz. Bu uğurda başını kaybettiysen de ahiretini mamur edecek en muazzam hamleyi belki de meselenin ciddiyetinin farkında olmadan atmış oldun. Sen o adımı atmasaydın bu zamana kadar biz hâlâ o ‘tangır tungur’la devam ediyor olacaktık.