• Home
  • Genel
  • Osmanlı tarihine bir Amerikan bombası!

Osmanlı tarihine bir Amerikan bombası!

Osmanlı tarihine bir Amerikan bombası!
Kuşkusuz bizde de yetkin Osmanlı tarihçileri olduğunu söylemek lazım… Bir Kemal Beydilli, bir Mehmet İpşirli, bir Ahmet Yaşar Ocak, bir Mübahat Kütükoğlu, bir Mehmet Genç kolay yetişen tarihçiler değil. Halil İnalcık ve İlber Ortaylı, Şevket Pamuk, Engin Akarlı, Metin Kunt, Huricihan İslamoğlu ve Cemal Kafadar ise yurtdışında da otoritelerini kabul ettirmiş isimler olarak öne çıkıyorlar.
Özetle, Osmanlı tarihi alanında hatırı sayılır bir ağırlığımız var hâlâ.
Diyeceksiniz ki, bunda garipsenecek ne var? Kendi tarihimiz üzerinde ağırlığımızın olmasından daha tabii ne olabilir?
Pek o kadar “düz” bir cevabı yok bunun ne yazık ki. Çünkü öyle görünüyor ki, kendi tarihimizi gerçekten anlayabilmek için Batılı, özellikle de Amerikalı araştırmacıların çalışmalarına muhtaç olacağız bu gidişle.
Bu durumda tarihimiz nasıl “kendi tarihimiz” olacak, biraz şüpheli. Ancak Osmanlı tarihini mevcut oryantalist ve sömürgeci gözlüklerle görmeye devam edersek, tarihimiz giderek koyu gölgelere bürünecek ve onun üzerine ışık düşürmek için başka gözlüklere ihtiyaç duyacağız gibime geliyor benim.
Zaten şimdiden böyle bir akım başladı Batı dünyasında. Yalnız Batı dünyasında mı? Yuzo Nagata gibi Japonlar, Rifaat Ali Abou-El-Haj gibi Ortadoğulular, Abdülcelil Temimi gibi Tunuslular da bu kervana katılmış durumda.
Eskiden ecnebilerin tarihimizi çarpıtmak için yanıp tutuştuklarını söyler, kendi kendimize avunurduk. İşin garibi, şimdi Osmanlı tarihine “onlar”dan daha yabancı gözlerle bakıyoruz.
Mesela şu meşhur “gerileme” iddiası. ‘Kanuni’den sonra geriledik, Avrupa’nın oyuncağı olduk, battık bittik’ söylemi artık fazlasıyla can sıkıcı olmaya başladı. Çünkü dünya tarihçiliği artık bu tartışmaları köhne bir 19. yüzyıl, hadi bilemediniz 20. yüzyılın ilk yarısına ait ilkellikler olarak kabul ediyor. Sınırların daralmasıyla bir toplumun, hele hele bir medeniyetin gerilemesinin hiçbir zaman aynılaştırılamayacağını artık idrak etmemiz gerekiyor.
Mesela Osmanlı’da harem ve kadın konusu. Tonlarca kitap yazıldı. Reddiyeler kaleme alındı. Olur olmaz iddialar ortaya atıldı ideolojilerin burçlarından. Ama bütün bu çalışmaların toz dumanı arasında hakikaten ehemmiyet arz eden eserler gözden yitti.
Bu çığır açıcı eserlerden birisini Berkeley’deki California Üniversitesi’nden Leslie Peirce’e borçluyuz. Peirce, 1993’te çıkan “Harem-i Hümayun” (The Imperial Harem) adlı olağanüstü başarılı eserinde ‘Harem’in bir zevk ortamı gibi oryantalistçe ele alınmasına karşı çıkarak orayı herhangi bir devlet dairesini inceler gibi kemal-i ciddiyetle anlamaya çalışıyordu.
Peirce, 1997’de yazdığı bir başka makalesinde ise daha kapsamlı bir Osmanlı “kadın tarihi”ni yazacağının ipuçlarını uzatıyordu. Burada “kadın” ve “erkek” gibi saf tipler yerine, “Hangi kadın?” ve “Hangi erkek?” sorularından hareket ediyor ve çocuk, bekâr, gelin, dul, yaşlı gibi yaş kategorilerinin kadın oluşta farklı toplumsal kimliklere tekabül ettiğini, dolayısıyla “Osmanlı’da kadın şudur” diye kestirme bir yargıda bulunmanın son derece yanıltıcı olacağını söylüyordu. (Bkz, Madeline C. Zilfi’nin Brill tarafından 1997’de basılan “Women in the Ottoman Empire” adlı derlemesindeki yazısı.)
Ve son bomba: California Üniversitesi Yayınları’ndan yeni çıkan kitabı “Morality Tales”, 16. yüzyıl Gaziantep (Ayntab) kadı sicillerine dayalı aydınlatıcı bir çalışma. Antep’in bir yılını anlatıyor yazar. Osmanlı hukuk sisteminin mahalli bir mahkemede giriştiği toplumsal adaleti sağlama çabasına ışık tutuyor. Osmanlı hukuk kurallarının yerel talepler ve ihtiyaçlarla nasıl yeniden bütünleştiğine dikkat çekiyor. Hukukun durağan yapısına hayatiyet ve anlam kazandıran bu mahalli yorumların Osmanlı adalet sisteminin esnekliğini gösterdiğini söyleyen Peirce, incelediği dönemde Antep halkının mahkemeyle nasıl bir uzlaşmaya vardığına dikkat çekiyor. Ona göre Antep’teki fertlerin mahkemeyi, karşılıklı haklar ve yükümlülükler temelinde rejimle diyalog kurmanın aracı olarak kullanmışlardır.
Yazarın bir başka iddiası ise Osmanlı mahkemelerinin kadınlara açıklığı. Peirce bize 1540 yılı Antep mahkeme sicillerinden 3 olay anlatıyor. İne, Haciye Sabah ve Fatma’nın başından geçen olaylar bunlar.
Haciye Sabah olayı bir dönemin perdesini kaldırıyor. Haciye Sabah, kadınları aydınlatmak için çırpınan Antepli bir kadın (Haciye, kadın hacı demek). Evet, 1540 yılında böyle bir kadın yaşamış Gaziantep’te. ‘Kendisi bildiklerini çevresindeki kız ve kadınlara anlattığı yetmiyormuş gibi, bir de parasıyla erkek hocalar tutup, kendi evinde kadınlara ders ve vaaz verdirirmiş.
Nasıl? Antep’te? Hem de bir kadın, sivil olarak çevresindeki kadınları eğitmeye mi uğraşıyormuş yani?’ dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Dedim ya, artık tarihe başka nazarlar yöneltmenin zamanı geldi de geçiyor bile.
Tarihimizin bizim için bile nasıl bir yabancı ülke haline geldiğini görüyorsunuz, değil mi?
Neyse, bu Haciye Sabah adlı kadın bir gün…
Ne yazık ki, yerimiz bitti bu haftalık. Devamını gelecek hafta anlatalım olmazsa.

Bir yanıt yazın