Osmanlı tokadı ve Avrupa

Osmanlı tokadı ve Avrupa

Seçim meydanlarına çıkınca eteklerdeki taşlar daha bir kolay dökülebiliyor galiba. Kitlelerin elektriği, en usta hatipleri bile tuzağına düşürmekte mahir.

Televizyon ve basın karşısında kelime iktisadına fevkalade riayetle sarf edilen sözlerin yakası bir bir açılıyor meydanlarda. Seçmenlere “damardan” mesaj vermenin arenası oluyor böylece seçim meydanları.

Seçmen şöyle düşünüyor olmalı: Bizim “reis” Tv’lerde öyle konuşmak zorunda kalsa da, sen asıl meydanlarda söylediğine bak! Böyle olunca da seçim mitingleri, liderlerin nihai ve çekirdek mesajının kitlelerin zihinlerine zerk edildiği, buna mukabil kitlelerden bağlılık yeminlerinin alındığı bir nevi modern “biat merasimleri”ne dönüşüyor.

Böyle bir biat merasiminde söylendiğine şahit olduğumuz “Osmanlı tokadı” lafı, hakiki bir tokat gibi patlamış olmalı kitlelerin muhayyilesinde. Bu sözün, yakıcı içeriğiyle tutuşturduğu 700 yıllık bir mazi deposu, artık cayır cayır yanmaktadır.

“Brüksel sevdalılarına sandıkta bir Osmanlı tokadı vuracaksınız!” Brüksel, yani Avrupa ile “siz”, yani Osmanlı, gayet mahir bir şekilde karşı karşıya konulmuş bu sözde. Brüksel sevdalıları, ağızlarının payını almalıdırlar.

Siyasi polemiğe girmeden bu sözde mündemiç çatışma kalıbını bir süre sorgu odasına almak istiyorum izninizle. Acaba “Avrupa” adlı bir bütünden bahsedebilir miyiz? Bu nasıl bir “bütün”dür eğer bütünse? Ve Avrupa ile kendimizi bu kadar karşıt kutuplara yerleştirdikçe bize, “Öyleyse ne işiniz var kapımızda?” diye sormazlar mı?

“Avrupa” ile “Biz” çatışması, aslında büyük ölçüde kafalarımızda yaşanıyor. Gerçekte hiç böyle bir çatışma yoktu, demiyorum elbette; ama bugün kullandığımız anlamda bir “çatışma efsanesi”, tarihte vaki olmadı hiçbir zaman. Biz Osmanlı bağlamında “Avrupa” derken Osmanlı’nın, tarihinin şu veya bu döneminde düşmanı olmuş hemen bütün devletleri aynı çuvala dolduruyoruz farkına varmadan. Yani Avrupa, bizim için, hiçbir zaman uyuşmadığımız, dolayısıyla da uyuşamayacağımız öteki’dir.

Acaba birleşik bir Avrupa hiç var oldu mu tarihte? 15. yüzyıldaki Avrupa ile 19. yüzyıldaki Avrupa resmi aynı mıydı? Hatta bugün soyutladığımız anlamda bir Osmanlı hiç var oldu mu? Yoksa “birleşik” bir Avrupa tehlikesi kadar hiç değişmeyen bir “Osmanlı” kurgusu da realiteden çok, kafalarımızda vuku bulan bir çatışmanın mahsulü müdür?

Bu çatışmacı ve toptancı yaklaşımın görmemizi engellediği çok önemli bir ayrıntı var: “Osmanlı Devleti, Avrupa devletleri karşısında yenilmeye başlayınca onu anlamaya çalıştı; ama bir türlü başaramadı” diyoruz ya sık sık, buradaki Avrupa’nın tam olarak ne olduğunu bildiğimizden emin değilim. Gerçekte, savaştığımız Avrupa hangisiydi?

Osmanlı Devleti, gerçekte Batı medeniyetinin asıl büyük güçleri olan Fransa ve İngiltere gibi Batı Avrupa ülkeleriyle 18. yüzyıl sonuna kadar hemen hiç savaşmadı. Hollanda ve Portekiz’le Umman Denizi’nde egemenliği kaptırmamak için savaşmıştı. İspanya ile rekabeti de hemen yalnız 16. yüzyıla inhisar eder. Dikkat edersek, Osmanlıların daha çok Bizans, Balkan devletleri, Avusturya, Habsburg, Venedik ve sonra da kuzey komşumuz Rusya gibi Orta ve Doğu Avrupa devletleriyle savaştığını görürüz. Ve işin ilginci, bu devletlerin bir kısmıyla iyi geçinebildiği dönemlerde diğerleriyle savaşabilmiştir. Fransa’ya kapitülasyonların verilmesinin bir sebebi de budur.

Dahası, biz Avrupa’yı bir bütün olarak görmeyi alışkanlık haline getirdiğimizden, Osmanlı Devleti’ni tek tek bu devletlerle karşılaştırmak yerine, her birinin eksilerini (galibiyetlerimizi) bir tarafa atıp hep artılarını (mağlubiyetlerimizi) toplayıp karşımıza koyuyor ve mukayesemizi bu hiç de adil olmayan denklem üzerinden yürütüyoruz. Oysa bire bir savaştığında yenemediği ve yenemeyeceği hiçbir devlet yoktu Osmanlı’nın. (Nitekim Napolyon da ilk yenilgisini Osmanlılardan almamış mıydı?)

Öyleyse Avrupa dediğimiz İspanya mıdır yoksa Venedik, Fransa veya Almanya mıdır? Peki İspanya’da matbaa yasaklanmamış mıydı? Ve engizisyonun kalkması için neden 1820’lere kadar beklenmişti? Bu nasıl bir Avrupa’dır?

Öbür taraftan Türklerden ibaret olduğunu söyleyebilir miyiz Osmanlı’nın? Elbette hayır. “Sicill–i Osmani”ye şöyle bir göz atmak bile yetecektir Osmanlı insanının ne kadar zengin bir milliyetler manzumesine mensup olduğunu anlamaya. Sokullu Mehmed Paşa Sırp’tır; Nizam–ı Cedid’in kurucusu sayılan Mahmud Raif Efendi ise İngiliz! Osmanlı demek, bütün bu farklı milliyet ve inançtaki yeteneklerin hiçbirini dışlamadan, onların daha üst bir Osmanlı kimliği altında memlekete hizmet edecek kıvama getirilmesi hadisesidir.

Yani o meşhur “Osmanlı tokadı”nı atanlar yalnız Türkler değil, aynı zamanda Osmanlı şemsiyesi altında bir araya gelmiş olan 72 milletin mensuplarıydı!

22.10.2002

Bir yanıt yazın