Part-time feministler

Part-time feministler
Nedense yaralanmışlar İsmet Özel’in sözlerinden. Hemen eşini düşünmeye, onu koruyup kollama vazifesini üstlenmeye, ona “acımaya” döndürmüşler gayretlerini. Bazıları da “dehşete düşmüş” İsmet Özel’in Nuriye Akman’a anlattıklarından. Birkaç hafta önce hayranlık dolu serenatlar yaptıkları bir şaire bu defa zehir zemberek zılgıtlar çekmişler kendilerince.
Ben de bunu anlamıyorum: Bir erkek, kadınlar hakkında ileri geri konuşunca kadınlar bu sözleri neden kendi nefslerine yönelik bir “hüzn-i hususi” gibi algılıyorlar? Neden “Aman sen de” deyip geçemiyorlar. Neden bu derece içlerinden yaralanıyorlar?
Mesela ben bir erkek olarak senelerce Seda Kaya’nın erkeklere “ölsünler” demesini sadece bir kadın tehevvürü olarak görüp geçmişimdir. Oysa tersi bir düşünceyi dile getirmeye, genel bir kadınlar nutku atmaya kalktınız mı, her bir kadın kendisini orada söylenenlere muhatap kabul ediveriyor.
Neden?
Hemşirelik bilinci mi? Sanmıyorum. Öyle olsa “bütün kadınlar” bilaistisna Merve Kavakçı ve Gülben Ergen’in arkasında saf tutarlardı. Ama olmadı. Her ikisinin de arkasından, “Oh, layığını buldu” diyen kadınları uzakta aramaya gerek yok, evlerimizin içindeydi onlar.
Sonra feministlerimiz, hadi Seda Kaya adı ağzımdan çıkmışken onunla devam edelim, “erkek düşmanı” olarak görülmenin rantını yerken vicdanları gayet rahat görünüyor. Nasıl olsa fazlaca kadın kahraman yok ortalıkta, bunlar hemcinslerinin olan olmayan bütün öfkelerini gazete sütunlarına boca ediyorlardı. Gelin görün ki, Hıncal Uluç’un dediği gibi aynı kişiler, gerçekte temsil ettiklerini söyledikleri “kadın” cephesindekilerin hepsinden fazla erkekleri seviyorlar, sık sık âşık oluyorlar ve bir erkeğin himayesine sığınmanın tadını alabildiğine çıkartıyorlardı.
Yani sizin anlayacağınız bir oyun vardı ortada: Erkeğe nefret oklarını yolla, kadınlara ezilmişlik nutukları çek, ratingi kucakla, sonra nefret nesnesi olan erkeklere aşık ol.
Bizim feministlerimiz böyle de dünyadakiler nasıl?
Belki son derece ciddi feminist araştırmalarda bulunanlar hariç, orada da genel bir samimiyetsizlik hakim. “The Female Eunuch” ile şöhretin zirvelerini yoklayan yazarı Germaine Greer, sonradan nedamet getirip “Sex and Destiny”de günah çıkarmamış mıydı? Fransız feministlerinin baş aktörlerinden “Baş Düşman”ın yazarı Christian Delphi birkaç yıl önce hem de feministlerin “Pazartesi” dergisine verdiği mülakatta, feminizmin kadın konusunda baştan aşağı yanıldığını itiraf edip kadınların evlerinde oturma hakkını hangi hakla onların ellerinden almaya çalıştıklarını sorgulamamış mıydı?
Yani bir dalga gelince üstüne çıkmışlar ve bu dalganın rantını yemeğe koyulmuşlar. Onlara inanan zavallı okuyucuları da yıllarca peşinden gittikleri “önderleri”nin günün birinde kendilerini kıyısı olmayan bir denizin ortasında bırakması karşısında affedersiniz eşekten düşmüşe dönmüşler.
Şimdi de böyle bir durum karşısındayız. Bazı “part-time feministler”, kendileri hiç öyle yaşamadıkları halde okuyucularına erkek aleyhtarlığını aşılayarak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Okumadan, dünyada nitelikli tarihçilerin yaptığı kadın araştırmalarının geldiği noktaları takip etmeden ve kendi geleneğimize ayık bir kafayla bakmadan günümüzde kadın meselesinin bir erkek-kadın çatışması gibi ilkel, biyolojik düzeye indirgeniyor olması, gerçek bir talihsizlik.
Çağımızın gerçekten emek mahsulü ürünler veren titiz tarihçilerinden Christopher Lasch’ın “Women and the Common Life”da belirttiği gibi eğer sorunu biyolojik bir temele indirgeyerek ele alırsak, yani kadın/erkek cinsiyetlerinin doğuştan farklılığı üzerinden bir politika geliştirmeye kalkarsak zaten tartışılacak bir şey yoktur. Biz dağı, taşı, saç rengimizi nasıl siyasî bir tartışma konusu yapmıyorsak, kadın/erkek çatışmasını da yapmamalıyız. Yok eğer kültürel ve tarihî bir çatışma ise kadın/erkek çatışması, o zaman da bunun “bazı toplumlara özgü” olduğunu ve evrenselleştirilemeyeceğini kabul etmek zorundayız. Yani bu çatışma bir toplumda erkek egemenliği şeklinde zuhur etmişse, mantıken bir başka toplumda da tersi çıkabilmelidir.
Tabii tarihten söz ediyorsak bu böyle. Yani tarih, her zaman farklı yollar olduğunu ve soyut ve mutlak bir kadın/erkek çatışmasının ve monoton bir erkek zulmünün, part-time feministlerin id- dia ettikleri gibi evrensel bir geçerliliğe sahip olamayacağını söylerdi bize. Oysa onlar bu mantık açmazına o kadar sık yakalanıyorlar ki.
Hem erkek zulmünün evrensel olduğunu söyle, hem de cinselliğin kültür içerisinde üretilmiş bir kurgu olduğunu. Biyolojik olarak evrensel ise neden “üretilmiş” olsun? Yok üretilmiş ise nasıl “biyolojik” bir temele dayanabiliyor?
Ben bunun, kadınların “yaralanmaları” örneğinde gördüğümüz gibi feminizmin akıllarını şaşırttığı kadınların “özel”i genel, geneli de “özel”den ayırt edemeyişleriyle aynı psikolojik şartlanmadan kaynaklandığını söylüyorum. Yani biyolojiyi, biyografileri haline getirme zaaflarından.
Bu yüzden İsmet Özel kadınlar hakkında genel olarak ne söylerse söylesin, part-time feministlerimizin onu “özel”e, biyografilerine, yani kendi nefislerine çekeceklerinden şüphem yok.
Feminizm de zaten bu muğlaklığın üzerine oturmuş, rantını buradan yemekte değil mi?

Bir cevap yazın