Sağolsun, resmi tarihimiz İstiklal Savaşı’ndan sonra İngilizler başta olmak üzere işgal kuvvetlerini İstanbul’dan nasıl başları önlerinde çıkarttığımızı yazar. Ne de olsa fena halde yenik ve eziktirler karşımızda. Nitekim muzaffer Türk ordusu 6 Ekim 1923 günü İstanbul’a girmiş ve şehri 5 yıla yakın süren düşman işgalinden kurtarmıştır.
Artık değişmesi şart olan tarih kitaplarımızda böyle yazar yazmasına ama gerçekler aynı kanaatte değildir. Aslında İtilaf devletlerinin silahlı kuvvetleri, resmi geçit törenleri ve centilmenlere yakışır “garden party”lerle veda etmişler, halkın alkışları arasında bayrağımızı selamlayarak Dolmabahçe rıhtımında kendilerini bekleyen “Arabic” adlı transatlantiğe binmişler ve sevinç içinde –memleketlerine dönüyorlardı- el sallayarak İstanbul’dan ayrılmışlardı.
Hangi tarihte peki? Herkes gibi ‘6 Ekim’de’ diyorsanız yanılıyorsunuz. Doğru cevap için ise biraz sabrınızı istirham edeceğim. Çünkü daha önce bazı önemli ip uçları vermem gerekiyor.
Öncelikle şunu belirtelim ki, işgal kuvvetlerinin İstanbul’u terk edişi ile Lozan Antlaşması’nın imzalanması olayları arasında sandığımızdan da yakın bir bağ mevcuttur. Yani Lozan imzalanana kadar işgal devam etmişti, hatta sonrasında da 2,5 aya yakın bir süre daha işgalciler başkentimizden gitmemişlerdi.
Hemen araya girip söyleyeyim: Ankara’nın 13 Ekim’de başkent oluşu İtilaf kuvvetlerinin gidişinden bir hafta sonraya rastlar, yani Lozan imzalandığında İstanbul hâlâ payitahttır ve bir maddesinde de Hilafet merkezinin İstanbul olduğu açıkça yazılıdır.
O zaman şunu sormak hakkımızdır diye düşünüyorum:
Ankara’yı başkent yapmakla Lozan’ı ilk delen biz mi olduk yoksa? Hani Lozan ilk imzalandığı haliyle dimdik ayaktaydı? İşin aslına bakılırsa Lozan defalarca delinmiştir. Fransızlara bırakılan Antakya/Hatay’ın ana vatana katılması Lozan’ın deliniş anlarından biridir. Kıbrıs için 1958/59’da yapılan Londra/Zürih anlaşmaları Lozan’ın bir başka delinişidir. Montrö de öyledir. Belki de Lozan’ın lehimize asıl büyük delinişi, “Kanalistanbul” projesiyle gerçekleşecektir. Böylece Boğaziçi, 1918′deki İtilaf devletleri işgalinden bu yana ilk defa tam olarak egemenliğimiz altına girecektir.
Nasıl gittiler?
İşgal altındaki İstanbul’un boşaltılması sırasında İstanbul Komutanı olarak görev yapan Selahaddin Adil Paşa’nın Hayat Mücadelelerimadlı hatıralarında (1982) o netameli günler içeriden ve ayrıntılı bir şekilde anlatılır. (Maalesef bu hatıratın orijinali, Paşa’nın birkaç sene evvel kaybettiğimiz oğlu Semuh Adil Bey’in ifadesiyle Kemal Ilıcak’ın yalısında sırra kadem basmıştır.)
Görevine Halife Abdülmecid’in biat töreniyle başlayacaktır Selahaddin Adil Paşa. 24 Temmuz 1923′te imzalanan Lozan Antlaşması’nın hükümlerine uygun olarak bir ay sonra (23 Ağustos) TBMM Lozan’ı onaylayacak ve ancak o zaman İtilaf kuvvetleri denklerini toplamaya başlayacaklardır. (Ne garip: İngiltere parlamentosunun Lozan’ı onayı ise ertesi yılın Ağustos’unu bulacaktır.)
Lozan’dan bir ay sonra işgal kuvvetleri toplanmaya başlamış, işgal ettikleri binaları Türk askerine teslim etmektedirler birer ikişer. Boşaltma işlemi 1,5 ayda tamamlanacak ve son gün dostane bir tören düzenlenecektir. Bundan sonrasını Selahaddin Adil Paşa’nın hatıratından takip edelim (sayfa 424):
“General Harrington tarafından İtilaf devletleri orduları namına 29 Ağustos’ta Türk ordusu için Sumer Palas’ta bir çay ziyafeti verilerek İstanbul’daki askeri, sivil birçok kişi çağrılmış ve kumandanlıkça (yani Türk tarafınca) da 19 Eylül 1923′te Beykoz Parkı’nda bir garden parti ile buna karşılık verilmişti.”
