Fatih’in 10 unutulmaz sözü

Miladi takvimle Büyük Fethin 563. yıldönümünde bu kutlu günü hatırlamak ve hatırlatmak soylu görevlerimizden biridir. Bu muazzam zaferle daha 50 yıl önce Timur kasırgasından gücü tükenmiş, itibarı yerle bir olmuş, kurucu ideali yara almış olan Osmanlı Devleti, İbn Haldun’u yalanlamak pahasına ayağa kalkıyor, Sultan Çelebi Mehmed ve Sultan II. Murad ile restorasyonu gerçekleştiriyor, 19 yaşında ikinci kez tahta çıkan Fatih Sultan Mehmed’e ise Osmanlı Devleti’nin orta ölçekli bir İslam devleti mi yoksa bir cihan imparatorluğu mu olacağını seçmek kalıyordu.

Genç Sultan ikincisini seçti, hedefini büyülttü ve Osmanlı Devleti’nin büyümezse küçüleceğini öngördü. Büyümeyenin eninde sonunda küçüleceğini ve yok olacağını o derin sezişiyle biliyordu. Osmanlı, ya Cihan Devleti (İmparatorluk) haline gelecek veya orta ölçekli devletlerden biri olarak Avrasya’nın güç dengeleri içinde bir o yana bir bu yana çırpınacaktı.

Peki Cihan Devleti olmak kolay mıydı? Öyle bir hedefi önüne koymalı ve öyle bir 12’den vurmalıydı ki, nasıl dedesinin dedesinin dedesi Osman Gazi Bizans’a karşı Bafa savaşını kazanınca Osmanoğulları Anadolu beylikleri arasında meşruiyet temelini kazanmışsa, kendisi de İstanbul’u fethederek İslam dünyasının kalbini bu topraklara transfer etme yetkisini kazanmalıydı.

İşte 21 yaşındaki II. Mehmed’i “Fatih Sultan” yapan sır burada yatıyordu. O, yalnız Fatih değil, tarihçisi Tursun Beg’in deyişiyle Fethin Babası’dır, Ebu’l-Feth. Bu Büyük Fetih ve arkasından gelen manevi Fetih hamleleriyle İstanbul’a hem semanın hem toprağın bereketi yayılacak ve buradan asırlarca Avrupa, Asya, Afrika yönetilecek, mazlumlara derman salacak, bahtsızlara ümit aşılayacaktı.

Fatih bir Cihan Devleti’nin temellerini atacak, torunları ise onun davasını asırlarca omuzlarından düşürmeyerek 20. yüzyıla taşıyacak, Çanakkale’si, Kûtu’l-Amâre’si ve Gazze, Kafkasya, Sina, Filistin, Galiçya, Libya, Filistin cephelerinde onun son pırıltılarını yeryüzüne yayacaklardı.

Sonrası malum… veya meçhul… Ayrı mesele…

Ancak bugün Fatih ve evladlarının o çifte ufkunu, madde ve manayı birlikte değerlendirmemizi sağlayacak irfanı kavramaktan dahi aciz olduğumuzu itiraf edelim ve dönüp büyük ecdadımızın neler yaptığına ama en çok da neler söylediklerine bakarak süngümüzü bileyleyelim istiyorum.

Bu maksatla Fethin bu yıldönümünde farklı bir perspektif açmak için bizzat bir küçük Divan’ı da olan Fatih Sultan Mehmed’in söylediği veya yazdığı 10 mühim sözü kısa açıklamalarla sizlerle paylaşmak istiyorum. Buyurun o büyük zatın ağzından çıkan 10 unutulmaz söz:

* Ya İstanbul beni alacak ya ben İstanbul’u: Kuşatmanın en bunalımlı anlarından birinde söylenmiş olan bu söz, Venedik’ten gelen üç geminin Osmanlı donanmasını yararak Haliç’ten içeriye gıda ve asker yardımı getirmesi üzerine söylenmiştir. Bu noktada genç Sultan, orduya ve komutanlarına çöken moral bozukluğu atmosferini dağıtmak için bir yandan Şeyh Akşemseddin’e fethin müyesser olması için dua ricasında bulunurken öbür yandan askeri tedbirler alıyor, karadan gemileri yürüterek Bizans’ın moralini çökertiyordu. İşte tam bu aşamada söylenmiş olan bu söz, aynı zamanda İstanbul alınamazsa kendisinin iktidarının, itirabarının ve Osmanlı’nın cihan devleti misyonunun da biteceğini ima ediyordu.

