• Home
  • Genel
  • Osmanlı tarihinde ‘Atabey’lerle mücadele

Osmanlı tarihinde ‘Atabey’lerle mücadele

Osmanlı tarihinde ‘Atabey’lerle mücadele
Geçtiğimiz günlerde Ankara’da mahkeme tarafından “ülke birliğini bozmaya yönelik örgüt kurma” ve “patlayıcı madde bulundurma” suçlarından tutuklanmalarına karar verilen Atabeyler çetesi, ilginç bir konuyu akla getirmiş oldu: Örgüt kendisine neden bu ismi seçmişti? Kısacası Atabeyler kimlerdi?
Osmanlı tarihinin ilk dönemlerinde her şehzadenin nasıl bir ‘lalası’ varsa, Selçuklularda da aynı görev atabeylerin omuzlarındaydı. Bu kişiler aslında geniş yetkileri bulunan sınır beyleriydi. Atabeyler Oğuz beylerinden seçilebildikleri gibi, ‘hizmet ve bağlılıklarından dolayı takdir kazanmış’ köleler arasından da şehzade hocalığına yükselebiliyorlardı. Nitekim Alparslan’ın lalası ve sonra veziri olan ünlü vezir Nizamülmülk de bir İranlıydı. Aslında birer köle çocuğu olan atabeylerin, palazlandıkça Dımaşk, Musul, el-Cezire ve Erbil atabeylikleri gibi bağımsız devletler kurduklarını da ibretle görüyoruz.
Demek ki, yakalanan çete üyeleri “Atabeyler” ismini tesadüfen almış değildir. Devlet içi ama devleti ele geçirmeye yönelik bir örgütün bu adla kurulmuş olmasının bilinçli bir tercih olduğu açıktır.
Ne var ki, Osmanlı tarihinde çeteler ve mafya benzeri örgütlenmeler eksik olmamıştır. Özellikle Osmanlı sisteminin kritik bir dönemeçten geçtiği 17. yüzyıl başlarından ortalarına kadarki isyanlı yıllar, gerek yönetimin içinde, gerekse dışında çetelerin kurulmasına epeyce elverişli bir zemin sunmuş olmalıdır. Artık yalnız idaredeki zaaftan değil, iklim şartlarındaki değişmelerden de kaynaklandığını bildiğimiz Celalî isyanlarının nispeten bastırıldığı bu dönemde Evliya Çelebi’nin de şahidi olduğu pek çok eşkıyalık olayı pıtrak gibi bitmektedir Osmanlı gövdesinde. İşte tarihlerimizde ‘Eşkıya şehirleri, köyleri bastı, yağmaladı’ diye geçiştirdiğimiz bu olayların arkasında bazı kesimlerin iktidar ağacının dallarını kendi bahçelerine eğme çabasını bulmak hiç de zor değildir.
Nitekim tarihlerimizde “Deli İbrahim” diye geçen Sultan İbrahim’in 8 yıllık iktidarı (1640-1648) bu örgütlenmelerin neredeyse meydan savaşı verdikleri bir dönemi anlatır. Ağabeyi IV. Murad’ın şiddet kullanarak önlemeye çalıştığı yolsuzlukların önüne, dürüst adam kıtlığı yüzünden bir türlü geçilemiyordu. İşte bu karışık ortam içinde yetişen Kemankeş Kara Mustafa Paşa’nın IV. Murad’ın siyasetini Sultan İbrahim’in ilk döneminde de sürdürdüğünü görmekteyiz. Onun 5 yılı biraz aşan iktidarı, sonradan tarihçiler tarafından ilginç bir şekilde “atabeg-i saltanat” olarak hatırlanacak ve çetelerle yaptığı mücadele, örnek olarak zikredilecekti.
Kemankeş Mustafa Paşa, Bağdat’ın fethinde yararlılığı görülmüş ve sefer sırasında Sadrazamlık mührünü almıştı eline. Daha önce de her geldiği görevde dürüstlüğü ve devlete sadakatiyle tanınmış, yeniçeri ağası, yani general olduğunda orduda temizliğe girişmişti. Kaptan-ı Derya olduğunda aynı temizliği orada gerçekleştirmiş, böylece göze batmaya başlamıştı. Çeteler ondan çekiniyor, iktidar savaşında sıranın ona gelmemesi için rakipleri ellerinden geleni esirgemiyorlardı. Sonuçta Bağdat onun zamanında fethedilmiş, Safevilerle yapılan Kasr-ı Şirin antlaşmasına o imza atmıştı. Doğudan zaferle döndüğünde İstanbul’da yapacağı büyük tasfiyeyi düşünüyordu Kemankeş Mustafa Paşa.