Adil Paşa bundan sonra İzmit’ten gelecek ordumuzun İstanbul’a girişi için de hazırlık yaptıklarını ve işgal kuvvetlerinin binaları teslim işinin Eylül sonuna kadar sürdüğünü, birliklerin de büyük ölçüde -karargâh heyetleri hariç- ülkelerine yollandığını anlatıyor.
Nihayet 2 Ekim günü İtilaf devletlerinin Mondros Mütarekesi hükümleri gereğince el koydukları bütün cephane ve savaş malzemesinin Türk hükümetine teslim edildiğine dair belge imzalandıktan sonra artık resmi işlemlerin tamamlandığını yazan Paşa, aynı gün, yani 2 Ekim 1923 günü işgal kuvvetlerinin İstanbul’u nasıl terk ettiklerini de şöyle anlatır (s. 425):
“Türk, İngiliz, Fransız ve İtalyan birliklerinden ayrılan birer birlik belirli saatte Dolmabahçe meydanında yerleşmiş ve yapılan geçit merasiminden sonra İtilaf devletleri kumandanları tarafından büyük bir seyirci topluluğu önünde alkışlar arasında şanlı bayrağımız selamlanarak yabancı kumandanlar cami rıhtımına kadar uğurlanmış ve burada rıhtıma yanaşan bir motorla Fındıklı açıklarında beklemekte olan Arabic vapuruna gitmişlerdi. Bu suretle de İstanbul işgaline kesinlikle son verilmişti.”
Bizzat İstanbul’u teslim alan komutanın ağzından aktardığım yukarıdaki satırlar İtilaf kuvvetlerinin İstanbul’u nasıl terk ettiklerini belge değerinde bir anlatımla ortaya koyuyor. Yalnız o soruyu unutmadınız umarım: ‘Hangi tarihte?’ diye sormuştuk. Resmi tarih 6 Ekim diyor, Selahaddin Adil Paşa ise 2 Ekim. Nitekim basın taramalarında 1920’li yıllarda İstanbul’un kurtuluşunun her yıl 2 Ekim’de kutlandığını okuyabiliyoruz.
Üsküdar’dan araba vapuruyla karşıya geçen Türk birliklerinin şehre girişinde Sarayburnu’ndan Taksim’e kadar yolun iki tarafına sıralanmış olan Müslüman ahali “Yaşasın” çığlıkları atıyor, ard arda tekbir getiriliyor, “Allahu ekber” sadaları Ayasofya Camii’nden yükselen yanık selalara karışıyordu.
Sen misin muhalefet eden?
Selahaddin Adil Paşa’nın Hayat Mücadeleleri adlı hatıratının 423. sayfasında ilginç bir upucu yakalıyoruz. Şöyle:
“Son zamanlarda meydana gelene olaylar ve yeni bir tahakküm ve zorbalık devrinin hazırlıklarını gösteren gidişatı memleket için hayırlı bir yön olarak görmüyor, yeni görev ve sorumluluklar almayı uygun bulmuyordum.”
Selahaddin Adil Paşa’nın 1923 ortalarında gelmekte olduğunu söylediğitahakküm ve zorbalık birkaç ay sonra tam olarak gerçekleşecek ve Tek Parti yönetimiyle yaklaşık çeyrek asır milletin kaderine hükmedecekti.
Paşa’nın bu sürece itirazları ve yeni rejimin tahakküm ve zorbalığına ortak olmak istemeyişi Tek Parti idaresinin gözünden kaçmayacak ve İtilaf güçleri İstanbul’dan 2 Ekim’de çekip gitmesine rağmen onları göndermenin şerefi bir muhalife kalmasın diye resmi tarihte 3. Kolordunun İzmit’ten İstanbul’a giriş tarihi esas alınacak ve Paşa’nın adı yalnız İstiklal Savaşı’ndan değil, gerçek kahramanı olduğu 18 Mart deniz zaferinden bile silinecekti. (Paşa’nın tahakküm ve zorbalığa yönelik eleştirisi 1951’de Meclis’te yaptığı konuşmada “Bir diktatör kanunla korunamaz” sözüne yansıyacaktır.)
Sen misin muhalefet eden? Seni yalnız bugünden değil, tarihten de sileyim de gör!
İşte bizde buna “tarih” diyorlar.
Not: Burada işgalcilerin İstanbul’u “nasıl” terk ettiklerini anlattık. “Niçin” terk ettikleri ise ayrı bir yazıya selam veriyor.