• Home
  • Genel
  • Cezayir: Osmanlı’nın kesik kolu

Cezayir: Osmanlı’nın kesik kolu

Cezayir: Osmanlı’nın kesik kolu
Burası Cezayir, ey çöl,
Develerin, binlerce yıl taşıdığı, atalardan
Sevgi,
Akıl,
Kişiliğim ey çıngırak.
Ey hurma, tadın yok gayri
Nice saklasam yalnızlığını
Koyu yeşilliğini büyütsen nice
Yitmiş güzelliğimiz
Ey hurma, elim ayağım acı.
Nasıl haykırıyor çiğnenmiş kumlar duyuyor musun?
Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın o canım Türkçesinin buram buram tüttüğü bir Cezayir türküsünden alındı bu mısralar. Türküden tüten derin “melâl”, Cezayir halkının Fransız işgali döneminde biriktirdiği kederin sızıntılarından birisi sadece. Osmanlı gittikten sonra “Babasız” kalmış bir halkın çiğnenen onuru, 1962’de bağımsızlık mücadelesi başarıya ulaşsa da, eskiye özlemi her fırsatta yeniden hortlatmıştır. İşte Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün ülkesini ziyareti onuruna verdiği yemekte Cezayir Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika’nın dilinden ajansların havuzuna düşen yeni bir Osmanlı Milletler Topluluğu (OMT) kurulması önerisini bu arka plana bakarak değerlendirmekte fayda var. Bu, anlık, yani o an akla gelmiş bir çıkış olmayıp tarihin dip dalgalarından birisinin yüzeye vurmuş köpüğünden ibarettir. Biz dibe bakalım yine. Barbaros Hayreddin Paşa 1519’da, Cezayir’i bir büyük ülkenin himayesi olmadan koruyamayacağını anlayarak zamanın Osmanlı hükümdarı Yavuz Sultan Selim’e başvurur ve himayesine girmek istediğini bildirir. Bu tarihten 1830’da gerçekleşen Fransa’nın işgaline kadar Cezayir, Osmanlı’nın İspanya, Portekiz ve Venedik’i Akdeniz’de durduran, gerektiğinde haddini bildiren kolu haline gelir. Bir süre sonra da Barbaros, Kanuni’nin isteği üzerine Kaptan-ı Derya olur. Böylece Cezayir’e “Sultan Cezayir” denilir, yani Osmanlı Devleti’nin en batıdaki kolunun başı.
Yüzyıllar yüzyılları kovalar ve 1830’un o kara 13 Haziran gününe gelindiğinde Fransız gemilerinin Seydi Ferruh’a asker çıkarttıkları haberi Cezayir’in acıya bulanmasının başlangıcı olur. Allah’ın gönderdiği koruyucu, yani Osmanlı, gölgesini çekmiştir üzerlerinden. Şiirler, türküler yakılır Osmanlı’nın ardından. Osmanlı imajı, sömürge yönetiminin altında gömülü diriltici bir soluk gibi yankılanır durur yüreklerinde Cezayirlilerin. Günün birinde ona yeniden ulaştıklarında diriltici soluğa yeniden kavuşacaklarına inanırlar. Buna en çok, Cezayir’in milliyetçi liderlerinden Messali’nin hatıralarında rastlıyoruz. Ona göre Konstantin şehrinde Osmanlı askerlerinin ateşten bir duvar haline getirdikleri savunma hattı, yüz yıldan uzun sürecek olan Cezayir direnişinin ana motiflerinden birisi olmuştur. Hele Mareşal Clauzel’in Cezayir halkına, savaş masraflarını ödetmek üzere (Amerika’nın Irak’ta yaptığına benzer şekilde) savaş vergisi salması, bu parayı ödeyemeyenlerin hapislere atılması veya kendilerine temiz bir dayak çekilmesi (ne medeniyet ama!), parası olmayanların değerli silahlarının veya kadınların mücevherlerinin toplanması gibi uygulamalar karşısında Osmanlı nostaljisinin yükselmesi kaçınılmazdı. 1908’de çıkan mecburi askerlik kanunu karşısında Cezayir halkı, Osmanlı’dan Fransa’ya müdahale etmeyi beklemiştir. 1911’de kopan Trablusgarp Savaşı’nda elinden hiçbir şey gelmeyenler bile Kızılay’a kan vererek Türk askerine katkıda bulunmak için kuyruklara girmişlerdir Cezayir’de. Ve Çanakkale Savaşı patlayıp da İngiliz ve Fransızların İstanbul’a girmek üzere oldukları haberi yayıldığında bir Cezayirli kasabın yüreğine inme inerek sokağın ortasına yığılıp öldüğünü biliyoruz. Aynı şekilde Çanakkale’den zafer haberleri dalga dalga yayıldığında, halkın sokaklara döküldüğünü ve birbirlerini kucakladıklarını da. Zafer, kafalardaki Batı’nın yenilmezliği imajını yıkmış ve Osmanlı’nın hâlâ güçlü bir çıkış yapabileceği umudunu bir ebedi müjde gibi asmıştır ülkenin ufuklarına. 8 Mayıs 1945 tarihinde İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, bu haber Avrupa’daki pek çok halkı olduğu gibi Cezayir halkını da sokaklara dökmüştür. Benzeri görülmemiş şenlikler düzenleyen halk, büyük bir coşkuya kapılmış ve yeşil-beyaz renkli Cezayir bayrağı sokakları arşınlamaya başlamıştır. Ne gariptir ki, aynı gün Almanları ülkelerinden kovan Fransız halkı da kendi ülkelerinde “bağımsızlık” şenlikleri düzenliyordur. Ancak kendi bağımsızlıklarını kutlayan Fransızlar, aynı beklentiyle sokağa dökülen ve aynı zaferi kutlayan Cezayir halkına, hem de o kara günlerinden henüz çıkmışken, ne yaptılar biliyor musunuz? “Uygarca” davranıp halkın üzerine ateş açtılar! Evet, yıl 1945. Bütün dünya Nazi belasından kurtulduğuna seviniyor ama Cezayir halkı, o bizim halkımız sokaklarda koyun gibi kurban ediliyordu. Şenlik alanı kan gölüne dönmüştü. Fransız kaynakları kem küm ederek 15 bin kişinin öldüğünü söylüyordu ama gerçek rakamlar 45 bini bulduğunu gösteriyordu. Aynı gün, Fransız halkı Nazi zulmünden kurtulduğu için düğün bayram ederken, kendi askerleri, bir başka halka kan kusturuyor, tarihin en büyük katliamlarından birisini gerçekleştiriyordu. Üstelik de öldürdükleri bu halkın içinden seçtikleri askerler, Nazilere karşı kendileriyle birlikte omuz omuza savaşmışken… (Bugün bize 1915’te soykırım yaptığımızı itiraf ettirmek için kanunlar çıkartan Fransa’nın 1945’teki bu katliamının hesabını kim soracak peki?)
Hâlâ bir sürpriz olarak algılayanlar var mı Buteflika’nın sözlerini?

Bir yanıt yazın