TARİHİN ÖTEKİ YÜZÜ
Misak-ı Milli aslî haliyle gerçekleşmiş olsaydı en başta Musul ve Kerkük’ün petrol ve doğalgazı İngiltere’nin, Amerika’nın, Fransa’nın, Shell’in, British Petroleum’un (BP) kasalarına değil, Türkiye’nin hazinesine akacaktı ki oluk oluk. O Musul ve Kerkük ki, bugünkü Türkiye’nin yıllık petrol ihtiyacının dört katını üretir. Yanisi şu: Bizim olan Musul bizde kalsaydı dörtte biriyle bütün petrol ihtiyacımızı karşıladığımız gibi dörtte üçünü dışarıya satarak ihya olurduk ve bunu 100 yıl boyunca yapıyor olacaktık.
Bu rayihası bile bayıltıcı ihtimalin Türkiye’nin refahını hangi çapta artıracağını varsın uzmanlar açıklasın, kaba tahminim kişi başı milli gelirimizin çok yukarıda olacağı merkezinde.
İşte gerçek Misak-ı Milli haritası: Devrin gazetelerinden birinde çıkmış bu haritaya göre Haleb’in güneyinden Musul’u içine alacak şekilde Süleymaniye’ye uzanarak İran hududuna dayanan Misak-ı Milli haritası.
Elimde bir Misak-ı Milli haritası var. Devrin gazetelerinden birinde çıkmış olan bu haritaya göre Haleb’in güneyinden Musul’u içine alacak şekilde Süleymaniye’ye uzanarak İran hududuna dayanıyorduk. Peki Misak-ı Milli haritası gerçekleşebilseydi neler olurdu?
Bunun cevabını bir İngiliz Feldmareşali Lord Carver vermiş aslında. The National Army Museum of Turkish Front 1914-18 adlı henüz Türkçeye çevrilmemiş bulunan 2003 tarihli kitabında şöyle 247. ve son sayfasında özetle şunu yazar:
“Türkiye eğer 2. Dünya Savaşı’nda olduğu gibi tarafsız kalabilse veya Müttefiklerden ayrılabilse…, yani 1914 topraklarını koruyabilseydi dünyanın en büyük petrol üreticisi ve potansiyel olarak fevkalade güçlü ülke (“the greatest oil-producing country in the world, potentially very powerful”) olurdu.”
Dünyanın en büyük petrol üreticisi olduğumuzu ve bunun 100 yıldır devam ettiğini hayal edin bir an için ve dünyanın süper gücü haline gelmiş bir Türkiye’yi gözünüzün önüne getirmeye çalışın. Bölgesel değil, Rusya gibi küresel bir aktör olduğumuzu ve Avrupa’yı, hatta Amerika’yı ürküten bir güç olarak dünya sahnesindeki ağırlığımızı bir düşünün.
Emperyalistleri korkutan da bu korkunç potansiyeldi çünkü. Hâlâ bizden korkuları bu potansiyeli diriltecek -Fransız filozofu Bergson’un ünlü deyişiyle- bir élan vital yani ‘diriliş hamlesi’ yapabilme kudretini haiz bulunmamızdı. Bu kudretin elinde gerçekleşme yolunda olduğunu gördükleri Sultan 2. Abdülhamid’e Kızıl Sultan yaftası yapıştırmaları ve içerideki hempalarının bunu bugün bile bir papağan gibi durmadan tekrarlamaları, onu asla affetmemelerinin sebebi, uyuşturduklarını zannettikleri bilinçaltımızda bu diriliş umudunu uyandırmış olmasıydı.
İktisat tarihinden bir örnekle açalım.
En masumane ifadeyle ‘dikkatsiz tarihçiler’in Osmanlı ekonomisinin 19. asrın ikinci yarısında çöktüğünü söylemelerine rağmen istatistikî veriler bunu doğrulamaz. İktisat tarihçisi Vedat Eldem 1970 yılında devrim niteliğinde bir araştırma yayınlar. Eldem Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik adıyla basılan kitabında şaşırtıcı sonuçlara varır. Aşağı yukarı Sultan 2. Abdülhamid dönemini kapsayan 1880-1914 döneminde merkezî devletin gerçekleşen vergi gelirlerini kullanarak yaptığı hesaplamalar, kişi başına üretimin ve ortalama gelirlerin bu dönemde yaklaşık yüzde 30 arttığına işaret etmekteydi. Eldeki veriler 1. Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı ekonomisinin küçümsenmeyecek bir hızda büyüdüğüne işaret etmekteydi.
İktisat tarihçisi Prof. Dr. Şevket Pamuk ise “Bu hesaplamalara ihtiyatla yaklaşsak bile 1880 sonrasında kişi başına üretim ve gelirlerin yönünün yukarıya doğru olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz” diyerek Osmanlı’nın son dönemi hakkındaki bilgilerimizi altüst etmektedir (Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi (1500-1914), İletişim: 2005, s. 240). Yani Osmanlı Devleti Abdülhamid Han devrinde bağımlılık ile büyümeyi beraberce başarmıştı ki, diğer Batılı olmayan ülkelerden farkı burada ortaya çıkıyordu.
Kafalarımızda birer kafesle dolaşıyoruz velhasıl.
Tarlada çalışırken ürünleri ağızlarına atmalarına mani olmak için zenci kölelerin kafasına astronot başlığı gibi telden bir kafes geçirilirdi. Bizim başımıza geçirilen Kemalist kafes de kişi yasak bilgiyi görse bile yemesine mani olmayı hedefliyor.
Yukarıda verdiğimiz misaller ortalama bir Türk vatandaşı için yasak meyve hükmünde. Ama önce başındaki kafesi çıkarmayı öğrenmesi gerekiyor. Onu için de hür olması gerek. Verdiğimiz ipuçlarından başlayabilirler kurtulmaya.
29.08.2023, İttifak