1924’te Diyarbakır’da toplanan Türk-Kürt Kongresi
Tarihin acımasız yüzü bir kez daha sahnede. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi olan Lozan’ın 86. yıldönümünde aynı antlaşmanın defterden sildiği bir sorunu tartışmaya başladık.
İster ‘Kürt açılımı’ deyin, isterseniz ‘Doğu’nun kalkındırılması’, 24 Temmuz 1923’te evinizden kovduğunuzu sandığınız bir hayalet, şimdi ağır ağır masanıza geliyor, üstelik teklifsizce baş köşeye kuruluyor. Bu defa karnını doyurmadan kalkacağa da benzemiyor üstelik.
Lozan’da Kürtlerin azınlık olarak tanınması için Lord Curzon’un baskılarını göğüslemeyi başarmıştık ama tabii ki her dediğimizi de yaptıramamıştık. Türkiye görüşmelerden önce Batı Trakya Türkleri kendi kaderlerine kendileri karar verecek diye tutturmuşken, Lozan sürecinde bu iddiasını hafızalardan silmek için uğraşmıştı. Nitekim Mustafa Kemal Paşa, Lozan müzakereleri bütün hızıyla sürerken, 15 Ocak 1923’te İzmit’te gazetecilere sonradan sansürlenen o sözleri söylemişti. Hangi sözler mi? Buyurun beraber okuyalım:
“Bana göre Batı Trakya’nın bize geçmesi zaaftır. Orasını elde tutmak için sarf olunacak kuvvet oradan elde edilecek istifadeye tekabül etmez. Anavatanın selameti için Batı Trakya’dan vazgeçmemiz gerekir. Sorunun gerçek hal çaresi, burasını Yunanistan’a bırakmaktır.” (“Eskişehir-İzmit Konuşmaları”, Kaynak Yay., 1993, s. 90.)
Peki TBMM, Lozan’a gidecek kurula Batı Trakya için hangi talimatı vermişti? Şunu: “Batı Trakya üzerinde Misak-ı Milli’mizin kabul ettiği hüküm kullanılacak ve halk oylaması güvence altına alınacaktır.”
Nitekim Misak-ı Milli’nin 3. maddesi de Batı Trakya’nın geleceğine halkın karar vereceğini öngörüyordu. Üstelik Yunanlılar bile biliyordu ki, eğer bir oylama yapılsaydı, Batı Trakya kesin olarak Türkiye’ye geçecekti. Tevfik Bıyıklıoğlu’nun hesaplamalarına göre, 1923’te Batı Trakyalı Türklerin elindeki tapulu arazi miktarı, toplam tapulu arazinin yüzde 79’unu buluyordu. Sonuç: Ne oylama, ne şu, ne bu: Batı Trakya Yunanistan’ın ellerinde.
Ancak asıl büyük değişim, Kürt meselesinde yaşanacaktı. M. Kemal Paşa aynı günlerde İzmit Kasrı’nda gazetecilerle yaptığı sohbette “O halde hangi livanın (ilin) ahalisi Kürt ise onlar kendi kendilerini muhtar (özerk) olarak idare edeceklerdir.” demişti. Tahmin edebileceğiniz gibi Paşa’nın bu ‘tehlikeli’ sözleri de sansürlenmiş, “2000’e Doğru Dergisi” 16 yıl önce ortaya çıkarana kadar da sansür devam etmişti.
Ancak ne değiştiyse 1923 Ocak’ı ile Şubat’ı arasındaki 4 haftada değişmişti. 17 Şubat günü açılan İzmir İktisat Kongresi’nde Mustafa Kemal’in sözlerinden Kürtlere yapılan bütün göndermeler sırra kadem basar. Nitekim 1923 Ağustos’unda yapılan seçimlerde Kürt kökenli milletvekillerinin çoğu yeniden seçilemeyecektir.
