Atatürk’ü Koruma Kanunu bir Almanınmış
Wikipedia adlı internet kaynağı onu bize şöyle tanıtıyor: �Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch, 1902 – 1985 yılları arasında yaşayan Alman asıllı, ancak 1943 yılında Türk uyruğuna geçen önemli bir hukukçudur.
Hirsch, bilimsel anlamda, Türk hukukunun her alanında önemli etkinliklerde bulunmuştur. Bir çok yasanın kodifikatörüdür. Hirsch Ticaret yasasının oluşturulmasında çok büyük katkıda bulunmuştur. Özellikle Medeni Kanun ile Ticaret Kanunu arasındaki ikilik bu bilim adamının katkılarıyla giderilmiştir. “Atatürk Yasası”nın hazırlanmasını (1951) sağlamıştır. Bu yasa ile sadece, çağdaş Türk Devletinin kurucusu değil, fakat aynı zamanda onun fiziksel anısı olan heykeller de, ceza hukukunun yaptırımlarına bağlanarak korundu. “Pratik Hukukta Metod” isimli eseri hâlâ yeni baskıları yapılan bir hukuk kaynağıdır.”
Wikipeda’nın “Hirsch” maddesi onun hakkında “Bir çok yasanın kodifikatörüdür” diyor ya, Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu daha cesur çıkmış olmalı. Ona doğrudan doğruya “Kodifikötör” sıfatını takmış.[1] Yani? “Kanuni”. Anlayacağınız, 1566 yılında vefat eden Birinci Kanuni’mizden sonra İkinci Kanuni’miz, 1933’den 1953’e kadar Türkiye’de kalıp hukuk eğitimimizi ve sistemimizi yeniden düzenleyen vaftiz olmuş bir Alman Yahudisiymiş.
Bu yazıda Hirsch’in yalnız bir hoca değil, aynı zamanda Cumhuriyet’in yasama sürecine de nasıl müdahil bulunduğuna ilişkin hatıralarında geçen ilginç bir bölümü aktaracağım. Böylece Atatürk Türkiyesinde olduğu kadar, çok partili hayata geçtiğimiz Demokrat Parti iktidarında da bu Alman hukukçunun nasıl nüfuzlu biri olarak yaşadığını görmüş bulunacağız.
Hatıralarında “Atatürk’ü Koruma Kanunu”na ne tür bir katkıda bulunduğunu şöyle aktarıyor kendisi.
Daha önce belirttiğimiz gibi (http://www.haber7.com/haber/20080713/Cumhuriyetin-temel-nitelikleri-anayasaya-nasil-girdi.php), 1937 yılında CHP’nin Altı Okunun anayasaya girmesine ön ayak olan profesörümüz 1950’den sonra DP’lilerin Altı Oku anayasadan çıkarmayışlarını ve Atatürk’e bağlılıklarını her fırsatta vurgulayışlarını kendi görüşündeki isabete bağlar ve ardından DP hükümetinin Atatürk’ün izinde olduğuna dair Resmi Gazete’de bir kararname yayınladığını söyler. DP hükümeti, 1950 yılının Aralık ayı sonlarında çıkardığı ikinci bir kararnameyle ise devlet daireleri ile makam odalarında bundan böyle sadece Atatürk resimlerinin asılacağını, başka şahsiyetlerin, yani İsmet İnönü’nün resimlerinin asılamayacağını da ilan etmiştir.
Ne var ki, hükümetin bu kararı Ticani tarikatı üyelerinin Atatürk büst ve heykellerine saldırısıyla cevaplanır. Bu da tabiatıyla hükümeti zor duruma düşürmüştür. Saldırganlar sanki Atatürk’ün heykellerine saldırmayı DP iktidarından yüz bularak yapmışlar gibi bir hava esmesine sebep olan bu iki kararnameye tepki olarak DP’liler de, bu eylemleri ve kışkırtanları tehdit eden bir kanun çıkarmaya karar verirler. Hazırladıkları kanun tasarısının başlığı, “Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanun”dur.
Ancak bu kanun tasarısına en başta DP milletvekilleri karşı çıkmaktadır. Sebebi, 1924 Anayasası’nın tek tek kişilerin lehine çıkarılacak her türlü kanunun açık bir dille yasaklamış bulunmasıdır. Yani bir kişi hakkında özel bir kanun çıkarmak anayasaya aykırı olacaktır.
Nitekim tasarı, 7 Mayıs 1951 günü Meclis Genel Kurulunda yapılan görüşmelerde 141’e karşı 146 oyla reddedilir ve komisyona geri gönderilmesine karar verilir. Sağlam bir hukukî gerekçe aranmaktadır ve DP’li milletvekillerinin yitirilen itibarı iade edecek sihirli formülü bulması için kapısını çaldıkları hukuk uzmanı, o sırada Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde görev yapan Prof. Ernst Hirsch’den başkası değildir.
Kendisine başvuran, hükümete yakınlığıyla tanınmış bir milletvekiline Hirsch’in verdiği cevap, şu olmuştur:
“Atatürk adında bir şahıs, hukukî anlamda, artık mevcut değildir. Dolayısıyla ona yasa yoluyla da bir imtiyaz sağlanması söz konusu olamaz. Söz konusu tasarıda ceza hukuk normlarıyla korunması öngörülen hukukî varlık bir şahıs olarak Atatürk değildir. Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duygusudur. İşte, ceza tehdidi altına konulmak istenen davranışlar, halkın içinde yaşamayı sürdüren bu saygı duygusunu, yani merhumun anısını zedelemeye müsait davranışlardır.”
Böylece Hirsch, hem hukukî anlamda mevcut bulunmayan birisi hakkında, hem de tek bir şahıs hakkında kanun çıkartarak sakat doğacak bir kanuna bir formül geliştirmiş ve ölen kişinin değil, yaşayanların, yani hukukî anlamda kişilerin hayranlık ve saygı duyguları üzerinden bir koruma kanunu çıkartılmasına önayak olmuştur. Artık kanun metni, “Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse; Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve âbideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten kimse cezalandırılır” şeklini almış ve 25 Temmuz 1951’de TBMM’de görüşülerek kanunlaşmış, 31 Temmuz 1951’de ise Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe irmiştir.
Hirsch, bir zamanlar kendisini Türkiye’ye davet etmiş olan kişi, yani Atatürk için elinden geleni yaptığı duygusuyla müsterihtir. “Böylece” der, “bu olağanüstü şahsiyetin anısını koruma konusunda ben de karınca kararınca bir katkıda bulunabilmiştim.”
Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu bile bir yabancıya yaptırdığımızı görelim artık�
Not: Ernst E. Hirsch’in anıları Hâtıralarım: Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi başlığıyla Türkçeye çevrilmiş ve 1985 yılında Ankara’da Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayınları arasında basılmıştır.
[1] Aktaran: Hirsch, Hâtıralarım, s. 427.
Mustafa ARMAĞAN