Rakipleri Silahdar Mustafa Paşa ile Ruznameci İbrahim Efendi’nin muhalefetiyle karşılaşmıştı bu sırada. Kendisine suikastlar düzenlenmiş, ölüm tehditleri almış, yine de yılmamıştı. Sultan İbrahim döneminde bir Silahdar’dan kurtulmuş ama bir başka Silahdar’la, Yusuf Paşa’yla karşı karşıya gelmişti. O da yetmezmiş gibi, “Cinci Hoca” lakabıyla tanınan Safranbolulu Hüseyin Efendi saf tutmuştu karşısında. Ancak okuduğu dualarla Sultan İbrahim’i büyülediğine inanılan Cinci Hoca’yı atlatmak o kadar kolay olmamıştı Sadrazam için. Çünkü Sultan İbrahim artık yalnız hocasına inanıyor ve güveniyordu. Bu durum karşısında Kemankeş Paşa’nın iki defa istifa etmek istediğini fakat istifasının kabul edilmediğini biliyoruz.
Anlaşılan, padişah ondan kolay kolay vazgeçmeyecekti. Nitekim Galata civarında bir yangında barut mahzeninin patlaması üzerine vücudu ve yüzü ağır bir şekilde yanmış ve üç ay tedavi görmüştü evinde. Bu süre içinde görevden alınması pekala mümkünken, ona ihtiyaç duyan Sultan, dedikodulara kulak asmayarak görevinde bırakacaktı. Fakat dedikodu kazanının ateşi bir türlü sönmemişti. Devalüasyon yaparak hazineye artı gelir sağlayan Paşa, başta Yahudi tefeciler olmak üzere dönemin ‘babaları’nın rüşvet ve para çarkına çomak sokmuş oluyordu ve bu eylemi, tasfiye edilmesi için bardağı taşıran son damla olmuştu. Rakipleri onu padişaha öldürtmeyi başarmışlardı sonunda.
Tarihler onun, yeniçeri ve süvari ocakları mevcudunu azalttığını, yeni ve tam ayarlı bir sikke kestirdiğini (bu, kur makası açılmış YTL’ye yakınlarda yapıldığı gibi, bir tür paranın reel değerine dönüş demektir), bütçenin gelir ve giderini dengelediğini, eşya ve hayvan satışlarını normal şekle koydurduğunu, daha da önemlisi, müfettişler vasıtasıyla düzen ve kanuna aykırı davrananları pek ağır cezalara çarptırdığını ve vergi tahsilatında halk aleyhine bir durum doğuran uzun zamandır yapılmamış nüfus sayımını yaptırdığını yazıyor. Bu son nokta üzerinde durmak gerekir, çünkü yeni nüfus sayımı yapılmadığında ölenler bile var sayıldığından onlar üzerinden haksız bir vergi tahsil ediliyor, bu da bazı mültezimlerin işine geliyordu, çünkü onlar peşin ödedikleri vergi miktarını, kelle sayısına göre tahsil ediyorlardı reayadan. Ayrıca birçok yolsuzluklara açık kapı bırakan senet usulünü kaldırarak her türlü resmi muamelede nakit paraya geçişi sağlamış olduğunu öğreniyoruz onun.
Anlayacağınız Kemankeş Kara Mustafa Paşa, bulanık suda balık avlamaya bayılan örgütlerin tekerleğine çomak sokmuştu ve bu yüzden hem ayağı kaydırıldı, hem de bu dürüstlüğünün cezasını canıyla ödemek zorunda kaldı. Ancak Osmanlı’da yolsuzluğa prim vermeyen devlet adamlarına duyulan ihtiyaç bitmeyecek ve IV. Mehmed döneminde padişahın annesi Hatice Turhan Sultan, Köprülü Mehmed Paşa’yı Sadrazamlığa getirerek Kemankeş’in başlayıp bitiremediği mücadeleyi onun ihtiyar omuzlarına bırakacaktı. Ve Samsunlu Köprülü hanedanının elinde Osmanlı Devleti, yarım asır boyunca bir ikinci bahar yaşayacak, çetelerle mücadelede yeni bir perde açılacaktı.

Bir cevap yazın