Sahi, Atatürk Diyarbakır’a gitmiş miydi?
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bayram namazını Diyarbakır Ulucamii’nde kılma ve halkla bayramlaşma programı aniden iptal edildi. Gerekçesi ne olursa olsun, 2009 yılına girmeye günler kala 85 yaşındaki bir devleti yönetenlerin hâlâ “bir şehre gidememe”lerini açıklamak kolay değil gerçekten de.
Şahsen “İş neden bu raddeye geldi?” sorusunun dokuz boğumlu cevabını uzun uzadıya vermek yerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün 1923 sonrasında Diyarbakır’a gidip gitmediğini konuşmanın olaya daha sağlıklı bir pencere açacağına inanıyorum.
Diyarbakır’ın Atatürk’ün hayatında önemli bir yeri var. Çanakkale’deki başarılarından sonra 2. Ordu’ya bağlı 16. Kolordu Komutanlığı’na atanan Mustafa Kemal, 27 Mart 1916 günü Diyarbakır’a varmış ve tuğgeneralliğe bu şehirde terfi etmiştir. Bir süre sonra Silvan ilçesine taşınan karargâhta Türk Tarih Kurumu tarafından basılan “Hatıra Defteri”ni tutmuştu.
Mustafa Kemal Paşa bir gün Diyarbakır’da Hazrolu Mehmet (Budak) Bey’in evinde misafir edilir. Mükellef bir sofra hazırlayan Mehmet Bey, misafirinin bu ikramdan memnun kalacağını zannederken genç general beklenmedik bir tepki gösterir ve “Asker cephede açken ben bu nefis yemekleri yiyemem” diyerek sofraya oturmayı reddeder. “Askerlerin bir aylık ekmeği benden” sözünü veren Mehmet Bey’in sofrasına oturan Mustafa Kemal Paşa, başka bir seferinde “Bir gün gelirsem Hazro dağları beni saklar mı?” diye sorar. Mehmet Bey’in cevabı kesindir: “Biz de, Hazro dağları da, hepimiz sana feda, emrindeyiz Paşam.”
Ancak siyasette dostluklar ebedi değildir, düşmanlıkların ebedi olmadığı gibi. Mehmet Budak Bey ikinci meclise (1923) üye seçilirken, Şeyh Said isyanına katılmadığı gibi isyancılarla mücadele eden kardeşi Hatip Bey sıkıntılıdır. Zira devlete kurşun sıkanlarla beraber devletin yanında yer alan kendi ailesinin de sürgüne gönderileceğini öğrenince Çankaya Köşkü’ne çıkıp eski dostluğunun hatırı için yanlış anlamanın düzeltilmesini rica eder. Ancak Atatürk’ün cevabı tokat gibi patlar yüzünde Hatip Bey’in: “Bir insan kendi ırkına hıyanette bulunursa başkasına daha iyisini yapar mı?” O günden sonra Hatip Bey ailesine şu öğüdü vermiştir: “Sakın bizim gibi onursuz olmayın.” (Malmîsanij, “Diyarbekirli Cemilpaşazadeler ve Kürt Milliyetçiliği”, Avesta Yay., 2004, s. 139-141.)
Bu arada belirtelim ki, Mustafa Kemal Paşa, Diyarbakır ve Silvan’da kaldığı bir yılı aşkın süre içinde dostluk kurduğu kişilerle daha sonra, özellikle Milli Mücadele yıllarında ilişkisini sürdürmüş ve telgraflarla destek ve yardım istemiştir.
Nihayet Paşa, Temmuz 1917’de İstanbul’a dönmek üzere Diyarbakır’dan ayrılır. Ayrılış, o ayrılış. Zira Cumhuriyet döneminde, Atatürk’ün yolunun bir daha Diyarbakır’a düşmesi için tam 20 yıl, 4 ay geçmesi gerekmiştir.
Atatürk’ün 1923’den sonra gittiği ve gitmediği illerin haritası.
