Yıllar sonra yeniden darbe belasıyla cebelleşen Rusya’ya ilk gidişim, 2000’li yılların hemen başına rastlar. 70 yıllık karanlık ve kapalı sistem çökmüş, paraları pul olmuş, gururlu Rus halkı sokak köpeklerini kesip yediği günlerin akabinde güneşli günlerin özlemiyle yanıp kavrulmaktaydı.
Memur maaşları çok düşüktü (50 dolar aylık alana hali vakti düzgün deniliyordu), marketlerde ekmek bütün değil, dilim dilim satılıyordu. Müşteriler bir havluyla tuttukları ekmekten üç beş dilim kesip parasını bozuk kuruşu kuruşuna ödüyordu. Çarlığın başkenti Saint Petersburg’daydım ve renkleri solmakta olan -Rusya’nın Venedik veya Amsterdam’ı denilen- bu eski başkentin halkı kapitalizmin nimetleriyle tanışırken mahcuptu biraz. Magnum dondurmanın paketinden hangi teknikle çıkarılacağını bilmeyenler vardı.
Gururları kırılmıştı, bir bezginlik havası yaygındı. Ürküntü mü deseydim yoksa. Kimse birbirinin gözlerine bakmıyordu. Boşa bakmaya alıştırmışlardı kendilerini tuhaf bir şekilde. Ne de olsa uzun bir Panoptikon (gözetleme ve cezalandırma) döneminin içinden geliyorlardı, daha doğrusu kimin ajan olduğu bilinmeyen bir dönemin içinden.
Birkaç gün önce Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin “Biz istihbarat devletiyiz ve bu işte iddialıyız” mealinde konuştu. Bu sırada önündeki kürsüde Rus Çarlığına ait ihtişamlı devlet arması duruyordu. (Sahi bizim bir devlet armamız niye yok?)
Yine geçenlerde Saint Petersburg’da Çarlık ve SSCB dönemi bayraklarıyla beraber Rusya bayrağı da Baltık Denizinden görünecek bir yere dikilmişti. Mesaj ne miydi? ‘Ben tarihimle buradayım. Hatasıyla, sevabıyla, bu tarih benim.’ Bizim dar kafalı milliyetçiliğimize ne kadar zıt bir mesaj.
Derdi ne peki Putin’in? Yeni Çar olmak mı? Bu tabii ki mümkün değil ama Putin, Korkunç İvan’dan Deli Petro’ya, bizzat ismini taşıdığı Prens Vladimir’den Büyük Katerina’ya kadar Rus tarihinin vurucu şahsiyetlerini örnek alıyor. Benim tarihim 1991’den başlar da demiyor, 1917’den başlar da. “Bin yıllık Rus tarihi”nden gururla bahsediyor. ‘Bizim tarihimiz’ diyor tamamına. Komünist dönemi de eleştirerek de olsa sahipleniyor.
Darbe girişiminden sonraki ilk konuşmasında ilginç bir şekilde “Bu darbe tam da 1917 yılındaki darbenin kendisidir” dedi. Tarihçi refleksiyle hemen avladım.
Peki, neydi 1917’de olan?
Rus Çarlığı’nın son aylarında Çarlık ordusu Anadolu’yu işgale devam ederken Almanlar karşısında yenilgiden yenilgiye uğramış ve ağır darbeler almıştı. Mart ayında çıkan isyanda Çarlık az daha içeriden yıkılıyordu. Müteakip Temmuz ve nihayet Ekim’de çıkan isyan Bolşevik devrimine dönüşecek, 300 yıllık Rus Çarlığı içeriden çatırdayarak tarihe karışacak ve bu sarsıcı gelişme bütün dengeleri değiştirecekti.
Atlattığımız büyük tehlike
Düşünün ki bu sırada Osmanlı Devleti, Rusya ile savaştaydı. Trabzon ve Artvin dahil Karadeniz’in bir kısmı ile Erzurum ve Van dahil Doğu Anadolu’nun büyük kısmı Rus askerlerinin işgali altındaydı. Üstelik Bağdat cephesinde de İngilizlerle boğaz boğaza çarpışmaktaydık. Kutul Amare düşmüştü, Bağdat tam da Saint Petersburg’da Mart 1917 isyanının patlak verdiği günlerde düşecekti. Ne var ki çekilmekte olan kuvvetlerimizin karşılaşacağı daha tehlikeli bir kuşatma sinsice geliyordu.
Ruslar, İngiliz ordusuna Kafkasya üzerinden yardıma geliyordu. Eğer plan başarılı olursa Irak kuvvetlerimiz iki ateş karşısında kalacak ve kuşatılarak imha edilecekti. Musul vilayetinin düşmesi an meselesiydi bundan sonra.
