• Home
  • Genel
  • Eğitimin Çanakkale’sini başarmak!

Eğitimin Çanakkale’sini başarmak!

Eğitimin Çanakkale’sini başarmak!
Bir test: 23 Ocak 1913. 14 Safer 1331. Doğru söyleyin, bu tarihlerden hangisi ‘bizden’ biri gibi göz kırpıyor size? Tabii ki birincisi mi? Şu aziz mübarek Mevlid Kandili günü bunu söylemeyecektiniz.
Ama oldu bir kere. Sahi Mevlid Kandili dediniz de, bu yıl kaçıncı doğum yıldönümü Efendimiz’in? 1436. yıldönümü demeyin bana hemen. Bu hesap Miladi takvime göre.
Klasik kaynaklarımızın zamanı algılayış biçimleri silinmiş zihnimizden. Gün eskiden akşam ezanıyla başlardı, şimdi gecenin ortasında alafranga bir saatin münasebetsiz tik taklarıyla başlıyor. Aradaki 7 fark nerede? Ahmet Haşim’in “Müslüman Saati” yazısını olsun çerçeveletip baş ucuna asanlar var mı peki?
Biraz Ahmed Cevdet Paşa’nın “Kısâs-ı Enbiyâ”sına çevirelim mi bakışlarımızı? Bakalım “Mevlid-i Muhammedî” bahsinde neler fısıldıyor kulaklarımıza?
“Fil yılında ve şuhur-ı Rûmiyye’den nisan içinde, Rebiu’l-evvel ayının on ikinci pazartesi gecesi, sabaha doğru henüz tan yeri ağardığı vakit, âlem bir başka âlem oldu. Yani Hâtemü’l-Enbiya Muhammed Mustafa sallalâhü aleyhi ve sellem hazretleri doğdu ve gün doğmadan âlem nur ile doldu. Abdullah’tan Âmine’nin alnına geçmiş olan nûr-ı melâhat, onun alnına geçti. Devr-i Âdem’den beri evlattan evlada intikal edegelen nur-ı hâtemiyyet şimdi sahibini buldu ve artık onda karar kıldı…”
Özellikle sadeleştirmedim bu parçayı ki, klasik bir Osmanlı âliminin edeble yoğrulmuş ilmi rahatça görülebilsin.
Demek ki, Efendimiz hangi yılda doğmuş? Fil yılında. Şu bizim bildiğimiz fil mi? Ta kendisi. Hani Habeşistan hükümdarlarından Ebrehe Yemen’i fethedip San’a şehrinde dev bir kilise yaptırmış ve Arapların hac için Kâbe’ye değil, bu kiliseye gelmelerini emretmişti de, kimsenin gitmemesi üzerine meşhur filini Kâbe’yi yerle bir etmek üzere Mekke’ye yollamıştı ya, işte o yıla “fil yılı” derdi Kureyşliler. Fil, sahipleri ne kadar zorlasa da Mekke’ye girmeyi kabul etmemiş, sonra aniden zuhur eden ebabil kuşları Ebrehe’nin ordusunu telef etmişti. İşte bu sırada Peygamber Efendimiz’in “nûr-i melâhat”ının, yani güzellik nurunun fani âlemi teşrif buyurmasına sadece 50 küsur gün vardı. Ebrehe’nin filini yolundan döndürenin de, ebabil kuşlarını yardıma gönderenin de o nurun sahibi olduğuna inanıldığı için Fil Yılı bir hatıra olarak korundu İslam tarihlerinde.
Peygamber Efendimiz bu şartlarda dünyayı şereflendirdi. Mevlid kandillerinde o günlerin karanlığını hissetmemiz ancak fil yılında doğduğunu hatırladığımızda som bir gerçeklik duygusuna çevrilebilir.