* Âhirûn: Sultan Mehmed “Fâtih” olduktan sonra İstanbul’un fethine tek bir kelimeyle tarih düşürmüştü. Âhirûn kelimesi sonrakiler, ahir zamandakiler gibi anlamlara geliyordu. Belki de büyük Sultan İstanbul’un fethinin ahir zamandaki bir çiçeklenmeyi sağlayacağı ümidiyle hicri takvimle fetih tarihi olan 857 yılını veren bu kelimeyi bulmuştu. Nitekim İstanbul’un ilk belediye başkanı sayılan Hızır Bey Çelebi de bu esrarengiz kelimeyi hoş bir beyit içinde şöyle formülleştirmişti:

Feth-i Stanbul’a fırsat bulmadılar evvelûn

Feth idüp Sultan Mehemmed didi tarih “Âhirûn”

* Hüner bir şehr bünyad eylemekdür

Reâya kalbin âbâd eylemekdür

İstanbul’un fethinden sonra asıl büyük fethe, yani ilim ve irfan yoluyla fethi kalıcı hale getirecek ikinci fethe girişen Fatih Sultan Mehmed 10 yıl sonra Fatih Medreselerini yaptırırken vakfiyesine asıl hünerin bir şehir kurmak ve orada yaşayanların kalplerini âbâd etmek olduğunu ustaca böyle ifade etmişti. Şehrin sadece taştan, topraktan, betondan ibaret bir yapı olmadığını, orada yaşayanların kalplerinin de imar edilmesi gerektiğini ifade eden bu hoş formülü belediyelerimizin duvarlarına yazmakta fayda vardır.

* Benim kudretimin yettiği yerlere imparatorunuzun ümit ve emeli bile yetişemez: Yıl 1452’dir. Genç Sultan İstanbul’a Karadeniz’den gelebilecek yardımların yolunu kesmek için, dedesinin babası Yıldırım Bayezid’in müthiş bir uzak görüşlülükle Boğazın Asya tarafına yaptırdığı Anadolu Hisarı’nın tam karşısına bu defa Rumeli Hisarı’nın yapım emrini vermiştir. İnşaat devam ederken gelen Bizans İmparatoru Konstantin’in bir elçi göndererek burasının Galata Cenevizlilerinin mülkü olduğunu ve inşaat yapamayacağını hatırlatan elçiye söylediği rivayet edilir. Bu sözden korkan Bizans İmparatorunun onun öfkesini yatıştırmak için hisarda çalışan ameleye yiyecek gönderdiği söylenir.

* Eğer padişah siz iseniz geliniz ve ordunun başına geçiniz. Yok, eğer padişah ben isem size emrediyorum! Gelip ordunun başına geçiniz: Daha ilk saltanatının sonunda, 1446 yılında vezirlerin, özellikle de Çandarlı Halil Paşa’nın baskısıyla babasını tahta çağıran bir mektupta bu sözü söylediği ifade edilen II. Mehmed’in mantık ilmine hakimiyeti de hayranlık vericidir. Muhatabına hareket imkânı bırakmayan bu ifade onun zihninin keskinliğini de ifade eder.

* Yapmak istediğimi sakalımın bir teli bile bilseydi, sakalımın o telini hemen koparır ve yakardım: Fatih sırlı bir padişahtı, sır olarak sakladığı şeyi kimseye söylememesiyle meşhurdu. Bir defasında seferin nereye yapıldığını sormak isteyen birisine karşı söylenen bu söz ile sırrına sahip çıkmanın önemini anlatmak istemiştir. Hele ki devlet idaresinde sır saklamak bir erdemdir.

* Elimizde İslam kılıcı vardır: Trabzon’u fethe giderken kendisine elçi olarak gelen Akkoyunlu Uzun Hasan’ın annesi Sare hatunun sarp yamaçlarda atından inip yaya olarak dağlara tırmanması üzerine Fatih Sultan Mehmed’e söylediği: “Ey oğul bu Trabzon’a bunca zahmet nedendir? Burasını gelinime bağışla” sözü üzerine ilk Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’ye göre şöyle demiştir. “Ana bu zahmet din yolunadır. Ahirette Allah huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.”

* İmtisal-i Cahidü fi’llah olubdur niyyetüm Din-i İslam’un mücerred gayretidür gayretüm

Fatih’in yazdığı bu beytin manası şöyledir: “Niyetim Allah uğruna cihad etmektir. Sadece İslam dini uğruna çalışmaktır gayretim.”

* Zülfünün zencirine bend eyledi şahum beni

Kulluğundan itmesün azad Allahum beni

Şahım beni saçının zincirine bağladı. Allahım beni kulluğundan azad eylemesin.

* Ebaenced devletimüz çerağı küfr ehlinin yüreği yağı ile ruşendür: Fatih bu sözü komutanlarıyla yaptığı bir istişare sırasında söylemiştir. Atalarımdan beri devletimizin çerağı (mumu) kâfirlerin yüreğini çok yaktığımız için onların yüreğinin yağıyla aydınlanmıştır.

Bir yanıt yazın