• Home
  • Genel
  • “Türk Müslümanlığı ” sahici bir tartışma mı?

“Türk Müslümanlığı ” sahici bir tartışma mı?

“Türk Müslümanlığı” sahici bir tartışma mı?
Türkiye’de devlet-toplum ayrışmanın miladi kabul edilmelidir 28 Şubat 1997. Bir turnusol kağıdı gibi eskiden halka yahut millete ait zannettiğimiz birçok alanın gerçekte asıl sahibinin devlet olduğunu olanca açıklığıyla gözlerimizin önüne serdi bu sancılı süreç. Turkiye’de gerçek iktidarın kimlerde olduğunu gizleyen perdeyi sıyırması açısından 28 Şubat sürecinin hayırlı olduğu bile söylenebilir. Sun’î gündemlerle şişirilen unutkan hafızamızı yoklarsak göreceğiz ki, bu süreç bir bütün olarak Türkiye’deki ağır aksak da olsa işleyen siyaset-toplum irtibatını tek taraflı olarak kesmeye, toplumu yeni bastan yukarıdan aşağıya planlamaya ve “tek tipleştirmeye” yönelik büyük bir stratejinin adımları olarak ortaya tartışılması için bazı kavramlar atılmakta, “güzide” medyamıza da bu kavramları cilalayıp halka beğendirmek yahut nefret ettirmek vazifesi düşmektedir.
Son günlerde özellikle kartel medyasında Türk Müslümanlığı tartışmaları kadar yapmacıklık ve zorakilik kokan başka bir tartışma zor bulunur. Dikkat edilirse bu tartışmanın ne sahici bir sahibi var, ne de görünür bir sosyolojik mücbir sebebi. Sahibi olmayan bir iddianın sahiciliğinin de  olmayacağını binlerce yıllık düşünce tarihi ayan beyan göstermektedir.
Şimdi düşünelim: Türk Müslümanlığını kim ortaya attı ve kimler savunuyor? Bildiğim kadarıyla benim de bir yazımda -altını çizerek söylüyorum- “kültürel düzeyde” söz konusu ettiğim Yahya Kemal’in 1920’lerde Babanzade Ahmet Naim’le yaptığı bir tartışmaya dayanıyor bu kavramın koku. Ne var ki bu tartışmayı biz sadece taraflardan birisi olan Yahya Kemal’in ağzından dinledik. Büyük bir alim olan Babanzade tarafı ise irdelenmedi şimdiye kadar.
Yine bildiğim kadarıyla bu kavram, geçen  yılın o sıcak günlerinde ANAP Milletvekili Agah Oktay Güner tarafindan gündeme yeniden getirildi. Ertuğrul Özkök ve benzeri tipler tarafından da aynı günlerin tartışmalarında tuttukları saf hatırladığında yakıcı çelişkilere düştüklerini asla fark etmeden (ideolojinin tarifi de bundan başkası değil zaten) ateşli bir şekilde desteklendi. Yakınlarda da Başbakan Yılmaz ile Org. Kılıç’ın ağzından “yüksek yerden” dile getirilen bu kavramın neyi kapsadığı ve daha da önemlisi neyi dışarıda bıraktığını açıklamak da sosyolog Nur Vergin’e düşmüş oldu. Tekrar soralım: Kim savunuyor bu kavramı? Bir bakan, bir başbakan, bir orgeneral ve 28 Şubat surecinde onlara destek çıkan bir sosyolog ve dahi bir kisim şeyh uçuran köşe yazarları. Kendimize gelelim, tartıştığımız şey, haldeki domates fiyatları yahut  Çakıcı’nın sevgilisi değil, en hassas olunması gereken alanlardan birisi, yani din. Bu işin uzmanları, alimleri, düşünürleri, sosyologları, hatta hatta dinini şöyle böyle yaşayan cami cemaati ne diyor diye aklına gelen bile yok.
Peki bu Müslümanlık nasıl ve kiminle uygulanacak? Şimdiye kadar Arap veya Acem Müslümanlığı var diye İslam’dan uzak duran kesimler mi dolduracak camileri, yoksa hep horlanan, itilip kakılan cami cemaati mi “tek tip eğitim”den  geçirilerek Türk Müslümanlığına ihtida ettirilecek zorla? Ya da zaten halk bu Müslümanlığı yaşıyor idiyse birtakım gazeteci-teorisyenler köşelerinde bunun modellerini mi oluşturacaklar? Bu iddia gereğince halkın İslam’ı idrak ve yaşayış biçimlerine saygı duyulması icap ederken tam tersinin yapıldığını hatırlayalım. Kendi inisiyatifleriyle kurdukları cami derneklerinin, vakıflarının, Kur’an kurslarının, okullarının, kolejlerinin.. devlet denetimine alınması ve hatta devletleştirilmesi uygulamaları karşısında “Anadolu Müslümanlığı” formülünün ne kadar yapıştırma, yapmacık ve sahte kaldığını bilmem fark edebiliyor muyuz? Eğer bu halkın geliştirdiği Müslümanlığa saygı duyulması amaçlanıyorsa o halde menkıbeler, batıl inançlar, hurafeler, tarikat gelenekleri ve sözlü kültür ürünlerini mebzul miktarda barındıran bir İslam’a karşı topyekün  taarruza kalkan Kur’an Müslümanlığına da karşı çıkmalı değil miydi aynı çevreler? Hem Aczmendiler bahane edilerek toplumun önemli bir kesiminin İslam’ı idrak ve yaşayış biçimiyle alay edeceksiniz, hem de günü ve yeri gelince halk İslam’ının en fazla bid’atlara bulaşmış şeklini yeni bir din yapılanmasının temeli yapacaksınız! Buna yazılı kültürün bile neredeyse esamisinin okunmayacağı bir çağın eşiğinde girişilmesi ise tam Voltaire’lik bir ironi konusu! Büyün insanlara hoşgörü ve saygı göstermeyi, eşitliği ve kardeşliği temel prensipleri kabul etmiş görünen bu fikrin savunucularının yine bu toplumun evlatlarının her gün yüreğini hicrana gark eden üniversitedeki başörtüsü mağdurlarına, o engin hoşgörülerini esirgemek ne kelime, ‘kükreyerek’ başlarını açmalarını emretmelerinden daha iyi hiçbir şey düşürmezdi Türk Müslümanlığının maskesini.

Bir yanıt yazın