Önümüzdeki Çarşamba günü TBMM’de Ankara’nın başkent yapılma kararının 98. yıldönümü her zaman olduğu gibi törenlerle kutlanacak. Biz de işimizi yapalım ve başkentliğin İstanbul’dan Ankara’ya nakli meselesine hep yaptığımız gibi bir başka açıdan bakmaya çalışalım.
Aslında Ankara’nın başkentliği meselesinin Osmanlı döneminde gündeme geldiğini söylesem ne dersiniz? Sultan Abdülhamid devrinde Alman imparatorunun Osmanlı hizmetine girmesi için gönderdiği Golç Paşa bir dizi makale kaleme alarak Osmanlı İmparatorluğunun devamını sağlayabilmek için ilk şartın hükümet merkezinin Anadolu’nun bir şehrine taşınması olduğu fikrini ortaya atmıştı. Tavsiye ettiği alternatif başkentler arasında Adana, Ankara veya Kayseri vardı.
Golç Paşa’nın makaleleri İttihat ve Terakki liderleri arasında tartışılmış ve makul bulunmuş olacak ki Enver Paşa 1916 yılında Ankara’ya bizzat gelerek bir İttihat ve Terakki Kulübü yaptırmak için kolları sıvamış, binanın planını Evkaf (Vakıflar) mimarı Salim Bey’e yaptırmıştır. İşte Türk mimarisi tarzında yapılması kararlaştırılan bu bina 1920 yılında Gazi Meclisimizi ağırlayacaktır.
Yanlış duymadınız, ilk TBMM binasını yaptıran zat, tarihten silinmeye çalışılan Harbiye Nazırı Enver Paşa’dır! Sizin anlayacağınız, İttihat ve Terakki için yaptırılan bina, Ankara meclisine nasip olmuştur.
Tarihte ne kadar garip bağlar gizli, değil mi? Eric Jan Zürcher’in Kemalist hareket ile İttihatçılık arasında yakaladığı bağlar, Cumhuriyet devrinde İttihatçıların sadece idam sehpalarında sallandırılmadığını, kitaplarda da öldürüldüğünü göstermemiş miydi? Bu yüzdendir ki resmi tarih TBMM binasını kitaplarda da öldürülen Enver Paşa’nın yaptırdığı gerçeğini gizlemek için elinden geleni yapar ya.
TBMM binasının yerinde ne varmış peki?
İçerisinde sadece bir derviş kulübesi bulunan mezarlığın üzerine yapılmış TBMM binası. Sultan Hamid devrinde Ankara’ya tren gelip de mezarlığın yakınına istasyon yapılınca trene giden yolcular bu mezarlığın içinden geçer, derviş de gelip geçenlerden adam başına 1 kuruş “ayakbastı parası” alırmış.
Derken arsa mezar taşlarından temizlenmiş. Boşalan yere Ankara taşlarıyla kâgir olarak yaptırılacak olan binanın temelleri atılmış. Bina ortaya çıkmış. Tam ahşap kısımları tamamlanacakken Mondros Mütarekesi imzalanınca tabii İttihat ve Terakki Partisi kapanmış ve o sırada damına kadar yapılmış olan binanın kiremitleri henüz yerleştirilemeden o haliyle bırakılmış.
Ancak binanın hikâyesi bundan sonra da ilginç bir seyir izler.
Ankara Hıristiyanları TBMM binasını neden yıkmak istedi?
Ankara’yı işgal etmiş olan Fransız birliği yerleşir binaya ve karargâh olarak kullanırlar. Ne var ki Ankaralı Hıristiyanlar Ermeni tehcirinden kinlendikleri İttihatçılar yaptırdığı için binaya kin beslemektedir. Ankara’daki İttihatçıları tutuklatmışlardır şikayet ederek.
İşte galeyana geldikleri günlerden birinde azınlıklardan bir grup ellerinde kazma ve kürekler olduğu halde TBMM binasının önünde toplanmış. “Güya bu bina yapılırken bir İngiliz konsolosunun mezar taşı temel taşı olarak kullanıldığından azınlıklar bu binayı yıkarak bu taşı çıkaracaklardı. Bu işe ne vali (Muhiddin Bey) ne de Fransız kumandanı (Buazo) mani olmadı.”
