• Home
  • Genel
  • YouTube yasağı Atatürk sebebiyle miydi?

YouTube yasağı Atatürk sebebiyle miydi?

Hafızalarımız nasıl da hızla aşınıyor. Halen sürmekte olan YouTube’a erişim yasağına canhıraşane feryatlar salan bazı zevatın 2007’de, hele hele tam 2,5 yıl süren 2008-2010 yıllarında bu yasağı savunmuş, en hafifinden umursamamış olmalarını nereye koyacağız?

O tarihlerde YouTube’a bir video konulmuş, Türkiye’den gelen yoğun şikayetler üzerine kaldırılması istenmişti. YouTube bu konu Türkiye’yi ilgilendirdiği, yani ‘millî bir mesele’ olduğu için videoyu Türkiye’den erişime kapatmış, buna karşılık Türkiye, bütün dünyadan erişimin yasaklanmasını istemişti. O zaman YouTube bu bir ‘millî’ meseledir diyor, mesela kanunlarına göre çalıştığı Amerikalıların ‘Atatürk’ü Koruma Kanunları bulunmadığı için bunun hukukî bir gerekçesini de bulamıyordu. Oysa biz bu evrensel bir mevzu diye diretiyorduk. Netice ancak 2,5 yılda alınabildi ve YouTube o videoyu bütün dünyadan kaldırdı, biz de muradımıza ermiş olduk.

Ancak geçen hafta içinde Anayasa Mahkemesi Başkanı ile Başbakan arasında bir başka ‘millî’-‘evrensel’ tartışması yaşandığına tanık olduk. AYM Başkanı Twitter’a erişimin evrensel bir hak olduğunu, Başbakan ise bunun millî bir mesele olduğunu savunuyordu. Öte yandan bir zamanlar Atatürk videosu sebebiyle YouTube’un ya o videoyu kaldırmasını ya da kapatılmasını savunan kesimler (yani millî’nin evrensel olduğunu savunanlar) şimdi öbür tarafa geçiyor ve evrensel kampına tam siper konuşlanıyorlardı.

O zaman şöyle soralım: Sözünü ettiğimiz sosyal ortamlar (media) evrensel erişim hakkı ise 2008’de yaşadığımız krizde neden o kadar millî idiniz? Yok Atatürk’e hakaret videosunu kaldırmak Eskimoların da hakkıdır diye bir düşünceniz varsa o zaman bu nasıl millî bir dava olabiliyor?

Galiba sorun, Cumhuriyet dönemi boyunca geçirdiğimiz kültürel aidiyet bocalamalarında düğümleniyor. Bugün bizi ancak gülümseten Güneş-Dil Teorisi için harcanan onca emeği hatırlayın. Neydi bu teori?

Ondan önce bütün medeniyetin Türklerden çıktığını ve Orta Asya’dan dünyaya yayıldığını savunmuştuk yıllarca. Medeniyet ‘bizden’ çıkmıştı ve biz medeniyetin tek adresiydik. Herkes bizden öğrenmişti taş yontmayı veya ok atmayı. Güzel. Peki gururumuz yeterince okşandı. Sonuç? Eski hamam, eski tas.

Çocukken Karaoğlan filmlerinden çıkınca kendimizi sokaklarda koşmaktan, atlayıp zıplamaktan alamazdık. Onun gibi bir şey. Türk ve dünyayı karşı karşıya getiren bu mantığın bir süre sonra çıkmaza girmesi kaçınılmazdı. İşte Avusturyalı dilci Dr. Kıvergiç’in Güneş-Dil Teorisi’ne bu sebeple yılana sarılır gibi sarıldık.

Amazon amma da uzun!

Bu defa işi tersten almıştık. ‘Bir Türk dünyaya bedel’ değildi artık. Dünya Türk’tü zaten! Herkes bilincine varamamış birer Türk’tü ve farkına varmadan Türkçe konuşuyordu! Muazzam uzunluktaki ‘Amazon’ nehrini gören ilk insanın ağzından ‘Amma da uzun’ sözü çıkıvermiş ve zamanla değişerek Amazon olmuştu gibi saçmalıklar bu dönemin incileriydi.

