Yakın tarihin restorasyonu, daha doğru bir deyimle sağlığına kavuşturulması şart. Ne kadar yıldırmaya ve susturmaya çalışırlarsa çalışsınlar bu olacak.
Er veya geç. Zira “Biz sussak hakikat susmayacak…” Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım 1956 Ocak’ına kadar sağdı. Bir kukla muamelesi yaptıkları bu kadıncağızın en büyük kabahati, dindar olması ve Tek Parti yönetimine, hele hele İsmetizm’e boyun eğmemesiydi.
Geçen hafta da yazdığım gibi, Serbest Cumhuriyet Fırkası’na, yani abisinin Fethi Okyar’a kurdurduğu partiye girdikten sonra (dikkat! 1930 yazındayız) Atatürk’ün yürüttüğü din politikasını açıkça eleştiren de Makbule Hanım’dı (Falih Rıfkı gibi bir muhalifi yazmasa ben de sizin gibi inanmayacaktım).
Makbule Hanım, İsmet İnönü’yü Serbest Fırka’yı kapattırmasından beri sevmezdi. Zaten cumhurbaşkanlığı döneminde de araları pek iyi değildi. Atatürk’ün bütün çevresi gibi itilip kakılmıştı. Ta ki Celal Bayar Çankaya’ya çıkana kadar… Pek bilinmez ama Bayar, Makbule Hanım’la yakından ilgilenmiş, evine her gün Köşk’ten yemek ve çiçek göndertmişti. Hatta Makbule Hanım’ı hastanede kendi yattığı lüks odaya yatırıp her türlü ihtiyacını karşıladığını biliyoruz. Ayrıca kendisine vatani hizmet tertibinden 1000 lira maaş bağlayan da ağabeyinin kurduğu CHP değil, Demokrat Parti olmuştur. İnönistlerin Makbule Hanım hakkında tek kelime etmeye yüzü olmamalı bence. Zira Atatürk’ün kız kardeşi bakın ne demiş 1952 Kasım’ında: “Meğer İsmet Paşa, daha fırka doğarken ölümünü tacil edecek (çabuklaştıracak) bütün tertibatı almış bulunuyormuş… Günün birinde baktım ki, İsmet Paşa’nın Serbest Fırka kılığına sokturmuş olduğu hamalları, şunları bunları kamyonlara doldurarak bizim tarafımızda nümayişlere sevk ediliyor. Bunlar Serbest Fırka lehinde ayaklanmış gibi gösterilerek “İşte bakın… Bu fırka başımıza gaileler açacak” deniyordu. Bunu o anda ağabeyim bile bilmiyordu. Ancak Samsun Belediye Reisi öldükten sonra bu sır meydana çıktı. Fakat iş işten geçmişti.”
Atatürk’e hediye edilen Eğridir’deki Can Adası’nın Makbule Hanım’a miras kaldığı ve onun da adayı bir şirkete sattığı haberi (Cumhuriyet, 16 Kasım 1971).
***
Makbule Atadan’ın, ağabeyi Atatürk’ün millete bağışladığı çiftliklerden hakkı olan parseli geri almak için açtığı dava Cumhuriyet’e böyle yansımış.
Makbule Hanım o gün öyle şeyler anlatmış ki Kandemir’e, siyasî tarihçilerimizin bunları mutlaka bulup okuması lazım. İsmet Paşa ve etrafındaki ekibin muhalefete düşman olduklarını bu söyleşi kadar netlikle aktaran metin zor bulunur. Neyse, biz okumaya devam edelim Makbule Hanım’ın anlattıklarını: “Serbest Fırka feshedildiği sırada Çankaya’da bulunuyordum. Ağabeyimle otururken İsmet Paşa geldi. Sinirli görünüyordu. Bana pür-hiddet “Hanımefendi, siz demişsiniz ki, Serbest Fırka’ya ben ağabeyim emir verdi de girdim” deyince ağabeyimin (yani Atatürk’ün) renginin attığını gördüm.”
Demek ki İsmet Paşa’nın Atatürk’e hücum etme şekli buymuş. Öğrenmiş olduk. Rengini bile attırabiliyormuş onun. Başka? Bir de şu cümleleri okuyun derim: “İsmet Paşa’nın başbakanlığı devam ederken ahbaplarım, yakın dostlarım, ağız birliği etmişcesine ‘Atatürk memleketi kurtardı. Sonra cumhurbaşkanlığına çekildi. İsmet Paşa hükümeti oldu bu’ diye şikâyetlerde bulunurlardı. Ben de bunu kendisine söyledim. Hiç unutmam, ‘Başbakanlığa geçmek için cumhurbaşkanlığından çekilmek istedim. Fakat bu görevi kime teklif ettimse bir türlü kabul ettiremedim’ demişti.”
