“Sonra vardım Kartaca’ya”
Sonra vardım Kartaca’ya
Yanıyor yanıyor yanıyor yanıyor
Ey Tanrım sen kurtar beni
Ey Tanrım sen kurtar yanıyor
Eliot’ın bu mısralarını durup dururken hatırlamadım. Kartaca, geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in Tunus’a resmi bir ziyarette bulunmasıyla yeniden gündemime giriverdi. Gazetelere bakılırsa Demirel “Kartaca harabeleri”ni gezmiş ve “Kartaca Sarayı”nda Tunus Cumhurbaşkanı Zeynelabidin Bin Ali ile görüşmüş.
Şüphesiz Kartaca, Akdeniz havzası tarihinde, çok önemli bir şehir olmuştu. Roma’nın karşısında Kartaca, Afrika’nın refleksini temsil ediyordu; sömürgeleşmeye direnen Afrika’nın sözcüsüydü. M.Ö. 264’te başlayıp M.Ö. 146’da sona eren 118 yıllık bir emperyal kudrete karşı koymanın tarihidir Kartaca’nınki.
Önce Kartaca’nın kuruluşu ile ilgili küçük bir not: Kadim şehirlerin kurulurken tılsımlandığı biliniyor. Kartaca’nın şehir sınırı çizildikten sonra dıştan içe doğru “tunç bir saban”la sürülmüş toprağı ve şehrin merkezinde tılsımın düğümü atılmış(yaklaşık M.Ö. 814). Finikelilerin kurduğu bu kadim şehir, Romalılar tarafından defalarca muhasara ve işgal edilmiştir. İtalya’yı filleriyle işgal eden ve Roma’ya ecel terleri döktüren Annibal’ın yenilgiye uğratılması, Kartaca’nın altının üstüne getirilmesi, yerle bir edilmesi bile yetmemiştir şehrin içindeki enerjinin söndürülmesine. Bir daha, bir daha ayağa kalkmış ve Roma’ya karşı koymuştur.
Ne zamana kadar? İlginçtir, M.Ö. 146’da yerle bir edildikten sonra, tıpkı tılsım yapılırken olduğu gibi tunç sabanla bu defa merkezden surlara doğru- toprağının sürülmesine kadar Kartaca’nın “ruhu”nun enselerinde sürekli estiğini hissedecektir Romalılar.
Ve Kartaca’nın ancak bundan sonra içinde taşıdığı farklılık kimyasının uçtuğuna inanacaktır Romalı komutan Scipius.
İşi şansa bırakmayan Sezar, Kartaca’nın sabanla sürülmüş toprağı üzerine yeni bir şehir kurar. Kartaca Romalılaştırılır büyük bir hızla. Sütunlar dikilir, saraylar kondurulur, su kemerleri ayağa kaldırılır.
Dolayısıyla Demirel’in ziyaret ettigi Kartaca şehrinin kalıntıları ne Finike Kartaca’sıdır, ne de Annibal Kartaca’sı: Doğrudan bu şehri yıkıp yeni bir şehir olarak yeniden kuran Roma Kartaca’sıdır!
Kartaca’nın hikayesi böyle… Gerçekten böyle mi acaba? Bu tarihin kendisi, Romalıların kurduğu, kurguladığı bir hikaye olmasın!
Kartaca’yı Roma süzgecinden görmek, eski Kartaca’nın bize ifşa edeceği sırlara gözlerimizi kapatmak anlamına gelecektir. Bence ‘mağlup Kartaca’nın sesini tarihin içerisinden iz sürüp çıkartacak kahramanlara ihtiyaç var.
Tarihe hep Roma açısından , yani galip gelmiş eğilimler açısından bakmak bir zihin alışkanlığı olmuş bizde. Kartacalıların Kartaca’ya nasıl baktıklarını, (Yahya Kemal’in deyişiyle Romalıların yaktıkları şehrinin içinden günlerce bir buhurdan gibi duman tütmüştür) görmenin zamanı geldi de geçiyor bile!
Ne demişti Cemil Meriç 1969’da: “Bizim talihsizliğimiz Kartaca’nın tarihini Roma’dan dinlemektir.”
Yani, kendi kendini imha etmiş, üstelik değerlerini, üzerinden saban geçirerek ruhsuzlaştırmış bir dünyanın varisi olan bizler, daha da kötüsünü yapmışız ve bu tarihi bir de Roma açısından yazmışız; Roma, yani galipler…
Ya Kartaca kendisini bu süreçte nasıl görmüş, bu yıkım sürecini nasıl algılamış ve direnmiş? Bunu sormanın bile gericilik diye yaftalandığı bir Kartaca’da yaşamak, tıpkı Eliot’ın, memleketine dönerkenki duygularını yansıttığı Augustinus’un dönüş acılarını yaşamakla eşdeğerde bence.
Sarmaşık
Bursa’da erguvan çığlıkları
Evliya Çelebi , Bursa’da bulunan Emir Sultan Türbesi’nde her bahar büyük bir kalabalığın toplandığını ve “Erguvan Bayramı” yaptıklarını anlatır o tatlı diliyle. Server Revnakoğlu da tekkelerin kapatılmasına kadar bahar aylarında burada Bursa’daki çeşitli tekkelere mensup müridlerin toplanıp büyük bir halka teşkil ettiklerini ve beraberce zikir yaptıklarından söz eder. Anlaşılan bugün klasik şeklini muhafaza etmese de bu türbe Bursa’nın, Bursalıların, nihayet Evliya Çelebi’den anladığımız kadarıyla ehl-i halin uğrak yerlerinden biridir.
Evliya Çelebi’nin erguvan vurgusunu yakalayan A. Hamdi Tanpınar rengarenk bir tablo çizer bize. Beraber okuyalım:
“Bu erguvan sohbeti beni çok düşündürdü… Ben, Emir Sultan’ın bu rolünü çok seviyorum, çünkü bizim iklimde gülden sonra bayramı yapılacak bir çiçek varsa o da erguvandır. O, şehirlerimizin ufkunda her bahar bir Diyonizos rüyası gibi sarhoş ve renkli doğar. Dünyanın tekrar değiştiğini, tabiatın ağır uykusundan uyandığını haber vermek ister gibi zengin, cümbüşlü israfıyla her tarafa donatır, bahar şarkısını söyler… Emir Sultan Türbesi’nin etrafında yatan ölüleri her bahar kendiliğinden açılan bu hayat ve arzu sofrası, cömertçe kandırır.”
Maalesef bugün Emir Sultan baharları erguvansız açıyor sofralarını. Nisan’ın başlarında İstanbul erguvanları çığlık çığlığa açarken, üç arkadaş boşuna aradık türbe etrafında bu pembe renkleriyle baharın güzelliklerine davet eden ağaçları. Bir tane erguvan bile bulamadık.
Arkadaslarla ahidleştik, gelecek yıl, Bursalı dostların da katılımıyla Emir Sultan’da erguvan şölenini şenlendirmek konusunda. Hem o Buharalı velinin tarihe uzanmış kaftanına bir erguvan yaprağı daha düşürmek az şey mi?
Belki böylece Evliya Çelebi’yi de yalancı çıkarmamış oluruz!