Artık Kürtler ile TC’ni birbirine bağlayan tek bir bağ kalmıştı: Lozan’da halledilemeyen Musul sorunu. Türkiyeli Kürtler Musul’daki kardeşleriyle birleşme hayalleri kurarken, TC de Kürtlerin Musul sorununda kendi tarafına meyletmesi için onlara bazı ayrıcalıklar vereceğini vaat ediyordu. Bir belgeye göre 1 Ağustos 1924 günü Diyarbakır’da bir “Türk-Kürt Kongresi” açılmış ve kongrede Güneydoğu’ya özerklik verilmesi anlamına gelecek bazı yeni düzenlemeler kararlaştırılmıştı.
Bu düzenlemeler hakikaten enteresandır. Buna göre, 1) Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde özel bir yönetim şekli kurulacak, 2) Hükümet Kürtlere bütçeden özel ödenek ayıracak, 3) Hapisteki Kürtler için genel af çıkarılacak, 4) Bölge halkından 5 yıllığına asker alınmayacak, 5) Şer’î mahkemeler yeniden kurulacak, 6) Halktan toplanan silahlar geri dağıtılacak, 7) Bölgede görev yapan bazı Türk subay ve memurları görevlerinden alınacaktı. Buna karşılık Kürtler de Musul sorununda Türkiye’yi destekleyeceklerine söz vereceklerdi.
Konu tam TBMM’ye getirilecekti ki, 3-4 Eylül 1924’te Beytüşşebab isyanı patlak verdi, ardından da bahar aylarında Şeyh Said isyanı. Belki de Türkiye için altın bir fırsat olan bu son “ortak akıl” girişimi de böylece suya düşmüş oldu. Sonrasında Türkiye’yi 85 yıl uğraştıracak olan kapan, ağır ağır kapanacaktı.
Ne yazık ki, bu ilginç kongre hakkındaki bilgilerimiz büyük ölçüde sözlü kaynaklara ve istihbarat raporlarına dayanıyor. Günün birinde onu yazılı belgelerden de okuyabiliriz. Tıpkı Robert Olson’un İngiliz gizli arşivlerinde bulduğu ve 10 Şubat 1922’de TBMM’de müzakere edildiği belirtilen kanun tasarısında olduğu gibi. Belgeyi meclis tutanaklarıyla doğrulayamadığımız için şimdilik ihtiyatla yaklaşsak da, maddeleri, Mustafa Kemal’in İzmit konuşmasındaki özerklikle ilgili sözlerini doğrulayacak niteliktedir. 18 maddelik tasarının ilk iki maddesini okumak, hakkında yeterince fikir verecektir.
1. TBMM medeniyetin icapları gereğince Türk milletinin ilerlemesini sağlama hedefi doğrultusunda Kürt milleti için kendi millî gelenekleriyle ahenk içinde bir özerk idare kurma sorumluluğunu üzerine almaktadır.
2. Çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu yöre için TBMM’nin karar vereceği şekilde Türk veya Kürt olabilecek bir genel vali vekili ve bir müfettişle birlikte bir genel vali, Kürt milletinin ileri gelenleri tarafından seçilebilecektir.
Bu belgede yazılanlara göre Güneydoğu’daki sistem şöyle olacaktı: Bir Kürt meclisi kurulacak ve bu meclisin seçtiği vali vekili ile TBMM tarafından atanan genel vali birlikte çalışacaklar, ancak aralarında anlaşmazlık olduğunda TBMM karar mercii olacaktır. Kürtçe teşvik edilecek ama resmi dil olmayacaktır. Üstelik 16. maddede Kürt meclisinin ilk görevi Doğu’da bir üniversite kurmaktır.
Yüksek Komiser Horace Rumbold’un Londra’ya bildirdiği bu tasarı, en kesin delillerinden birini Amasya protokollerinin sansürlenen cümlesinde bulduğumuz Kurtuluş Savaşı’ndaki Türk-Kürt ortaklığını teyit etmesi bakımından önemlidir. Tabii bugünkü açılıma tarihî bir taban sunması bakımından da.
Tarih bize bugünün muğlak zemininde yalnız olmadığımız duygusunu verir.
16 Ağustos 2009, Pazar