Buna karşılık Atatürk’ün “kızı” mı yoksa “eşi” mi olduğu bir türlü aydınlatılamayan Afet İnan’dan hiç mi hiç hazetmediğini de anlıyoruz Makbule Hanım’ın. Biraz şifreli ama okunmaya değer bir parçadır aşağıdaki:
“Afet’e Darülaceze’den 4-5 yaşında bir çocuk vermişlerdi. Bu bacaksız hepimizin sigaralarını yakarken ağabeyimin Foks ismindeki köpeğine de kibrit çakar, hayvancağızı ürkütürdü. Bu hali dikkatle seyreden ağabeyim ‘Bu köpek bu kızdan çok temizdir, anladınız mı?’ diye etrafındakilerin yüzüne bakardı. Ben onun o manalı bakışıyla ne demek istediğini anlardım… Siz de anladınız mı ne demek istediğini?”
Anlamadık Makbule Hanım anlamadık ama anlar gibi olduk. Belki bir Atatürk uzmanı çıkar da anlatır ne demek istediğini. Ben kaynaklarıyla Makbule Hanım hakkında bulduklarımı aktarıyorum. İsteyen bunlardan ne mana çıkartıyorsa çıkartsın.
Bu arada Atatürk’ün serveti konusunda bilmediğimiz neler varmış neler! İşte her biri gündeme bomba gibi düşecek haber başlıkları:
-20 Mart 1930’da Atatürk’e Eğridir’e gelişinde bir hektarlık ada hediye edilmiş! Adı Can Adası. Fakat Atatürk bunu millete bağışlamamış, Makbule Hanım’a miras bırakmış. Makbule Hanım ne yapmış peki? O da özel bir şirkete satmış. (Ben ilerici “Cumhuriyet” gazetesinin yalancısıyım. Merak eden 16 Kasım 1971 tarihli nüshasına baksın.)
-“Atatürk’ün kız kardeşi Hazine aleyhine dava açtı.” “Cumhuriyet”in 25 Aralık 1954 tarihli ilk sayfasında çıkan bu habere göre Makbule Hanım, ağabeyinin Hazine’ye bağışladığını bildiğimiz Orman Çiftliği’nin tahminen 100 bin m²’lik kısmının kendisine ait olduğu iddiasıyla dava açmış. Nasıl olmuşsa olmuş, bir parselin tapusu Hazine’ye intikal etmemiş. İşte yukarıda kendisine bir ada miras kalan Makbule Hanım, bu parsele de göz koymuş. Değeri, 1954 fiyatlarıyla tam 1 milyon liraymış.
-‘Bu kadar da olmaz’ demediyseniz henüz, şimdi diyeceğinizden eminim, zira aynı gazetenin ertesi günkü nüshasında Orman Çiftliği’ne 10 kişinin daha dava açtığını okuyoruz. Haber aynen şöyle devam ediyor: “Öğrendiğimize göre Orman Çiftliği ve dolayısıyla Hazine aleyhine açılan davaların adedi gün geçtikçe fazlalaşmaktadır. Halen 10 kadar davada davacılar çiftliğin takriben (yaklaşık) yarısından fazlasının kendilerine veraset suretiyle intikali lazım geldiğini ve arazinin, çiftliğin kuruluşu sırasında NORMAL BİR SATIŞLA ALINMADIĞINI iddia etmektedirler. Hatta (sıkı durun şimdi) açılan davalardan biri, davacılar tarafından kazanılmış, Temyiz (Yargıtay) de tasdik etmiştir.” Gazete, Hazine’nin kaybettiği arazinin yerini de söyleyerek değerinin tam 7 milyon lirayı bulduğunu ekliyor.
1954’te açılan bu iki dava bize Atatürk Orman Çiftliği’nin satın alınma şeklinde de bit yenikleri olduğunu göstermiyorsa neyi gösteriyor değerli a dostlar? Millet 1950’den sonra uyanmış, hakkını geri almaya çalışıyor. Hazine’ye bağışlandığı için geri verilmeyeceğini zannedenler de fena halde yanılmış oluyor. Atatürk’ün kız kardeşi dahil olmak üzere mağdurların ancak DP döneminde mahkemelere başvuruyor olması da yeterince anlamlı değil midir? Çünkü 1950 yılı siyasetin ve hukukun restorasyonuydu. 2000’li yıllar ise tarihin ve darbeciliğin restorasyonuna sahne olacaktır. Tarihin mülkiyeti yeniden milletin üzerine geçinceye kadar devam edecek davamız. Böyle biline!
24 Haziran 2012, Pazar
One Comment
Enes Bayraktar
30 Haziran 2012 at 02:20Hocam, bunlari hangi Atatürkcü bilir? eger Facebook’u arastirirsaniz hasa Allah gibi Tapana rastlarsiniz birde yorumlara bakarsaniz sanki Dünyayi kurtarmis, Cennetin bekcisi.
Bu Desinformation nerden kaynaklaniyor?
Selamlarimla