İşte Mehmed Akif’in İslam tarihinin en karanlık günlerinden birinde (henüz en karanlık değil; çünkü en azından kutsal topraklar o sırada işgale uğramamış durumdadır) yazdığı “Pek Hazin Bir Mevlid Gecesi” adlı şiir, Peygamber Efendimiz’in doğumunu Asr-ı Saadet zaviyesinden değerlendiren bir dertli kalemin kederini yansıtır. Ülkeyi kurtaracakları iddiasıyla başa geçenlerin 1908’de Bosna-Hersek’i, Girit’i, Bulgaristan’ı, 1911-1913 döneminde ise Trablusgarb’ı, sonra da bütün Rumeli kıtasıyla birlikte Edirne’yi düşmanlara teslim ettiklerini acı içinde görmüşlerdi. Yazımızın başında verdiğimiz iki tarih, Enver Paşa’nın dizginleri iyice ele alıp muhalefeti susturmak için düzenlediği kanlı Babıali baskınının Miladi ve Hicri tarihleridir. Bu açık bir askerî darbedir ve 1960 darbesinin babasıdır.
İşte Edirne’siz hazin bir Mevlid Kandili gelip çatmıştır. 19 Şubat 1913, yani 12 Rebiu’l-evvel 1331 günüdür. Müslümanların izzet-i nefisleri yerlerde sürünmektedir. Kimsenin yüzüne bakacak halleri kalmamıştır. Yürekler yangın yeri. Hangi yüzle kutlayacaklardır o nurun doğuşunu? Mensup oldukları din, en karanlık, en netameli günlerini yaşamaktadır. Bu yıkımda hissesi olanlar Babıali baskınıyla ülkeyi yeni bir yıkıma, Birinci Dünya Savaşı’na sürükleyecekler ve 5 yıl sonra karanlık içinde karanlık bir döneme adım atılacaktır.
Yine de bir umut, tek umut O ve O’nun hiç kurumayacak nur pınarıdır. Kaleme sarılır Akif. Gözleri yaşlı olduğuna, göğsünün hıçkırıklarla körük gibi şişip indiğine bahse girmeye değer. Göğsünde biriken kanlı gözyaşları satırlara şu kelimelerle yansır:
Yıllar geçiyor ki, yâ Muhammed,
Aylar bize hep muharrem oldu!
Akşam ne güneşli bir geceydi…
Eyvah, o da bir leyl-i mâtem oldu!
Âlem bugün üç yüz elli milyon
Mazlûma yaman bir âlem oldu:
Çiğnendi harîm-i pâki şer’in;
Nâmûsa yabancı mahrem oldu!
Beyninde öten çanın sesinden
Binlerce minâre ebkem oldu.
Allah için ey Nebiyy-i ma’sûm,
İslâm’ı bırakma böyle bîkes,
İslâm’ı bırakma böyle mazlûm.
Balkanlardaki binlerce minarenin dilsizleştiğini, İslam topraklarının düşman çizmeleri altında çiğnendiğini, Müslümanların kimsesizleştiğini ve ondan başka yardım dileyecekleri kimsenin kalmadığını yüreği yanarak itiraf eder milyonlarca Müslüman gibi. O Mevlid gecesinin karanlığından “Âsım’ın nesli” idealini fışkırtan Akif, tarihimizin hep kötüye giden talihinin kırılma noktası olarak Çanakkale zaferini alacak ve orada çağları altüst eden Mehmetçiği, bir başka deyişle Âsım’ı bu defa başka bir zafere şartlandıracaktır. Çanakkale’yi kazanan ve vücudunu ancak ebediyetlerin taşıyabileceği Mehmetçiği Berlin’e tahsile gönderir. Orada bilgi pınarlarını kana kana içecek olan Âsım-Mehmetçik aldığı feyizleri Kur’an ahlakıyla birleştirerek ülkenin yanmış yıkılmış topraklarına akıtacak ve kurumuş olan pınarlarımız yeniden gürül gürül çağıldamaya başlayacaktır. “Âsım’ın nesli” Çanakkale’de ilk vazifesini başarmıştır; ama onu daha büyük bir zafer beklemektedir: Eğitimin Çanakkale’sini başarmak. Bu defa zafer, Çanakkale’lerin bir daha yaşanmaması için kazanılmalıdır.
İşte Mevlid kandilleri bu zafere yaklaşmak için “kıt’a kapma” oyunu oynayan eğitim neferlerimize edeceğimiz dualarla renklenecek, saflarımız belirlenecektir. m.armagan@zaman.com.tr

01 Nisan 2007, Pazar

Bir cevap yazın