Ulema ve çocuk

Ulema ve çocuk
Farkında mısınız bilmiyorum, gazetemiz yazarlarından Mustafa Ruhi Şirin örnek bir tavırla üzerine basa basa yazıyor çocukluğun nevzuhur bir icat, hatta modern toplumun ürünü olduğunu ve en azından Fransız İhtilali’ne kadar bugün anladığımız manada bir çocukluk kategorisinin mevcut bulunmadığını. Çocukluğu bir medeniyet tasavvuru bağlamında yeniden okumayı teklif eden Şirin, “çocuk modernleşmesi” tarihimizin henüz yazılmadığı kanaatinde. Dolayısıyla bu bakir toprağın kaşiflerinden birisi olmak iddiasıyla yola koyulmuş durumda.

Bundan 15 gün önce Çocuk Vakfı’nın gizli kahramanlar eliyle gerçekleştirilen kendi binasında aynı zamanda binanın da mimarı olan Turgut Cansever beyefendinin “Çocuğun büyüdüğü mekan: Dünya” konulu bir konuşması vardı. Fakirin de sunuculuğunu üstlendiği bu konuşma gerçekten de dinleyenler için doyumsuz bir fikir ziyafeti oldu. İnşaallah ileride deşifre edilip neşrolunacak. Bu yazıda toplantıya gelemeyenler için tadımlık olarak meseleyi kendi kelimelerimle özetleyeceğim.

“Çocuk”, daha doğrusu bir sosyo-kültürel kategori olarak “çocukluk”, modern döneme özgü gelişmelerden biridir. Gerek Philippe Aries, gerekse Ivan Illich, geleneksel toplumlarda yetişkinliğe geçişten önceki yaygın bir erginleşmemişler kategorisi olarak “çocukluk”un nevzuhur bir gelişme olduğu konusunda öncü çalışmalar gerçekleştirmişler; bugün bu yolda daha hacimli ve derinlikli çözümlemelere inilmektedir.

Keza sosyolojide tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş konusunda disiplinin ilk günlerinden itibaren meşakkatli tartışmalar yapılmış ve tarım toplumunun statik, modern toplumun ise dinamik bir karakterde olduğu genel kabul görmüştür. Ancak bu genel kabul de sorgulanmaktan kurtulamamıştır. Mesela Ernest Gellner, milliyetçilik üzerine yazdığı ilk kitabında eğitim bağlamında her iki toplum tipini şöyle karşılaştırmıştır:

“Sanayi toplumunda eğitimin büyük bir kısmı örgün eğitimdir ve bu eğitimi alan kişinin bu eğitim sonrası yapacağı oldukça uzmanlaşmış meslek faaliyetleriyle özel bir bağlantısı yoktur. Sanayi toplumu birçok açıdan bütün toplumlar arasında en yüksek derecede uzmanlaşmış bir toplum olabilir; ancak eğitim sisteminin şimdiye kadar var olanlar arasında en az uzmanlaşmış olduğu ve en fazla standartlaşma getirdiği tartışma götürmez. Tüm çocuklar ve büyüme çağındakiler veya bunların çoğuna şaşılacak derecede ileri bir yaşa kadar aynı tür eğitim veya öğrenim verilmektedir… Sanayi toplumunda var olan uzmanlaşmanın türü tamamen uzmanlaşmamış ve standartlaşmamış ortak bir temele oturmaktadır.”(*)

Modern bir ordu nasıl adayları standart bir eğitimden geçirdikten sonra çeşitli uzmanlık alanlarına kolayca kaydırabiliyorsa, modern toplum da eğitim sistemi bakımından bir orduya benzer, hatta bazı bakımlardan “onu geçer bile”. Geleneksel toplumlarda usta-çırak kanalından gelişen uzmanlaşma, aile ve toplum içindeki “iş yaparken eğitme metodu” temeline dayanırdı. Böylece bugün bebek diyeceğimiz yaştaki çocuklar, kendilerinden bir önceki neslin yetişkinlerine en benzer şekilde çocukluktan yetişkinliğe geçer, deyim yerindeyse sıçrardı. Toplum ve kültürünün istikrarı böylelikle sağlanırdı. Neredeyse çocukluktan itibaren başlayan uzmanlaşmalar, geleneksel toplumu herkesin kendi mesleğinde ihtisas yaptığı bir uzmanlıklar toplumu şeklinde dikey hatlarla kesmekteydi. Bu uzmanlıkların en üstünde ise okur-yazar olmanın getirdiği ayrıcalıkları kullanan bir üst uzman tabaka yer alırdı: Ulema. Bu uzmanlar toplumun sesi, sözcüsü konumundaydı.

Ne gariptir ki modern toplum, bütün üyelerini ulemalaştıran toplum olma yolunu seçmiştir. Eskiden en fazla nüfusun yüzde 10’una açık bu ayrıcalıklar bütün bir toplumun ortak hedefi, hatta vasatı yapılmak amaçlamış gibidir. Weber’in modern devlet için söylediği “meşru şiddet tekelini elinde bulundurma” şartını Gellner, biraz değiştirerek şu kılığa sokmakta bir beis görmeyecektir: Modern devlet, meşru eğitim tekelini eline geçiren aygıttır!

Bütün bir toplumun bu standart eğitimden geçme zorunluluğu, modern dönemde “çocukluk” diye bağımsız bir kategorinin vücut bulmasının ön şartı olarak karşımıza çıkmakta, daha önce büyük ölçüde toplumsal dokunun içine gömülü vaziyetteki örtük çocukluk sanayisiyle, reklamıyla kitapları ve eğitim örgütlenmesiyle bir büyük vakıa halinde hepimizi içine alacaktır.

Bu konuya önümüzdeki hafta devam etmek istiyorum.

(*) Uluslar ve Ulusçuluk, Çev: B. Ersanlı-Behar&G. Göksu-Özdoğan, İnsan 1992, s. 59-60.

Bir cevap yazın