Selçuk Çatalbaş
Nedendir bu çeyrek asra yaklaşan uzun ayrılık? 1923 güzünden itibaren yurdu karış karış gezdiğini bildiğimiz Atatürk’ün yakından tanıdığı Diyarbakır’a gitmeyişinin ve tam ölümünden 360 gün önce gidişinin sebebi nedir?
Gezilerini incelediğimizde o itiraf edilemeyen gerçekle yüzleşmekteyiz: Atatürk sadece Diyarbakır’a değil, Trabzon-Adana hattının doğusuna da nadiren geçmiştir.
Harita üzerinde de göreceğiniz gibi, ziyaret ettiği iller Karadeniz bölgesi daha az olmak üzere Marmara, Ege, Orta Anadolu ve Akdeniz bölgelerinde yoğunlaşmıştır. Trabzon-Adana hattının doğusunda gittiği iller ise Elazığ, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Kars, Malatya, Rize, Yozgat ve Diyarbakır’dır. (Bunların çoğuna da sadece bir defa gitmiştir.) Hiç gitmediği illerin daha çok Doğu ve asıl Güneydoğu bölgelerinde yoğunlaştığı, açık bir şekilde görülebilmektedir.
Peki neden? Güvenlik gerekçesi bir açıklama olabilir mi? Olabilir fakat bir ülkeyi kurtarmış olan “Gazi” unvanlı kurucu bir Cumhurbaşkanının yönettiği ülkenin bazı şehirlerine hiç gidemeyişinin üzerinde ülkenin birlik ve bütünlüğü açısından da durulmalı değil midir? Sonuçta yurt, gidebildiğin zaman senindir. Bunu öğretmemiş midir ders kitaplarımız? “Orda bir köy var uzakta” şarkısı yoksa Güneydoğu için söylenmişti de haberimiz mi yok?
Artık sadede gelsek, der gibisiniz. Haklısınız. Sorumuz şuydu: Atatürk Diyarbakır’a gitmiş miydi?
Gitmişti ama epeyce geç bir tarihte. 1937 yılının Kasım ayının 15’inde Diyarbakır’a akşam saat 18.00’de ulaşmıştı. Törenle karşılandığını, Halkevi ve Orduevi’ni şereflendirdiğini, geceyi de Orduevi’nde geçirdiğini gazetelerden okuyoruz. Ertesi gün ise askerî birlikler ile hava meydanını gezmiş, 21 yıl önce kaldığı konağı ziyaret etmiş, Diyarbakır-Cizre demiryolu hattının temel atma törenine katılmıştı. Bu arada şehrin “Diyarbekir” olan adının Diyarbakır’a çevrilmesini emretmeyi unutmayan Atatürk, o akşam Elazığ’a gitmek üzere hareket etmiştir. Ancak yolda Tunceli’nin Pertek ilçesine uğramış ve bir köprü açılışına katılmıştır. (Bkz. Utkan Kocatürk’ün “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi”, Türk Tarih Kurumu Yay., 1983, s. 611.)
“İyi de bu sürpriz Şark ziyareti 1937 sonları gibi sağlığının kısmen bozulduğu bir tarihte nereden icap etti? diye sorabilirsiniz haklı olarak. İşte burada bizi bir zamanlama sürprizi bekliyor. Çünkü Atatürk’ün Diyarbakır’a geldiği gün, Dersim İsyanı’ndan yargılanan Seyyid Rıza ve 6 arkadaşının Tunceli’de idam edildiği güne rastlamıştır.
Ne tesadüf değil mi? Aynı gün darağaçları kurulurken Atatürk Malatya’dan Diyarbakır’a geçiyordu. Yani bu gezi bir tür gövde gösterisini amaçlıyor ve bizzat Cumhurbaşkanı’nın katıldığı çeşitli açılışlarla bölge halkına ‘buradayız’ mesajı veriliyordu. 2 yıl kadar önce yazılan İsmet Paşa’nın “Kürt Raporu”nda belirtildiği gibi, ne olursa olsun halkın içine girilmeliydi.
Girilebildi mi? Bilmiyorum. Bildiğim, devletin şimdi de doğuya AK Parti ile girmeyi denemekte olduğu. m.armagan@zaman.com.tr
07 Aralık 2008, Pazar