Takvimden silinen 10 gün

Takvimden silinen 10 gün
Popüler kültürün yeni bir binyıla girdiğimize dair estirdiği bütün teröre rağmen milenyuma ve yeni yüzyıla girmeye matematiksel olarak daha tam 359 gün var. Bu söz artık beylikleşti, biliyorum. Ne ki, takvimlerin insan hafızasına oynadığı oyunlar, hatta manipülasyonlar bitecek gibi değil. Örnek mi? Buyurun.

Takvimlerin zamanı ile kozmik zaman arasında deyim yerindeyse ezeli bir savaş vardır. Bir tam yılın 365 küsur güne tekabül etmesi, bütün takvim sistemlerinin korkulu rüyası olmuş görünmektedir. İşte bu beğenmediğimiz küsuratın, Jülyen takviminden Celali ve Rumi takvimlerine kadar Doğu ve Batı’daki yığınla takvim sistemine asırlardır kan kusturmuş olduğunu biliyor muydunuz peki?

Batı takviminde Jül Sezar’ın M.Ö. 45 yılında yaptırdığı reform ile Jülyen takvimi kullanılmaya başlanır. Buna göre bir yıl tam 365 ve bir çeyrek günden oluşur. Her dört yılda bir bu çeyrek günler toplu olarak yıla eklenir ve o yıl 366 gün çeker. Formül bulunmuş, “o münasebetsiz, can sıkıcı” fazlalık bertaraf edilmiştir sözde. Fakat bir yılın, tam olarak söylemek gerekirse 365.242199… gün çekmesi, yani 11 küsur dakika eksik çıkması, bütün sistemi birkaç yüzyıl sonra allak bullak etmeye başlayacaktır. Bu 11 küsur dakika asırlar içinde birike birike mesela 1578’de Hıristiyanların Paskalya tarihini tam 10 gün ileriye kaydırmıştır.

Eh, papalığın bu kritik meseleye bir çözüm bulmasının zamanı gelmiş de, geçmektedir bile. Papa XIII. Gregorius, bir komite toplar ve 1582’de bir emirle yeni takvimin kurallarını ilan eder. Kendi adıyla anılan bugün kullandığımız Gregoryen takvimi düzenlenirken Sezar (Jülyen) takvimi yüzünden başlarına bela olan 10 günü (5 Ekim-14 Ekim 1582) bir emirle sildirir. Bu 10 gün, hiç yaşanmadan takvimlerden sırra kadem basar ve o yılın 4 Ekim’inin ardından 5 Ekim değil 15 Ekim yaprağı kopartılır takvimden. 11 dakikanın insanlara oynadığı oyun, 10 günün takvimden silinmesiyle neticelenir. Böylece takvimlerin zamanla girdiği mücadelede emir demiri kesmiş, zaman kesilip biçilerek kilisenin dediğine getirilmiştir.

Gördüğünüz gibi takvim meselesi biraz karmaşık ve canınızın sıkıldığını hisseder gibiyim. Anlaşıldı, bu hafta takvim yazılarına nokta koyuyorum.

Az kalsın unutuyordum, Gregoryen takvime göre her dört yılda bir şubata fazladan gün eklenmesi, yüzyıl dönümlerinde sadece 400 yılda bir uygulanır. Yani 1700, 1800, 1900 yıllarında bu kural uygulanmamış, buna karşılık 2000 yılına bir gün ilave edilmiştir. 400 yılda bir gelen bu fırsatı kaçırmayın! Çünkü bu fazladan günü, ancak 2400 yılında bir daha görme şansınız var!

Kaynak: Stephen Jay Gould, Binyılı Sorgulamak, Çeviren: Tuncay Birkan, İletişim Yayınları, 1999.

Ramazan medeniyeti

Hatırlayanlarınız olacaktır, geçen Ramazan’da merhum Süheyl Ünver’in “Ramazan Medeniyeti” adlı yazısını gündeme getirmiş ve geniş bir alıntıda bulunmuştum. Bu yazıyı nefasetine ve günün anlam ve önemine denk düştüğü için biraz kısaltarak tekrar sütunuma dercediyorum. Bu vesileyle yarın başlayacak olan bayramınızı tebrik ediyor, Süheyl Bey’in altın harflerle tarihe kazıdığı Ramazanlar ve bayramların ruhunun daim olmasını diliyorum.

