• Home
  • Genel
  • Bu hastanenin adı Hamidiye Etfal; Şişli nereden çıktı?

Bu hastanenin adı Hamidiye Etfal; Şişli nereden çıktı?

Şişli Etfal Hastanesi’nin ismi aslına dönerek Hamidiye Etfal olmuş. ‘Efendim nasıl olur?’ diyenler mi istersiniz, ‘Osmanlı’yı geri getirmek istiyorlar’ diyenler mi. Hakkı sahibinden çalmak ne zamandan beri adalet oldu? Birinin malını çalmak ile yaptırdığı eserin ismini çalmak arasında ne fark var?

‘Hamidiye’ ismi bir su markasında ve Çanakkale’deki tabya ile bazı köy isimlerinde kaldı galiba. Diğerleri itinayla temizlendi. Mesela Ordu’nun Mesudiye ilçesinin adı, Abdülhamid’in cömert yardımlarından dolayı ilçe halkının arzusu üzerine Hamidiye yapılmıştı. Meşrutiyet’ten sonra ‘mesud’ bir devreye girildiğini müjdelemek üzere değiştirildi.

Maalesef ülkemizde bir dönemin marazı olan Abdülhamid düşmanlığı yüzünden Sultan’ın kataloğu bile ciltler tutabilecek eserleri gözlerden saklanmış veya ismi kazınmıştır. Hastanedeki Hamidiye ismi de tahttan indirilir indirilmez Osmanlı Etfal Hastanesi yapılmış, Cumhuriyet dönemindeyse Şişli denilmişti. Her ne kadar orijinal binadan geriye sadece mescidi ve ilginç minaresi kalmışsa da, 104 yıl sonra asıl ismine geri dönmüş olmasını hakkın iadesi bakımından önemli bir adım sayıyorum.

1O herkesin imrenerek baktığı sarayların bazen dışı yanar, bazen de içi. Lakin bu yanıklardan başka türlü bereketleri fışkırtma becerisi de aynı sarayın hayır çetelesine mutlaka eklenmelidir.

Sultan II. Abdülhamid’in tam dört evlat acısını yaşadığını ve bu ölümlerden birinin ülkemizdeki ilk “etfal”, yani çocuk hastanesinin kurulmasına vesile olduğunu biliyor muydunuz?

Yanık Saraylılar

İlk evlat acısını henüz şehzadeliğinde yaşamıştır Abdülhamid. 1875 yılında 7 yaşında olan kızı Ulviye Sultan feci bir kaza sonucunda yanarak ölmüş. Sarayı yasa boğan bu feci olay şöyle cereyan etmiş:

Bir gün Ulviye Sultan annesinin odasına girmiş, “şem’alı” denilen muma yatırılmış fitilden mamul kibritle oynarken üstündeki tül elbise ve saçları tutuşmuş. Annenin bütün çırpınmaları çocuğun ölümcül yanıklar içinde kalmasına engel olamamış. Babası yetiştiğindeyse gözünü açıp sadece “Baba!” diyebilmiş, sonra ruhunu teslim etmiş.

Abdülhamid’in vefatına tanık olduğu çocuklarından Mehmed Bedreddin 2,5 yaşında menenjitten, Samiye Sultan da 1 yaşında zatürreden ölmüş. Ancak Hatice Sultan’ın ölümü ismini tartıştığımız bir hayır kurumunun tesisine vesile olması bakımından anlatılmaya değer.

Ayşe Osmanoğlu’nun hatıratına göre Hatice Sultan, sadece 8 aylıkken hastalanmış. Hastalığı bir türlü teşhis edilememiş. Devrin önde gelen doktorları seferber olmasına rağmen kurtarmak mümkün olmamış. Abdülhamid üzüntüsünden secdeye kapanarak “Allah’ım, evladımı bana bağışla!” diye dualar etmişse de takdir yerini bulmuş.

İşte Abdülhamid’in aklına tam tekmil bir anne ve çocuk hastanesi yaptırma fikri bu üzücü vesileyle gelmiş. Yanık bir babanın yüreğinden taşan şu sözlere kulak kesilelim:

“Benim çocuğum kurtulmadı. Kim bilir fakir fukaranın çocukları nasıl bakılıyor? Hiç olmazsa bir hastane yaptıralım da benim gibi birçok babaların kalbi yanmasın.”

Ardından inşa emrini vermiş. Kızını tedavi etmeye uğraşan Dr. İbrahim Paşa’yı hastanenin başhekimi yapmış. Son sistem ve Alman usulü hastanenin alet edevatı, hatta hemşireleri dahi Almanya’dan getirilmiş. En önemlisi, hastaneyi Abdülhamid’in kendi tahsisatından (Hazine-i Hassa’dan) yaptırmış ve tahttan indirilinceye kadar da bütün masrafını karşılamış olması.

