Nice dijital Ramazanlara!
Otobüs durağında iftar telaşına kendinizi kaptırmışken gözünüz sizinle boy ölçüşen bir reklama takılıyor: “İftar kaçta? Peki, sahur?” Reklama göre, iftar saatini öğrenmek için artık dedenizden kalma imsakiyelere elinizin ermediği her noktada cep telefonunuzdan, bulunduğunuz şehrin adını ve bir rakamı tuşlayarak iftar ve sahur vakitlerini öğrenme imkânına sahiptiniz.
Bu sırada cep telefonunuza bir mesaj düşüyor ve şöhreti Stephen Hawking’i aşmış bir “hoca”nın Ramazan vaazını dinlemek istiyorsanız filanca numarayı tuşlamanızın yeterli olacağını okuyorsunuz.
Tabii düşünüyorsunuz ister istemez:
Artık büyük şehirlerimizin gürültüsü içinde ne top sesi duyulabiliyor, ne ezan sesi. Radyo ve Tv’lerde okunan ezanlar da olmasa iftar vakitlerini nasıl öğrenecek cümle âlem? GSM şirketlerinin ticari “hizmet” mantığına bayılmamak elde mi?
Aklıma Yahya Kemal’in şiiri geliyor. Şair, insanların telaşından iftar vaktinin yaklaşmakta olduğunu çıkartabiliyordu. Oysa evvelki gün bir iftara yetişmek için trafikle boğuşurken geçtiğimiz Nişantaşı’nda insanlar, yüzde 50’lik kriz indirimini kaçırmamak için mağazaların önünde kuyruktaydı!
Artık dijital saatler uyandırıyor bizi sahura; dijital Tv’lerde işitiyoruz ezan seslerini; dijital cep telefonlarından dinliyoruz orucun faziletlerini; elektronik postalarla kutluyoruz kandillerimizi, bayramlarımızı.
Neyse ki hâlâ Ramazanlar var ve neyse ki iftarlar hâlâ zengin birer rahmet sofrası olarak iniyor aramıza. Ve büyük şehirlerin duygularımızı nasırlaştıran yüzüne okkalı bir şamar gibi yapışınca, unuttuğumuz pek çok güzelliğin farkına onun sayesinde varabiliyoruz. Daldığımız uykudan uyanıyoruz bir aylığına da olsa.
Hayır, şimdi “Nerde o eski Ramazanlar!” nostaljisine girmeyeceğim. Zaten bu “Nerde…” ile başlayan cümlelerin aslında hatıralar kabuk bağladıktan sonra zihnimizin bize oynadığı tatlı bir oyun olup olmadığı üzerinde kafa yoruyorum bir süredir. Bizi bütün güzel Ramazanları geçmişte zannetmek gafletine düşürenin de, aslında o günlerimizle aramıza giren büyük boşluk olduğunu düşünüyorum. Aslında Ramazan her zaman güzeldi ve güzel olacak.
Bir taraftan “dijital Ramazanlar”ın gelecekte alacağı acayip manzarayı tasavvur ederken, öbür taraftan geçmişin yanık yüreklerinin nabız atışlarını dinlemeye çalışıyorum. Ve aynı zaman diliminde, aynı gezegende yaşasak da aynı Ramazanları yaşamadığımıza giderek daha çok ikna oluyorum. Bir Peştun köylüsünün Ramazanıyla Bahreynli bir petrol şeyhininkini yahut Silikon Vadisi’ndeki bir Pakistanlıyla Alucra’daki bir kahvecinin Ramazan duygularını nasıl olur da “çağdaş” kabul edebiliriz?
Yine de, gurbette de olsak, vatanımızda da olsak, zaman parçalanıyor, mekân eriyor, dünya, iletişim ağının içinde bir köye dönüyor ama Ramazan, o Hz. Peygamber’in devr–i saadetindeki vakit düzenine raptetmekten geri kalmıyor kıtaları, gönülleri, beyinleri, ruhları. Belki de mahalli Ramazanlar bitti, küresel Ramazanlar başladı!
Sezai Karakoç, “Betonları kıran oruç” demişti bir yazısında. Artık oruç yalnız betonları değil, fiber kabloları, ses ve görüntü dalgalarını, uydular arası iletişimi parçalıyor ve dijital çağda da hükmünü icra etmeye devam ediyor.
Ramazan’ın bir anlamının da “eriten” olması yeterince manidar gelmiyor mu size de? Yalnız günahları değil, çağları da eritiyor!
27/11/2001