Düşmansız demokrasi
Demokrasi, düşman üretmek zorunda mıdır? Düşman üretmeyen, düşmanı olmayan bir demokrasi mümkün değil midir? Demokrasi, içeriden veya dışarıdan bir düşman icad etmeden yürütülemez mi?
Batı’daki modernlik ve demokrasi tartışmalarının gözde imzalarından Ulrich Beck, geçen yıl yayımlanan Democracy without Enemies (Düşmansız Demokrasi) adlı kitabında bu soruların cevaplarını arıyor.
Ulrich Beck’e göre “iki modernlik” arasındayız.
“Birinci modernlik”, dinler ve geleneğin baskısından kurtulma, tabiata hükmetme ve aydınlanmanın evrensel ilkelerinden oluşuyordu. Fakat bu proje, değerlerdeki ciddi bir çöküşle sonuçlandı. Yeni taleplerin doğmasına yol açtı; ancak kendi bünyesinden sadır olan bu talepleri karşılayamaz oldu. Özgürlükten acı çeken bir toplum ortaya çıktı sonuçta.
Yazarımızın”ikinci modernlik” dediği, birinci modernlik projesinin eksik bıraktıklarını tamamlamayı amaçlıyor. Bir bakıma birinci modernliğin kazanımlarının amaçlanmayan sonuçlarını göğüslemeyi hedefliyor ikinci modernlik.
Modernlik bütün dünyayı bir “risk toplumu” haline getirdi. İletişim ve ulaşım araçlarıyla merkeze bağlanmayan hiçbir köşe bucak kalmadı. Bunun sonucu da çevreyle ilgili olanlardan açlığa kadar birçok sorunun dünyanın ortak derdi haline gelmesi oldu. Merkezde ortaya çıkan gelişmeler dalga dalga bütün yerküreyi riske sürükledi.
Özgürlüklerimizin üzerindeki ağır ipoteklerle yaşamak, özgürlüğünü ele geçirmiş birinci modernlik aşamasındaki birey, toplum ve devletler için kaçınılmaz hale geldi. Böyle olunca özgürlük özgürleşmenin, aklileşme aklın önüne dikiliyor; eskisinden daha şeffaf olan ağlarını rahatça atıyorlar zihinlerin üzerine.
Gelecek yüzyıldaki bir demokrasi, siyasal özgürlük ve onun toplumsal biçimi olan sivil toplum güçlenip yayılmazsa felç olacaktır. Sivil inisiyatiflere daha fazla yer açmayan devlet odaklı demokrasiler birinci modernlik aşamasında takılıp kalacak ve Sovyetler Birliği gibi taşlaşacak ve sonuçta tarihe mal olacaklardır.
Ulrich Beck’e göre geleceğin çatışması ne Doğu ile Batı, ne de Soğuk Savaş yıllarındaki gibi kapitalizm ile komünizm arasında cereyan edecektir. Gelecekteki çatışma, gerçekte birinci modernlik aşamasında takılıp kalmış ülke, bölge ve gruplar ile ikinci modernleşmesini başarmış olanlar arasında geçecektir.
İkinci modernleşme, modernleşmesini ve aydınlanmanın “akılcı dogmatizmi”nden kurtulup kendisini eleştirebilmeyi gerektirir. Reflexive modernity diyor buna Beck. Başka bir deyişle kendisini sürekli murakabe eden ve kendi üzerinde düşünen modernlik.
Aslında birinci modernlik projesinde de vardı aklın kendi üzerine kapanarak kendisini eleştirmesi. Habermas’ın da dediği gibi zamanla üzeri örtüldü, küllendi gitti. Modernlik, teknolojik başarıların sunağında kurban edildi. Gökdelenler ve bilgisayarlar, yani araçlar düzeyindeki gelişme zannedildi modernleşme. Bu ise modernleşmenin bir noktadan sonra rayından çıktığını iddia etmek anlamına geliyor.
Halbuki bu araçsal (intrumental) modernlik, modernlik projesinin kabuğu, dış yüzüydü. Gerçek modernlik, birinci modernliğin hay huyu arasında fark edilmeyen temel nokta, aklı mutlaklaştırmak, Adorno ve Horkheimer’ın deyişiyle mit haline getirmek değildi. İnsanlığı mitlerden kurtarmayı vaadeden akıl, sonunda kendisi bir mit olup çıktı.
Akıl eleştirel olabilmeli, kendi üzerine kapanıp kendisinin temel aksamalarını yine kendisi tespit edip düzeltebilmeliydi. Ama olmadı.
Birinci modernlik projesinde gerçekleşemeyenleri, ikinci modernlik üstleniyor. Zira modern despotizmin, geçmiştekilere rahmet okuttuğunu çağımız iki dünya savaşı sırasında ve sonrasında içi kanayarak gördü ve yaşadı. Ne evrensel insan hakları kaldı ortada, ne sivil toplum!
Gelecekte ayakta kalmak isteyenler, modernliklerini ıslah etmeli ve dogmatizmlerinden kurtulmalı.
Düşmansız demokrasi, düşmansız devlet dediği de bu zaten Ulrich Beck’in. Aydınlanma dogmatizminden kurtulamadıkça, eleştirel modernliğe adım atamadıkça devletin sivil hareketlere olumlu bir gözle bakması hayal.
Bizim hikayemize hiç girmeyelim isterseniz. Çünkü sonu hicranlı biten yazılardan ne siz hoşlanırsınız, ne ben.