Hastane pek çok ilklere imza atmış. Bunlardan biri, ülkemizde kalorifer tesisatı kurulan ilk hastane olması. 1903 yılında o zamanın doğalgazı diyebileceğimiz havagazı bağlatılmış, şehirde elektrik yaygın olmadığı halde jeneratörü olduğu için hastanede röntgen ve fiziko-terapi işlemleri başarıyla yapılabilmiş. Öyle ki, 1,5 yaşındaki bir çocuğun yuttuğu para röntgende tespit edilmiş (bu görüntü günümüze kadar gelmiştir). Bir de hem açılışında (19 Ağustos 1899), hem de yıldönümlerinde –ki, özellikle Sultanın cülus yıldönümüne rastlatılmıştır- yüzlerce fakir çocuğun sünnet töreninin bedava ve üste hediye verilerek yaptırıldığını biliyoruz.

Lüks özelliklere sahip

2 Haziran 1898’de temeli atılan hastane, Hamidiye Etfâl Hastahane-i Âlisi adıyla açılmış. Berlin’deki Kaiserund Kaiserin Friedrich Kinderkrankenhaus Hastanesi’nin planlarına göre inşa edilmiş olan Hamidiye Etfal’in hızla geliştiğini, bünyesine Nisaiye (Kadın Hastalıkları) bölümünün eklendiğini biliyoruz.

Hamidiye Etfal’in 20-30 yıl önceki hastanelerimize kıyasla bile son derece modern, hatta lüks özelliklere sahip olduğunu eklemek lazım. Mesela her kata ayrı bir banyo yapılmış, hastaların hava alması için yine her kata birer balkon konulmuştur. Bodrum katı ile birinci kat arasında bir hizmetliler merdiveni mevcut olduğu gibi bir de asansör –yanlış duymadınız “asansör”- yaptırılmış, etrafına hoş kokular yayan ağaçlar dikilmesine özen gösterilmiş. (Ecdadımız bir işi yaparken bu kadar çevreci düşünürdü. Ya biz?) Sonradan bir çocuk sanatoryumu, bir de bulaşıcı hastalıklar pavyonu eklenen hastanede kimya ve bakteriyoloji laboratuvarları ile diğer poliklinikler de yer almaktaydı.

Bir ilginçliği de, 1907 yılına kadar yayınlanmış olan “İstatistik Mecmuası” ile hastanede yapılan çalışmaların bütün dünyaya duyurulmuş olmasıdır ki, benzersiz bir kaynaktır ve Meşrutiyetten sonra yayının kesilmesi tıp tarihimiz adına ciddi bir kayıptır. (Özgür Yıldız, JASSS, 5/ 5, Oct. 2012, s. 391-411.)

Prof. Dr. Nuran Yıldırım “Kutup Yıldızı” dediği Hamidiye Etfal Hastanesi’nin akıbetini şu buruk cümlelerle özetlemiş:

“II. Abdülhamid’in, dönemin en modern tıbbî araç gereçleriyle donatıp, dolaplarını Tamirhane-i Hümayun’da yaptırdığı, döşemelik kumaşlarını ve halılarını Hereke Fabrikası’ndan getirttiği, en yetkin hekimleri görevlendirdiği hastane hem iktidarının simgesi, hem de tıbbımızın göstergesi kabul ediliyordu. Avrupa’daki bazı emsallerinden bile üstün bir seviyede hizmet verip bir kutup yıldızı gibi parlarken kurucusu tahttan indirilince kadrosu dağıtıldı ve durgunluk dönemine girdi. O kadar yararlı hizmetleri vardı ki, siyasi muarızları, adını değiştirerek sabık hükümdarın kurduğu bu örnek hastaneyi yaşatmaya mecbur kaldılar.” (Hastane Tarihimizde Bir Kutup Yıldızı, 2010, Önsöz.)

Birçok hizmetleri reddedildi, unutturulmaya çalışıldı. Oysa o hal kararı tebliğ edildiğinde şöyle demişti: “Hizmetimi ancak Cenab-ı Hakk’ın takdirine bırakıyorum. Ne çare ki düşmanlarım bütün hizmetime kara bir çarşaf çekmek istediler ve muvaffak da oldular.”

Olamadılar Sultanım, olamayacaklar da. Millet uyanıyor ve sizi ‘geri getiriyor’ çünkü.

4 Ağustos 2013

2 Comments

  • NURDAN ONAT

    18 Ağustos 2013 at 15:45

    Ecdadımızın hayırhah olduğunu biliyordum fakat bu derece incelikli insan merkezli ve günümüzdeki anlayıştan ne kadar farklı olduğunu bilmiyordum. Bizi bu anlyışla tanıştırdığınız için teşekkür ediyorum. Araştırmalarınızı elimden geldiği kadar takip etmeğe çalışıyorum. Allah razı olsun.

    Cevapla

Bir cevap yazın