Yeni bir bilime doğru: Diyaloji
Son günlerde, en yakın örneğini Uluslararası Hz. İbrahim Sempozyumu’nda müşahede ettiğimiz diyalog eksenli toplantılar revaçta. Daha önce yan yana gelmesinin dahi düşünülemeyeceği kesimlerden temsilciler, gayet ağırbaşlı, vakarlı ve kararlı bir şekilde aynı masanın etrafına oturabiliyor, birbirini dinleyebiliyor, birbirini anlamaya çalışıyor, birbirlerinin hassasiyetlerine saygı gösteriyorlar. En önemlisi de, düşüncesine katılmadığı ve belki de kesinlikle katılmayacağı birisinin “gerçekten ne dediğini” sabırla, tahammülle ve kararlılıkla dinleyebilmenin erdemini sergiliyorlar.
Nitekim geçtiğimiz hafta Harran’da başlayan, Urfa’da devam eden ve pazar günü İstanbul’da noktalanan Hz. İbrahim Sempozyumu’nun sonuç bildirisi de üç din mensupları arasındaki diyalog faaliyetinin hayati önemine dikkat çekiyordu. Bildiride bu diyaloğun gerçekleştirilmesi için derin bilgi, samimiyet, inanç ve kararlılık da gerektiği önemle vurgulanıyordu.
Bilgi, samimiyet, inanç ve kararlılık. Gerçekten de isabetle seçilmiş kavramlar bunlar. Düşünün, insanların ellerinde bilgi olmadan nasıl tanıyacaklar birbirlerini? Samimi olmazlar, ikiyüzlülük yaparlarsa nasıl ilerleme sağlanacak birbirlerini anlama noktasında? Bu davaya inanmaz ve kararlı bir şekilde üzerine gitmezlerse, zoru görünce yarı yoldan dönerlerse yollarından, diyalog nasıl vücut bulacak?
Sonuç bildirisindeki bu ve benzeri ışık serpintilerinin, bize gelecekte ortaya çıkacak bir şehrayinin nurdan ipuçlarını uzatıyor olmasıdır dileğimiz. Bu vesileyle diyalog kavramının felsefi temellerine ilişkin birkaç kelam etmek lüzumunu duyuyorum.
Diyalog, karşılıklı konuşma anlamına gelir. Aslında “karşılıksız konuşma” diye bir şey yoktur. İnsan içinden konuşurken de içinde bir harici varlık vücuda getirerek konuşmaktadır. Demek ki her konuşma, bir karşılıklı konuşma, yani diyalogdur.
Peki diyaloğa neden bu kadar ender rastlanabiliyor da, monologdan geçilmiyor ortalık? Büyük çoğunluk neden kendisiyle konuşmayı yeğliyor da, kendi dışındaki seslere kulaklarını sağır ediyor? “Farklı” olana neden öcü muamelesi yapıyoruz?
Aslında dediğim gibi monolog yaparken de insanlar “birisiyle” konuşmaktadır. Ancak monoloğun diyalogdan farkı tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır. Monolog, kişinin kendi içinde “kurduğu” veya icat ettiği birisiyle konuşmasıdır, diyalog ise kendisi dışındaki “gerçek” birisiyle yaptığı konuşmadır. Birincisinde muhatap hayalidir; ikincisinde hakiki. Birincisinde muhatap, konuşan kişinin hayalinde çarpıttığı, eğip büktüğü bir karikatür öznesidir, ikincisinde ise kanlı canlı, taş gibi bir realitedir. Birincisinde konuşan kişi, muhatabının yerine de kendisi konuşmaktadır; ikincisinde ise gerçek bir tepki gösteren kişi vardır.
Mikhail Bakhtin (1895-1975), bir Sovyet aydını olarak yetişmesine rağmen, zamanla Stalinizmin monoloğundan kurtulmayı başarıp diyaloğun teorisini kuran bir edebiyat eleştiricisi. Türkçeye çevrilmiş kitabı olmayan Bakhtin’in görüşlerine göre dil, bir diyalog ortamıdır. Diyalog üç unsuru içerir: a) konuşan, b) dinleyen/tepki gösteren ve c) ikisi arasındaki ilişki. İşte monologda oluşmayan şey, konuşanlar arasındaki bu “ilişki”dir. Oysa diyalogda, muhatap her zaman hesaba katılmak zorundadır. Diyalogda konuşan kişi, dinleyen kişiyi hesaba katarak konuşmaktadır ve bu sıradadır ki, her söz, bir cevaba veya tepkiye “açık” hale gelmektedir. Tepki veya cevap geleceği bilinerek yapılan konuşma ile tepki veya cevapların baştan susturulduğu veya ortadan kaldırıldığı bir konuşma arasındaki farktır işte diyalog ile monolog arasındaki fark.
Bakhtin, iki gerçek konuşmacı arasındaki konuşma ile biri gerçek, diğeri hayali konuşmacı arasındaki cereyan eden konuşmanın farkını “diyaloji” ile “monoloji” arasındaki farka dayandırır. Her türlü konuşma, Bakhtin’e göre dinleyenin “kavramsal ufku”na yöneliktir diyalojide. “Diyalojizm”, konuşmacı ile dinleyicinin dilleri arasındaki etkileşime doğru bir yöneliştir, adımdır.
Bakhtin gerçi buradan yola çıkarak şiirin monolojik, nesir ve romanın diyalojik tabiatlı olduğu noktasına varıyor ancak bunlara şimdilik girmeyelim isterseniz.
Velhasıl, uzun bir aradan sonra yeni yeni gerçek muhataplarla konuşmaya başladığımızı söyleyebiliriz. Başka bir deyişle, monolojiden diyalojiye doğru ilerlemeye başladık.
Hz. İbrahim Sempozyumu’nun diyalog çabalarına “Halil İbrahim bereketi” getirerek diyalojik çağa geçişimizde bir dönüm noktası teşkil etmesini temenni ediyorum.