Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nden koparak kurulmuş yepyeni(!) bir devlet olduğu koro halinde söylenir. Oysa inkılapların en hızlı olduğu dönemde devletin isminden hukuk düzenine, yazısından ideolojisine kadar değiştirilmedik ne kalmıştır? Aslında o inkılap fırtınasında bir tek Osmanlı sembolüne dokunulmamıştı. O da, İstiklal Marşı’nda “çehresini çatması”ndan tarifsiz kederlere düştüğümüzü her gün beraberce haykırdığımız ay yıldızlı al bayrağımızdı.
Peki neden dokunulmadı acaba al bayrağa?
Hiç değiştirilmesi gündeme gelmedi mi?
Geldiyse nasıl bir seyir izledi?
Ay yıldızlı bayrağın yerine hangi bayrağın getirilmesi düşünülmüştü?
Nihayet bu düşünce neden diğer inkılaplar gibi başarılamadan kaldı?
Bu gibi sorular öteden beri belli çevrelerde konuşulur, durulur ama malumat umumiyetle yazılı değil de, sözlü kaynaklara dayanırdı. Aşağıda en azından iki yazılı bir kaynağa dayanarak Atatürk’ün Türk bayrağını değiştirmeyi düşündüğünü fakat bir sebeple bundan vazgeçtiğini göreceğiz.
İlk kaynak, Atatürk’ün bizzat yakınında bulunmuş ve annesi Zübeyde Hanım’la yaptığı yüz yüze görüşmeler sayesinde aile kökenleri hususunun kısmen aydınlanmasına katkıda bulunmuş olan tarihçi Enver Behnan Şapolyo’dur. (Gerçekte birçok ideolojik saplantılı inkılap tarihçisinin aksine yapılanların adını dürüstçe koyabilmiş nev-i şahsına münhasır bir araştırmacıdır.)
Enver Behnan Şapolyo, bir yazısında anlattığına göre Atatürk’ün yaveri ve hususi koruması Muzaffer Kılıç’la son derece samimi imiş. Devrimlerin hızla sürdüğü günlerden birinde Şapolyo sormuş, Kılıç cevaplamış:
– Atatürk bayrağımızı değiştirmeyi düşünüyor mu? Sen bir şey duydun mu?
– Gök bayrağı kabul etmeyi düşünüyor!
– Gök bayrak mı?
– Evet! Atalarımızın kullandığı gök renkli bayrağı[n] yeni devletin bayrağı olmasını düşünüyor, fakat daha bir şey yok!
“Gök renkli bayrak”, yani Göktürklerin Cumhurbaşkanlığı forsunda da yer alan mavi zeminli ve ortasında da bozkurt kafası bulunan bayrak. Yukarıdaki konuşmadan anladığımız kadarıyla Atatürk’ün kafasındaki yeni Türkiye Cumhuriyeti bayrağı böyle olmalı imiş…
Aldığı cevapla yetinmeyen Şapolyo, işin peşini bırakmaz. Atatürk’ün Türk bayrağı olarak “gök bayrağı” düşünüp düşünmediğini, bu defa Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a sorar. Bayar, Muzaffer Kılıç’ın sözlerini doğrulayan şu cevabı vermiştir:
– Atatürk, Cumhuriyet’in resmî bayrağını gök bayrak olarak kabul etmeği düşünmüştü, fakat bu hususta hiçbir neşriyat yapılmadığından, bu bayrağı kabul etmediler.[1]
Celal Bayar’ın sağlığında, üstelik de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü gibi resmî destekli bir kurumun dergisinde çıkan bu yazı üzerinde düşünmeye değer.
Bayar’ın sözlerine göre eğer gök bayrak üzerine yeterli yayın yapılmış olsa ve muhtemelen belgeler tatminkâr bulunsaydı, bugün al bayrağımızın yerinde mavi zemin üzerine kurt kafası bulunan Göktürk bayrağını kullanıyor olacaktık.
Enver Behnan Bey sözlerini şöyle noktalıyor:
Atatürk harsta [kültürde] milliyetçi, medeniyette Batılı idi. Demek oluyor ki, gök bayrak onun mefkûresinde [idealinde] yaşıyordu. Gök renkli bayrağı kabul etmeyi düşündü, fakat çok güzel olan al bayrağımızdan da vazgeçemedi. (…) Şimdi O’nun kabrini kaplayan semada gök bayrağı hayal ediyorum!
Keza Bayar ile irtibatlı bir başka şahitlik ise hiç beklenmedik bir kalemden, bu defa Cumhuriyet gazetesinin kurucusu Yunus Nadi’nin oğlu Nadir Nadi’den geliyor. Perde Aralığından adlı bir nevi hatıratında 1932 veya 1933’te Fransa’nın Vichy şehrindeyken o tarihte İktisat Vekili makamında oturan Celal Bayar ile babası arasında geçen bir konuşmayı nakleden Nadir Nadi şöyle devam eder sözlerine:
Bir gün babamı ve beni bir otomobil gezintisine davet etti. Allier kıyılarında bir hayli dolaştık. Bayındır Fransa’nın refah içinde yüzen haline imrenerek bakıyor, ister istemez sevgili yurdumuzu düşünüyoruz. Ne zaman kalkınacağız? Nasıl kalkınacağız? Hangi metotla bir an önce Batıya yetişeceğiz? Konuşanlar daha ziyade Bayar’la babam. Ben pek lafa karışmıyorum. Bir aralık Bayar:
-“Atatürk’e teklif edeceğim, partinin altı okunu milli bayrağımız yapalım” demez mi? Ay-yıldızı, Şarklılığın ve geriliğin dış belirtileri sayıyordu. Bu dış belirtileri altı oka çevirmekle Batıyı daha kısa yoldan yaklaşabileceğimizi mi düşünüyordu ne? Kendimi tutamadım, koyu bir Halk Partili olan babamın itirazına ben de katıldım.[2]
Perde Aralığından adlı kitabın ilk baskısı 1964 yılında yayınlandığında Celal Bayar henüz Kayseri Cezaevi’nde hapiste yatıyordu (Kasım sonunda 6 aylığına izinli olarak dışarıya çıktı, bir daha da dönmedi; 1965 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından cezasının kalan kısmı affedilecekti). Bu tarihten sonra yaklaşık 20 yıl daha yaşadı Bayar. Tekzip etmediğine göre gerçeklik payı yüksek bir anekdot diyebiliriz.
Gerek Şapolyo’nun, gerekse Nadi’nin anlattıklarından 1930’ların ortalarına doğru bir “bayrak inkılabı” da yapılmak istenildiğini ama muhtemelen doğabilecek bazı mahzurlar düşünülerek bu tasarıdan vazgeçildiğini fark ediyoruz. Bu hususta yeni bilgiler elde edilinceye kadar söylenebilecekler bundan ibarettir.
[1]Enver Behnan Şapolyo, “Atatürk ve bayrak”, Türk Kültürü, sayı: 97, Kasım 1970, s. 30-31.
[2] Nadir Nadi, Perde Aralığından, 4. baskı, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1991 (1964), s. 278.
09.08.2022, muzakerat.com