“… Ramazan ayında mahya, temizlik, rabıtalılık, ahlak tasfiyesi, günah ve zararlı şeylerden çekinme, yerinde eğlenebilme, dinlenebilme, cömertlik ve herkesi düşünmek terbiyesini bir araya getirerek, bir Ramazan medeniyeti vücuda getirmiş ve bunu İstanbul’da teksif etmişiz.

… Ramazan, her sınıftan halkın benimsediği bir mevzu olmuş ve herkeste çocukluğundan beri gelen devamlı ve azalmayan intibalarla daha Ramazan biterken, ‘Gelecek sene Ramazan’ına on bir ay kaldı.’, diye bir sevinçle, gelecek seneninkine mahsus tasarılarıyla hoş bir sene daha geçirmişler ve ömürlerini, geçirecekleri hoş Ramazan’lara bağlamışlardır. Ölmek isteyenler bile, “Şu Ramazan’ı da göreyim de öyle…” diyerek hayatında bir defa daha idrak etmekle noksansız ahirete göçmeyi düşünmüşlerdir.

Ramazan bir ay, bazen 29, bazen 30 gün sürer. 29 gün Ramazan’larında, “Bizim bir günümüzü çaldılar.” diye alakalarıyla serzenişlerde bulunurlar. 30 gün oruç tutanlar bayramın birinci günü oruç tutmadığından bir şey yemeğe utanır ve bir nevi gündüz yemenin acemiliği ve mahcupluğu içindedir. Adeta giden Ramazan’dan sıkılır (‘utanır’ anlamında-M.A.). Ramazan gidiyor, acaba bir daha seneye çıkacak mıyım? diye ağlayanları bilirim ben.

… Adeta Ramazan yalnız bir oruç ayı değildir. Sanki Peygamberimiz şehirlerimize gelir, hepimizin saadet ve fakirhanelerimize ruhan misafir olur. Asıl bayram, Ramazan bittikten sonra değil, bizzat Ramazan’da olur. Öyle ki bu bayram, senede bir ay gelir ama onun gelmesi tam on bir bayram sevinci içinde geçer. Her hakiki Müslüman’ın gönlünde Allah korkusu kadar Ramazan sevgisi de yer etmiştir. Bayram değil, Ramazan düğün ayıdır. O düğüne herkes müştaktır. “Ramazan’a çok şükür on ay kaldı”, diye bir ay daha yaklaşmanın sevinciyle gözleri yaşaranları bilirim.

… Kadir günü Müslümanların çok müteessir bir günüdür. Allah kabul etsin, diye bütün dualar o gün sona erer. Yani Ramazan bi’l-kuvve Kadir’de sona erer. Sonunda bi’l-fiil biter. Camilerde “elveda” avazelerinden ağlamadık can kalmaz. Artık o ismi var, cismi yok bir Ramazan, ömürler oldukça gelecek, tıpkı bir kuyruklu yıldız gibi seyredecektir. Fakat kuyruğunu götürmez, bırakır. Ondan Türkler bir Ramazan medeniyeti kurmuşlardır…”

* “Süheyl Ünver, Bir Ramazan, Binbir İstanbul, Hazırlayan: İsmail Kara, Kitabevi Yayınları, 1997.

Time’a göre asrın adamı

Bir ara bizim basının da çok ilgi gösterip kampanyalar filan düzenlediği Time dergisinin asrın adamı (person of the century) anketi sonuçlandı. Önce çeşitli branşlarda yılın adamları seçildi. Sonra bunların içinden yüzyılın üzerinde ittifak edilen adamını seçmek için çalışmalar yapıldı ve izafiyet teorisinin mimarı ünlü fizikçi Albert Einstein yüzyılın adamı seçildi. Time, yüzyılın liderleri olarak da Amerikan başkanlarından Roosevelt ile Hindistan’ın sivil itaatsizlik önderi Gandhi’yi seçmiş. Time bir de binyıl dosyası hazırlamış. Bu dosyada İslam dünyasından Selahaddin-i Eyyubi, Gazneli Mahmud, Mevlana, Timur gibi şahsiyetler yer alıyor. Doğudan bir de Cengiz Han gibi bir iki isim var, o kadar diğerleri hep Avrupalı ve Amerikalı. Gutenberg’den Giotto’ya, Newton’dan Jefferson’a pek çok Batılı arz-ı endam ediyor derginin sayfalarında.

Peki bir İbn Sina, bir İbn Rüşd, bir Fatih, bir Kanuni bu bin yılda yaşamadı mı acaba? diye sormadan edemiyor insan sevgili Time’cılara.

Bir cevap yazın