Derken hadise büyüdü, manzarayı gören Türkler de gruplar halinde bugünkü Ulus meydanında toplandı. Büyük bir çatışma çıkmak üzereydi. İşte tam bu sırada kalabalığın arasından bir papaz (İstanbul Emeni Patrikhanesinden gönderilmiş olup “Yağış” adını taşıyordu) yüksek bir yere çıkarak Hıristiyanlara nasihat etmeye başladı. Böyle bir taşın binanın temellerine konulamayacağını, hem bir taş için muazzam bir binanın yıkılmasının doğru olmadığını söyleyerek azınlıkların elebaşlarını ikna etmiş ve binayı yıkılmaktan kurtarmayı başarmıştı. (Enver Behnan Şapolyo, Mustafa Kemal ve Birinci Büyük Millet Meclisi Tarihçesi, Ank., 1969, s. 6-7.)
Bu heyecanlı sahneyi anlatırken Fransız birliği yanında bir İngiliz birliğinin de o sırada Ankara’da bulunduğu gerçeğini gözden kaçırmayalım. Hatta İngiliz askerleri Ankara’da boş durmamış, halkı kendi lehlerine çevirmek için İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni de açmıştı. Fransızlar da ondan geri kalmıyor, propagandalarını yapıyorlardı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya 19 Aralık 1919 günü geldiği zaman kendisini karşılayanlar arasında İngiliz askerleri de bulunuyordu.
Yukarıdaki ayrıntıdan Erol Mütercimler bir televizyon programında bahsettiği gibi zamanın Ankara Valisi Yahya Galip Bey de 30 Kasım 1938 tarihli Cumhuriyet gazetesinde bu hususu aynen şöyle dile getirmiştir:
“Dikmen sırtları, bir bayram yerine dönmüştü. Bir müddetten beri Ankara’ya gelip yerleşmiş olan iki tabur İngiliz askeri de, Mustafa Kemal’i karşılamağa gelenler arasındaydı.”
Ankara Valisi Yahya Galip bu defa 1 Aralık 1938 tarihli Cumhuriyet’te hadisenin devamını şöyle anlatıyordu:
“Bu arada İngiliz askerleri de boş durmamakta idiler. Bu tarihî sahnenin kimi fotoğrafını alıyor, kimi de sinemasını çekiyordu. (…) Mustafa Kemal de, bu yabancı askerleri görmüştü. Fakat hiç ses çıkarmadı. Hatta rahatça film çekebilmelerine müsaade edecek vaziyetler alarak, vilâyetin resmî otomobiline bindi.”
Golç Paşa ve Enver Paşa ikilisinin İttihatçı projesi olarak karşımıza çıkan Ankara’nın başkentliği ve TBMM binasının yapım hikâyesi bu kadar değil elbet. Ama lütfen şu bilgiyi araya sıkıştırmama izin verin:
TBMM kürsüsünün arkasında Şura suresinin 38. âyetinin asılı olduğu ender bir fotoğraf. Neden bu fotoğraf Tarih kitaplarımızın kapağında yer almaz ki?
TBMM’nin 23 Nisan 1920 günü açılmasının Cumaya denk getirilmesini, Hacıbayram Camii’nde kılınan Cuma namazını, lihye-i saadet (Peygamber Efendimizin s.a.v. sakalı) ve sancağ-ı şerifin tekbirler eşliğinde ulema ve şeyhlerden bir heyetin önünde yürütüldüğü muazzam bir törenle meclis binasına gelindiğini… iyi kötü biliriz de üzerine İslamın rengi olan yeşil bir örtü örtüldüğü kürsünün arkasına Hulusi Efendi hattıyla Şura ayetinin asıldığını, dahası, Bünyanlı Halim Hocanın her beş günde bir Mecliste milletin daima muzaffer olması için dua ettiğini, vekillerin de duaya aylar boyunca “amin” dediklerini bilmeyiz. Hatta vekillerin “Hilafet ve saltanatın, vatan ve milletin istiklal ve kurtuluşundan başka gaye takip etmeyeceklerine Vallahi” diyerek yemin ettiklerini de yazan pek az kaynak vardır.
Daha bilmediğimiz kim bilir neler var? diye sorduğunuzun farkındayım. Neler yok ki! Ortaya dökülecek çok şey var ama gelecek yazıya kadar sabır lütfen!