İşte bu sırada Rusya’da devrim patlak verdi ve Bolşevikler, başlarına geçen Lenin’in direktifleri doğrultusunda emperyalistlerle anlaşmış bulunan Çarlığın politikasını takip etmeyeceklerini ilan ettiler. Buna göre Rusya savaştan çekiliyor ve gereksiz bulduğu işgal bölgelerini terk ediyordu. Çekileceği bölgelere Anadolu topraklarında işgal ettikleri topraklar dahildi. Cephede savaşan askerlerini geri çağırıyorlardı. Nitekim Şevket Süreyya Aydemir Suyu Arayan Adam adlı otobiyografisinde Kafkas cephesinde savaş devam ederken birden karşı tarafın sessizliğe büründüğünü ve neden sonra çekilip gittiklerini öğrenerek sevince boğulduklarını ne güzel anlatır.
Kutul Amare’den çekilmekte olan birliklerimiz de bu Rus kuşatmasının akamete uğraması sayesinde 1918 Ekimine kadar bölgede kalabilmiş, Musul bu sayede Mondros Mütarekesi’nin ilanı tarihinde bizim elimizde kalmıştı. (Musul’u 1926 yılında Ankara Anlaşmasıyla kaybedecek ve Cumhuriyet devrinde bir toprak kaybına şahit olacaktık.)
İç savaşla uğraşmakta olan Rusya, bir yandan da Almanya karşısında köşeye sıkışmıştı. Bu yüzden bu defa Brest-Litovsk Antlaşmasıyla bazı topraklarını Almanya ve Osmanlıya bırakmak zorunda kalacaktı. Cemal Kutay şöyle anlatır Brest-Litovsk’u:
“Rus Çarlığının çöküşü ve Kızıl ihtilal, Çanakkale’deki Türk müdafaasının neticesi idi. Çarlıkla Bolşevikler arasında bir intikal idaresi olan Kerenski, Almanların delâletiyle sulh istedi ve imparatorluğumuzu bizzat Sadrazam Talat Paşa’nın riyaset ettiği heyetle, Bolşevikler arasında, Lehistan’ın Brest-Litovsk şehrinde 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Anlaşması imzalandı.
Dikkate değer hâdise, bu anlaşmada, Rusların şeklen hiçbir ilgisi olmamakla beraber, Kıbrıs adasının Türk milletine İADESİNE, Rusya’nın muvafakat ettiğinin anlaşmada tasrih edilmiş olmasıdır. Çünkü biz Kıbrıs’ı, Ruslarla aramızda çıkan ve Kars’ın elden gitmesine sebep olan 1876 savaşı dolayısıyla İngilizlere EMANET etmiştik: Ruslar bize Kars’ı iade ettikleri zaman, Kıbrıs’ın da İngilizler tarafından iadesi, Lord Elliot Derbi-Saffet Paşa munzam altıncı maddesinde sarahatle kaydediliyordu.
Brest-Litovsk anlaşmasını takip eden günlerde ise, Rus ihtilalinden sonra teşekkül eden Mavera-yı Kafkas hükûmetiyle Trabzon’da imzalanan anlaşma neticesi, Kars, Ardahan ve Batum, Ana-Vatan topraklarına ilhak edilmişti. Böylelikle, Brest-Litovsk’da, Kıbrıs’ın İngilizlere emanet olarak bırakıldığı ve 1914-1918 savaşıyla elden çıkan İmparatorluğumuzun diğer ülkeleriyle, hiçbir hukuku ve ahdî münasebeti olmadığı bir daha ilan ve tesbit edilmiş oluyordu.”
İşte Putin’in Wagner darbesinin Rus topraklarını paramparça eden 1917 darbesiyle bir tutmasının arka planı buydu. Rus Çarlığı’nın topraklarını koruyamayan Kerenski ve Lenin’den sonra Stalin yeniden istila dönemini başlatacak, 1991’e gelindiğinde imparatorluktan federasyona küçülen Rusya, tarihle hesaplaşmasını bitirmediğini gösterecekti. Ukrayna ve Kırım mücadelesi bu politikanın uzantılarıydı.
Ünlü Rus şairi Yevgeni Yevtuşenko, Rusya’nın Korkunç İvan veya “Çar Kaos” tarafından yönetilmekten başka seçeneği yok mu? diye boşuna sormamıştı. Ya despotizm veya anarşi başka bir deyişle. Rusya’da Kaos ile Kozmos’un savaşı devam ediyor. Putin ‘kutsal kılıç’ı bunun için çekiyor.