Ancak bir şey unutulmuştu: Herkes Türk idiyse ayrıca ‘Türk’ ve milliyetçi olmanın ne anlamı kalacaktı? Kalmayacaktı tabii ki ve kalmadı da. Bu yolda koca koca hocalara kitaplar bile yazdırıldı. İşte bir tanesi elimde. Adı, “Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu.” Yazan: Prof. Naim Hâzım Onat. Yalnız biraz geç basılabilmiş. 1944, Maarif Matbaası. Yazar, Arapçanın Türkçeden çıktığını ispatlamak için epey ter dökmüş.

Millî olan ile evrensel olan işte böyle karıştırıldı birbirine. O günden beri de neyin millî, neyin evrensel olduğunu ayırt edemedik gitti.

Mesela: 23 Nisan Türk çocuklarının bayramı mı dünya çocuklarının bayramı mı? 12 Eylül’den sonra dünya çocukları, yani evrensellik vurgusunun öne çıktığını görüyoruz. Ama dünya çocuklarının zaten birer çocuk bayramı veya çocuk günü var. Kaldı ki, önümüzdeki haftalarda daha geniş olarak yazacağım gibi, biz de ‘çocuk bayramı’ fikrini ABD’deki Protestan kiliselerinin Children’s Day’inden ilham aldığını Mehmet Ö. Alkan’ın 2011 tarihli araştırmasından beri biliyoruz.

O zaman soralım: 23 Nisan ‘ulusal’ mı yoksa ‘evrensel’ mi?

Peki Atatürk’ü Koruma Kanunu ne olacak?

Tarih alanında, daha da fenası, yakın tarih üzerine çalışıyorsanız başınızın üzerinde sallanan ve her an başınıza düşecek gibi tehlikeli bir şekilde sallanan bir kılıcın gölgesindesinizdir. Bence Demokrat Parti’nin en vahim hatalarından biri olan 5816 No’lu Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu kaldırmak Türkiye’nin evrensel hukuka göre mi yoksa milli hukuka göre mi yönetildiğinin en kritik kriteri olacaktır.

Sırf Atatürk silahını İsmet Paşa’nın elinden almak için yapılmış olan bu kanunu formüle etmeyi Türk hukukçuları beceremeyince o tarihte ülkemizde bulunan Ernst Hirsch’in kapısı çalınmış ve onun bulduğu bir formülle çıkartılabilmişti. Ancak hem komisyonlarda, hem de Genel Kurul’da Başbakan Menderes’e bu kanunu çıkarması halinde yalnız İsmet Paşa’nın elinden silahı almakla kalmayacağı, araştırmacıların yarın öbür gün Nutuk’a aykırı bir şey yazdığında bile akademik hayatlarını bitirebileceği söylendiği halde siyasî mülahazalarla kanunu çıkarmakta ısrar etmişti.

Nitekim denildiği gibi de oldu. Bu kanun yüzünden yüzlerce kişi yargılandı, hapse atıldı, eziyet gördü. Gerekçe? Bir görüşü Nutuk’taki gibi değil de başka kaynaklardaki gibi ortaya koymak…

YouTube örneğinde karşımıza çıktığı gibi evrensel bir Atatürk’ü Koruma Kanunu çıkaramayacağımıza göre ve özellikle sanal alemi de bu kanuna uydurma çabasındaki lüzumsuz gayretlerin demodeliği ortada iken 1951 yılında bile bizzat milletvekili Selahattin Adil Paşa gibilerin itiraz ettikleri mahzurlar giderek bu 63 yaşındaki kanunun tarihin mezarlığındaki yerini alması gerektiğini söylüyor bize.

5816 öldü (aslında ölü doğmuştu) fakat mumyalandı bana göre. Hani padişahlar gurbette ölünce başkente ulaşana kadar birileri kamuoyuna onun hâlâ yaşadığını göstermek için saltanat arabasına girip el sallar vs. ya, aynen o durumda.

Ancak el sallayacaklardan biri sanılan Kemal Kılıçdaroğlu bir süre önce yaptığı açıklamada artık bu kanunu kaldırmanın zamanı geldiğini söylemişti. Öyleyse iktidar da bu fırsatı değerlendirmeli, ölmüş bir insanı kanun zoruyla korumak gibi çağdışı kalmış bir yasayı kaldırarak araştırmacıların önündeki engeli kaldırmalıdır. Zamanı gelmiştir.

13 Nisan 2014, Pazar

Bir yanıt yazın